Baykallaşmak mı, Baykal’ı aşmak mı?
Fotoğraf: AA

Prof. Dr. Erdoğan ATMIŞ*

Başlığı görünce, daha geçen ayki seçimlerde dünyanın en başarısız iktidarlarından birini deviremeyen Kılıçdaroğlu dururken, "Baykal da nereden çıktı?" diye sakın sormayın. Kendi halinde, ihtirassız, koltuk hırsı olmayan biri olduğunu sandığımız Kılıçdaroğlu’nun, zamanla kötü bir Deniz Baykal taklidine nasıl dönüştüğünü ve seçimde yaşanan başarısızlık sonrası partisinin sergilediği kayıtsızlığı anlatmak için olayın köklerini, yani Baykalizmi sorgulamalıyız:

1. Baykalcılıkta parti seçimleri kazanmasa da olur. Nasıl olsa başarısızlığın havale edileceği kurbanlar bulunur ve parti yönetimi değiştiriliyormuş gibi yapılıp lider ve ekibinin göreve aynen devam etmesi sağlanır. “Parti yönetimi ile İzmir, Çankaya vb birkaç belediye bizim olsun yeter”.

2. Parti içi seçimlere diğer partilere rakip olarak girilen seçimlerden daha çok mesai ve emek harcanır. Delege yapısından, il ve ilçe yönetimlerine, milletvekili adaylarından yerel yönetimlere kadar lider ve parti politbürosunun belirlediği, genelde halkta pek karşılığı olmayan isimlerle iş yapılır.

3. Toplumun farklı kesimlerinden, partiye katkı yapabilecek bilgi ve yetenekteki insanları partiye davet etmek şöyle dursun,  bu gibi kişiler kapıdan içeriye sokulmamaya çalışılır.

4. Partide kadınlar vardır fakat yönetici seviyedeki kadınlar çok azdır, onlara daha çok seçim zamanı, propaganda yaparken kapı kapı dolaşmaları için gerek duyulur. Gençler ise parti örgütlerinde yok denecek kadar azdır. Olanların çoğu da parti yöneticilerinin tanıdıklardan ibarettir.   

Daha önceki iki cumhurbaşkanlığı seçiminde seçilme şansının düşük olduğunu görünce cepheye İhsanoğlu ve İnce’yi süren Kılıçdaroğlu, “Tayyip Erdoğan’ın oyu yüzde 40’ı bile geçmiyor, karşısına kola kutusunu veya plaj terliğini koysan bile kazanır" gibi söylemlerin ve partisindeki varlığı ile geleceği ona bağlı olan yakın ekibinin gazına gelmiş olsa gerek bu sefer aday olmakta sakınca görmedi. Üstelik bunu büyük bir hevesle yaptı. Altılı Masa’da kendini aday göstermeleri karşılığında toplam oyları yüzde 1-2 olan dört partiye cumhurbaşkanı yardımcılıkları, bakanlıklar, 40’a yakın sandalye verilmesine ikram, rüşvet vs. diyen de oldu.  Partisinden tam destek alabilmek için parti meclisi üyelerine garantili yerlerden verilen milletvekillikleri, şimdi altı yedi kez milletvekili olanları sorgulatıyor.

Kılıçdaroğlu suskunluğunu bozarak çıktığı ilk televizyon programında anketlerin kendisinin kazanacağını söylediğini belirterek suçu anket şirketlerinin üzerine attı. Oysa anket şirketleri, kendisinin T. Erdoğan’la baş başa göründüğünü ve bu yüzden şansının az olduğunu, fakat İmamoğlu veya Yavaş’ın aday gösterilmesi halinde kazanma şanslarının çok yüksek olduğunu söylüyordu.

Kılıçdaroğlu’nun suskun kaldığı süre içinde yakın çevresi; sonucun başarısızlık olarak sayılamayacağını, yüzde 48 oyun büyük bir başarı olduğunu, iktidarın devlet ve medya gücünü eşitsiz şekilde kullandığını hatta seçimlerde hile yaptığını, bu gelişmeler karşısında partinin bölünmemesi ve gelecek yıl yapılacak yerel seçimlere güçlü olarak girebilmesi için Kılıçdaroğlu’nun mutlaka partinin başında kalması gerektiğini pompaladılar. Kendisi de çıktığı ilk TV programında; aslında çok çalıştığını, şehirlerde kazandığını, fakat köylerden oy alamadığını büyük bir tespitmiş gibi paylaştıktan sonra, yerel seçimler öncesi partiyi genel kurula götüreceğini ve “kurultayda çıkıp adayım demeyeceğini” açıkladı. Bu söylem Baykal’la nasıl da benzeşiyor:

1. Kılıçdaroğlu da Baykal gibi pek çok yardımcısının yerine yeni isimler getirip seçmenin beklediği değişimi yaptığını düşünürken,  kendisinin koltuğundan kalkması halinde partinin bölünerek parçalanacağı korkusunu yaymaya devam ediyor. “Başkan iyi çevresi kötü” geleneği.

2. Baykal başarısız olduğunu hiç kabul etmezdi. Kılıçdaroğlu da aldığı yüzde 48’lik oyu başarı olarak sayıyor. Fakat T. Erdoğan’ın aldığı yüzde 52’lik oyun daha önceki iki seçimle hemen hemen aynı oranda olduğunu es geçiyor. Üstelik yanında tüm muhalefet ve karşısında ekonomik sorunlara bir çözüm üretemeyen, enerjisini kaybetmiş bir Erdoğan varken.

3. Hile iddialarının ardına sığınması tam Baykalvari bir yaklaşım. Oysa ana muhalefet partisi genel başkanı olarak kendisinin görevi hile yapılmasını önceden önlemek değil miydi?

4. Kılıçdaroğlu şehirlerde kazandığını, kırsal yörelerde kaybettiğini, çevresi de sandıklara sahip çıkamadıkları için seçim güvenliğini sağlayamadıklarını itiraf etti. Bir çok ilde kağıt üzerinde örgütlenmiş, halktan kopuk il ve ilçe örgütleri bunun nedeni değil mi? Kentli olsun, köylü olsun halkın sorunlarına çözüm arayacak bir parti örgütünü, liderlik yaptığı 13 yılda kuramamış olması kendi başarısızlığı değil mi?

5. Kılıçdaroğlu’nun kendisinden umudu kesen seçmenine verdiği teselli ise yerel seçimler öncesi partiyi genel kurula götüreceği ve “kurultayda çıkıp adayım demeyeceği” yönündeki oyalama taktiği. Partide genel başkan bizzat kendisi aday olmaz, partililer aday olması için imza toplar, hatta zaman zaman kapısının önüne yığılıp gözyaşları içinde aday olmasını ister. Baykal’dan hatırlayın.

Ülkenin demokratikleşmesini ve daha özgür bir ortamda yaşamayı arzu eden laik seçmen, özellikle cıvıl cıvıl gençler, 2017 referandumundan beri bütün partilerden bağımsız olarak bu iktidarın gitmesi için yoğun emek harcıyor. Bu gençlik lokomotifin çekmediği CHP trenini, kendini gemi kaptanı sanan makinist işi sulandırdıkça daha nereye kadar itecek?

Sayın Kılıçdaroğlu, siz koltuğunuzu korumak için mevcut adayların önünü garip söylemlerle veya yerinize emanetçi birilerini getirerek tıkamaya çalıştıkça daha çok Baykallaşıyorsunuz. Bırakın göreve talip olanlar kendi ekiplerini kurarak işlerine koyulsunlar ve CHP’yi halkın önüne ciddi bir seçenek olarak koysunlar. En büyük hedefleri de Baykal’ı aşmak olsun. Açın CHP’nin ve ülkenin önünü.

*Ormancılık Politikası Uzmanı