Sevgili ağabeyimiz Bekir Coşkun’un 29 Ocak’ta yayınladığı “Veteriner” başlıklı yazısından sonra, babamla birlikte olabilecekleri kestirmiştik.

Sevgili ağabeyimiz Bekir Coşkun’un 29 Ocak’ta yayınladığı “Veteriner” başlıklı yazısından sonra, babamla birlikte olabilecekleri kestirmiştik. O nedenle de geçen hafta, Umarız, sendikal kuruluşları, odaları salt meslektaşlarını korumanın görevleri olduğunu öne çıkararak, savunmaya geçmezler…” demiş ve aslında bu kuruluşların önemli bir görevlerinin de ‘iç eğitim ’olduğunu" vurgulamıştım… Ama korktuğumuz oldu. Veteriner Hekim Odaları, “meslek onurlarını incittiği” ana teması ile Bekir Coşkun’un “özür dilemesini” aksi halde hakkında “dava açacakları” yollu açıklamalar yaptılar…
Özellikle Belediye ve barınaklarda görevli veteriner hekimlerden ağzı çok yanmış, ‘kuş gribi’ vakaları sırasındaki tutumlarından da çok rahatsız olmuş Havyan Korumacılar ve Hayvan Hakları savunucuları hem tek tek hem de örgütleri aracılığıyla, “bizi de dava edin” ve esas siz, “hayvanlardan özür dileyin!” vurgusu ile Bekir Coşkun’un söz konusu yazısının altına imzalarını atma kuyruğuna girmiş vaziyetteler…
Eeee, ne de olsa, bu dayanışma; acıyı yüreğinde yaşadığını haykıran Bekir Coşkun’la, aynı acıyı yüreklerinde yaşayan tüm “mağdurların” dayanışması…

SALDIRININ BÖYLESİ…

Bu köşede sık sık ülkede meydana gelen, hayvanlara yönelik şiddet ve yok etme uygulamalarını dile getiriyor, hayvan korumacıların, hayvan hakları savunucularının zorlu mücadelelerini sizlerle paylaşıyorum. Bu kez köşemizin konuğu doğa ve hayvan hakları savunucusu TRT spikeri Handan Demiralp. Sevgili Demiralp, geçtiğimiz hafta Çengelköy’de, en ilkel koşullarda çalışan, hayvanları alınıp satılan bir meta haline dönüştürmenin araçlarından, “Pet Shop” denilen dükkanlardan birinde saldırıya uğramış… Biliyorsunuz, bu “mağazalar” hayvanlara eziyetin bir aracı olarak da anılıyor. İşte, o mağazalardan birinde geçmiş olay. Sözü Handan Demiralp’e bırakıp onun ağzından dinleyelim gelişmeleri: “… Akşama doğru her zaman boynumda, çantamın yanında asılı duran fotoğraf makinemi çıkararak iki-üç kare fotoğraf alayım dedim vitrinden. Dışarıda durup kafesteki hayvanların bir kare fotoğrafını çekmiştim ki; içeriden bir adam çıktı, ''gelip içeriden çeksenize'' dedi bana, ben de ''hayır, teşekkürler, bu bana yeterli'' dedim… Bulaşmaya hiç niyetim de yoktu doğrusu. Ama adam ''kimsiniz siz ya'' diye sorunca gizlenmek gibi bir derdim olmadığından ''basın mensubuyum, TRT'den'' diye cevap verdim... Benim bu cevabım üzerine, adam bir canavara dönüşerek makineme saldırıp elimden ve tabii boynumdan da çekti, kolumdan şiddetle tutup beni dükkânın içine sürükledi, camlı giriş kapısını kapattı! ''Hooop, n'oluyor ya, bi dakka'' falan dememe kalmadan herif beni dükkânın içine çekiverdi, çıkamayacak şekilde de önümü ve kapıyı kapattı. Dijital makinemi görüntü ekranından kavramış durumdaydı, boynum da, makine ile çekilmekteydi bu arada!.. Burnumun kanamaya başladığını fark ettim ama derdim bu değildi, makinamı almalıydım. Adam bu arada basın ve TRT kimliğime sayıp dökmekte ve beni iki kolumdan tutup sarsmaktaydı! Makinemi kurtarmak için uğraşırken yumruğunu kaldırdığını gördüm ve refleks olarak burnumu kolumla korumaya aldım. Sanırım burnumdaki bandajdan ötürü suratımı dağıtmaktan son anda vazgeçti ve onun kısa düşünme süreci içinde ben elinden makinemi kapıp dükkândan dışarı fırladım!..”
Kendisine ‘geçmiş olsun’ diyor, dayanışmalarımızı iletiyoruz…