Metropolü tanımlarken, kaybolmak, dokunamamak, yüzleşememek, labirent gibi sözcükleri sık sık kullanırız. Her an gözün görebileceğinden, kulağın duyabileceğinden fazlası vardır metropolde...

Metropolü tanımlarken, kaybolmak, dokunamamak, yüzleşememek, labirent gibi sözcükleri sık sık kullanırız. Her an gözün görebileceğinden, kulağın duyabileceğinden fazlası vardır metropolde, keşfedilmeyi bekleyen bir dekor, bir manzara vardır. Hiçbir şey kedi başına algılanamaz, çevresiyle, kendisini doğuran olaylar zinciriyle, geçmiş yaşantıların anısıyla ilintili olarak algılanır. Kadın-erkek fark etmez, birey bellek prangasındadır; ‘İki Kişilk Bir Oyun’da olduğu gibi. “KADIN-Geciktin?, ERKEK …, KADIN- Anlatsana!, ERKEK- Olmaz” replikleri ile başlar, ilişkinin arkeolojisi. Labirent şeklinde tasarlanmış, kare konstrüksiyonun içinde, Melike Güner ve Alper Kul (öncesinde Altay Özbek); yapıya asılı vaziyette ilerleyerek, izleyicinin tedirginliğini artırır. Oyun konstrüksiyonun ortasına konumlanmış taburelerden izleniyor ki bu durum izleyiciyi de labirentin içine dahil ediyor. Yaşanan deneyim, ‘kişi’yi sıkışmışlığıyla yüzleştiriyor. İletişim çağında yaşıyoruz ama kimse birbiriyle konuşamıyor. Dışardan etkiler olsa da temas edemiyoruz. Modern, post modern zaman öykülerinde, insanlar, yalnızlığının içinde birbirine değiyor gibi gözükse de kimse değemiyor. Oyunda da tıpkı bugün deneyimlediğimiz hayat gibi kadın ve erkek fiziksel olarak hiçbir temas yaşayamıyor. Kadın, erkek kodunun; bireyi taşıdığı çıkışsızlık, labirentin içinde netleşiyor. Metropolde ve konstrüksiyonun içinde; gösterinin izleyicileri olarak kalmıyoruz. Kendimizde onun bir parçasıyız, öteki katılımcılarla birlikte sahnede yer alırız. Çoğu kez Metropolü yani ‘an’larımızı algılamamız süreklilik göstermez; kısmi bölük pörçük olur daha çok, dikkatimizi çeken başka şeylere bölünür. Hemen hemen bütün duyularımız devrededir, bireyin imgesi de bütün bunların bileşimidir.

‘İki Kişilk Bir Oyun’un fikri, konsepti, konstrüksiyon tasarımı Bülent Erkmen imzalı. Türkiye’de ‘tasarım’dan bahsettiğimizde akla ilk gelen isimlerden biri olan Bülent Erkmen’in vurucu ve incelikli çizgisi oyunda da beliriyor. Fikir, en ince ayrıntısına kadar detaylandırılıp, kâğıt üzerinde noktalandıktan sonra, sipariş edilmiş. Yekta Kopan, belirlenen izlek etrafında düşünceyi, söze dökerek, metni oluşturmuş. İtalyan Mimar, Aldo Rossi ‘Teatro del Mondo’-‘Dünya Tiyatrosu’ tasarısını, 1980 Venedik Bienali için inşa etmişti. Projede yüzer-gezer bir tiyatro binası tasarlamıştı. Seyirciler ve oyuncular yer değiştiriyordu. Proje, yerleşik tanımları bir kenara bırakmamızı, içeriden dışarıya, dışarıdan içeriye bakmamızı öneriyordu ve tasarımlanan tiyatro; Venedik kanalında ilerledikçe, Venedik kenti, oyuncunun yerine geçiyordu. Proje, 2002’lerin başında ‘hafıza odaları’ başlığı ile yeniden üretilerek, kentin anları, farklı sahnelerde donduruldu. Bülent Erkmen’in tasarımı, bu düşüncelerin üzerine konmuş yeni bir üretim gibi düşünülebilinir. Hafıza üzerinden ‘şimdi’nin araştırıldığı oyunda, fon İstanbul ya da bütün metropoller! Bu özellik, yaratılan bağlamı evrenselleştiriyor. Kanımca, konsept, uluslararası tasarım literatürüne eklemlenmeye aday.  Oyun, İtalya ve Amsterdam, Hamburg’a festivallerine davet edilmişti.

Not: Günümüzün dinamikleri, gelen elektronik postalar ve kişisel arzum; oyunun farklı aralıklarda ve farklı mekânlarda oynanması yönünde olduğundan, daha önce yayınlamış olduğum bu yazıyı tekrar yayımlıyorum… DOT: www.go-dot.org  / 0212 251 45 45