Türkiye’de altısı devlet üniversitesi, beşide özel üniversite bünyesinde 11 fotoğraf okulu var. Bunlara iki yıllık üç okulu da....

Türkiye’de altısı devlet üniversitesi, beşide özel üniversite bünyesinde 11 fotoğraf okulu var. Bunlara iki yıllık üç okulu da saydığımızda 14 okul var diyebiliriz. Yaklaşık her yıl 600-700 öğrencinin mezun olduğunu varsayıp, geçen yılları da düşündüğümüzde nicel olarak onbinlerce üniversite mezunu fotoğrafçı anlamına geliyor. Bunların bir kısmı profesyonel anlamda reklam sektöründe, bir kısmı basın dünyasında olduğunu biliyoruz. Fotoğraf kursları açan derneklerden ve kurumlardan eğitim alan ve süreç içinde uğraş edinenler de var. Nicel sayının fazlalığı maalesef şaşırtıcı şekilde üretilen nitelikli işlerin (fotoğraf projelerinin) sayısıyla orantılı değil. Var olan kalıcı çalışmalar ise Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet Tarihi’nin ilk yarısına ait. Fotoğraf, Türkiye’ye erken dönemlerde girmiş olmasına rağmen bugün akademik kökenli eğitmenlerin birçoğu derneklerden geçme. Yeni kuşak diyebileceğimiz akademik eğitim sonrasındaki öğretim görevlileri ise son on-onbeş yıldır var. Ancak asıl değinmek istediğim eğitim sistemi. Okullara öğrenci alınış metodlarından, eğitim sistemine kadar herşeyin gözden geçirilmesi gerekiyor. Bu bağlamda bu hafta 90 yıl önce Almanya’da kurulmuş bir okuldan bahsetmek istiyorum.
Bauhaus; 1919–1933 yılları arasında varlığını sürdürmüş, mimarlık ve modern sanatların oluşumuna katkıda bulunmuş, mimari, tasarım, sanat alanlarında yeni akımlar yaratmış bir okul. Kurulduğu yıl, dünyanın en seçkin ve çağdaş mimarlarını, sanatçılarını, biraraya getirerek, yalnızca bir eğitim kurumu yaratmakla kalmayarak, aynı zamanda bir üretim merkezi ve tüm bunların konuşulup tartışıldığı bir yer haline geldi. Mimarlık ve endüstriyel tasarım alanında önemli açılımlar sağladı. Bunu, aristokrasinin ve burjuvazinin komformist yaklaşımına savaş açarak yaptı. Özellikle 1917 Ekim devriminin yarattığı rüzgardan beslendi. Rokoko ve barok süslemeciliğin yerine işlevselliği ön planda tuttu. Sanat ve zanaati birleştirerek hem işlevsel hem de sanatsal endüstriyel ürünler tasarladılar. Amaçları egemen sanatçı mitosunu ve sanat anlayışını yıkmaktı.
Bauhaus okulunda uygulamalı eğitim esastı. iki dünya savaşı arasında Avrupa avangardının en önemli merkezlerinden oldu. Naziler tarafından kapatılıncaya kadar XX. yüzyılın öncü sanat merkeziydi. 1925 yılında okulun merkezi Dessau’a taşındı. Ancak 1931’de Naziler Dessau’yu ele geçirince okul Berlin’e taşındı. Bauhaus ‘Sanat Toplum içindir’ tezini savundu. Ancak bundan rahatsızlık duyan diğer sanat okulları, Akademiyi Nazi partisine şikayet ettiler. Nasyonal Sosyalistler için zaten problem olarak görülen Bauhaus Okulu’nun finansal desteği kesildi. Ardından okul 1933 yılında kapatıldı.
Bir süre sonra da sanatçıların çoğu çeşitli ülkelere dağıldı. Eğitmenlerin çoğu gibi L. Moholy-Nagy de Amerika’ya gitti. 1937 yılında ise ‘New Bauhaus’ adıyla yeni bir okul kurdu. Daha sonra bu okul “Chicago Institue of Design”a katıldı.
Modernizmi inşa eden Bauhaus’un sanatla zanaatı birleştirmesi ilkesi, toplumsallığı hedefleyen sosyalist ülkeler tarafından da benimsenmiştir. Tasarımlarında sınıf farklılığını öncüleyen günümüz kapitalist sistemin aksine eşitlikçi bir formu hedeflediler. Moholy- Nagy’nin fotoğrafa ilgi duyması Bauhaus üyelerinin fotoğraf çalışmalarını da etkiledi. Fotoğrafa yeni bir bakış getirdiler. Bir fotoğraf atölyesi kurdular. Moholy-Nagy de bu okulda temel tasarım dersleri veriyordu. Okulun geçerli sloganı sanat ve teknolojiyi birleştirmekti.
Rus devriminin ünlü fotoğrafçısı Rodchenko’dan etkilendiler. O dönem Sovyet Devrimi fotoğrafçıları Bauhaus için önemli bir esin kaynağı oldu. Haluk Çobanoğlu bir sunumunda; “Devrimin ünlü fotoğrafçısı Rodchenko’nun çalışmaları ya da Eisenstein’ın filmleri olmasa Bauhaus akımının fotoğrafa bakışı da bu kadar net olamazdı” diye anlatıyor. ‘Tasarım Sentezi’nin önemli unsurlarından biri olarak gördükleri fotoğrafçılıkta, fotoğrafa kendine özgü biçimsel sorunları olan, demokrat-katılımcı bir toplum sanatı olma potansiyelini içeren, bir iletişim olarak bakıyorlardı. Romantik sanatçı kavramına karşı çıkıyor, araştırma ve yaratma sürecine önem veriyor, tasarım sentezinin üreticisi olarak yeni görsel bakış açıları yaratma yetisine sahip ya da peşinde olan sanatçılar arıyordu.
Bauhaus mensupları, fotoğraf çalışmalarını sanatsal ifade biçimlerinden ziyade belgesel perspektifte yürüttüler. Geleneksel olmayan yaklaşımları ve kompozisyonları ile yeni ve nesnel bir bakış açısı yaratmaya çalıştılar. Her gün, her yerde karşımıza çıkan büyük afişlerin ve reklam panolarının da ilk örneklerini Bauhaus üyeleri vermiş, tanıtım ve endüstriyel fotoğrafçılığının da temellerini atmışlardır.
Bunun yanında okul, sosyal sorumluluk taşıyan, toplumun gereksinimlerine karşılık verebilecek yeni bir sanatçı tipinin yetiştiği bir kurum olmuştur. Ayrıca okul, çeşitli sanat dallarını birleştirmeyi denemek yoluna giderek bir “bütün sanat” (art total) yapmak istemiştir.
Moholy-Nagy, toplumu değiştirme ve yeni bir kültür yaratmayı önemsiyordu ve; yeni görme biçimlerinin geliştirilmesini sağlamak için insanların bilinçlendirilmesi gerektiğini söylüyor, sanat ve teknolojinin çağdaş bileşimine ancak bu yolla ulaşılabileceğini ileri sürüyordu.
Dünyanın birçok ülkesinde sanat okullarına örnek teşkil etmiş Bauhaus’un Türkiye’deki temsilcisi diyebileceğimiz okul Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi. Yeni dönemde fotoğraf bölümü, kulağıma geldiği kadarıyla eğitim sisteminde yeni açılımlarda bulunacak. Bekleyelim, görelim...