Evet hiyerarşi var. Ama artık olmasın. Manyak mıyız? Baksanıza başımıza gelenlere. Ünvan sevdası ile ip gibi dizilen bu insanlar üniversitelerin canına okuyorlar. Tamam, akademik özerklik çok uzun zamandır sadece hoş bir rüya. Ama en azından bu yolda inat edip, fikir yeşertenlere bir nebze muhabbet beslenirdi

Ben yapmadım, o yaptı

İlker Birbil
Sabancı Üniversitesi ve
BolBilim.com

Birkaç yıl önce köklü üniversitelerimizden birine gittim. Doktora tez jürisi. Tez sağlam; tezi yazan arkadaş daha sağlam. Keyfim çok yerinde. Neyse toplantı bitti. Binanın dışına çıktık. O ne! Kimsecikler yok ortada. Daha bir saat önce dolu olan koridorlar bomboş. Nükleer felaket de dahil bir sürü senaryo geçiyor aklımdan. Yanımdakilere sordum. “Rektör geliyormuş,” dediler. Rektör. Altı üstü bir başka akademisyen. Eh ne var bunda?

Meğer çok şey varmış onda. Uyardılar. Öyle kolay değilmiş. Ben, ben olduğum için anlamadım tabii. Alelacele beni bir odaya sokup anlattılar. Üniversitedeki akademisyenlerin bir nizamı varmış: rektör, dekanlar, profesörler, doçentler ve tek hücreliler (bu son kısmı iyi duyamamış olabilirim). “İşte böyle,” dediler, “ağır hiyerarşi var.”

Şu son 10 yılda neler gördü bu gözler. Dersi asistan veriyor. Sınavları yapıyor. Kağıtları okuyor. Notları ise lütfedip profesör giriyor. Sonra dersten şikayet edilirse, suçu asistana atıyor. Kepazelik. Birkaçının yüzüne söyledim. Buradan da yazayım: Sayın hocalar, asistanlar sizin köleniz değil. Kendinize gelin. Unutmayın yeterince güneşe yatırınca, ham muzdan bile profesör oluyor bu ülkede. Onlarla bir olmayın.

Evet hiyerarşi var. Ama artık olmasın. Manyak mıyız? Baksanıza başımıza gelenlere. Ünvan sevdası ile ip gibi dizilen bu insanlar üniversitelerin canına okuyorlar. Tamam, akademik özerklik çok uzun zamandır sadece hoş bir rüya. Ama en azından bu yolda inat edip, fikir yeşertenlere bir nebze muhabbet beslenirdi. Şimdi doğrudan köklerine kibrit suyu dökülüyor. Hem de kolayca. Zaten niye zor olsun ki? Hiyerarşi tamam, makam havucu tamam. Kovayı doldurmak için musluğa koşacak tavşan desen gırla. Onun için kendini zincirin üst halkasında görenler bir işi yapmak istemezlerse, hemen alttakileri öne itiyorlar. Hele bu iş, çetrefilli ya da kılçıklı bir işse.

Bu arada rektör büyük balık sanılıyor. Sanılmasın. Onun da üstünde YÖK, müsteşarlar, bakanlar ve daha kimler kimler var. Daha yakın zamanda Ege Üniversitesi eski rektörünü kamudan ihraç ettiler. Ancak ondan önce üniversitede temizlik yapması beklendi. Akademisyenlerin listelerini güzelce hazırladı, üstlerine iletti. O listedekiler de üniversiteden atıldı. Listenin gönderildiği zaman, BBC Türkçe rektöre sorduğunda “YÖK’e karşı olarak herhangi bir açıklama yapmam söz konusu değil,” demişti. Devran kısa sürede döndü ve sıra rektörün kendisine geldi. Rektör gitti gitmesine ama liste icraatı bir türlü gündeme gelmedi.

Aynı zamanlarda YÖK büyük balık olmanın hakkını verdi doğrusu. Atılacak akademisyenlerin listeleri önlerine yığılırken hemen savunmaya geçti. Olayın YÖK ile ilgisi yoktu. Listeleri üniversitelerin kendileri göndermişti. Tamam. Diyelim ki rektörler işgüzarlık yaptılar. Fakat YÖK’ten birisi de çıkıp “Bu nasıl iş? Akademi birbirini gammazlama yeri değil,” diye itiraz etmedi. Kısacası YÖK topu çevirip taca attı.

Mevcut durumu olağanlaştırdığımı sanmayın. Akıl sağlığım için sakin sakin yazdım. Yoksa avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum: Ey büyük balıklar! Akademik özgürlüklerin iğdiş edilmesinde, şu sefil hiyerarşinin muhafazasında sizin de payınız var. Başkasına yaptırınca ya da yapılanları onaylayınca temiz kalırız sanıyorsanız fena halde yanılıyorsunuz. Hem de çok fena. Onlar yapmadı, siz yaptınız.

Şunu duymadığım hafta geçmiyor: “Ben ses etsem ne değişecek?” Açıkçası, bir şey değişmeyecek. Ama en azından sabah kalktığınızda aynaya gururla bakacaksınız. Bu dönemde, bazı arkadaşların gemiyi su üstünde tutmak için özveriyle çalıştıklarını biliyorum. Fırtınalı günler geçecek diye umuyorlar. Ancak dizlerine kadar suyun içindeyken ben bir türlü onlara katılamıyorum.

Eskiden ordinaryüs profesör koridora girince düdük çalınır, diğer hocalar da ofislerinden çıkıp kapı önlerine dizilirlermiş. Ya o zamanlara döneceğiz, ya da özgür ve demokratik bir üniversite için asistan asistan, doçent doçent uğraşacağız... Çok iyimser bir son oldu. Acaba düdükleri dağıtmaya başlasam mı?