Tersleniyor ufaklık: “Gene ders! Ama sıkılıyorum artık ya..

Tersleniyor ufaklık: “Gene ders! Ama sıkılıyorum artık ya.. Bugün  Sevgililer Günü, yetmez mi? Kız arkadaşıma çiçek alıcam şimdi!”  Hiç istifimi bozmuyorum:  “Önce dersini çalışmış mısın onu görelim bir..” İçinden mırıl mırıl: “Hay dersine de mersine de..” demeli başkaldırışlı  sözcükleri yakalayabilsem de, pek duyasım yok; gürültü patırtı istemiyorum.. “Hadi çocuğum..” diyorum yumuşakça, baskı uygulamaksızın sanki; ne ki bu yönteme de alışkın artık; hani buyurganlık yok da bir zorlama var alttan alta.. Bakıyor ki kaçış yok, arka cebinden çıkartıyor kâğıdı.  ”Çok kısa bir özet yaptım ama..”  Tam başlayacak ki okumaya, “Vay kurnaz, “diyorum,  “anlatacaksın, öyle anlaştık.. Koskoca Sevgililer Günü, bunu da bil artık..”  “Pek bir şey ezberlemedim ki.. Hem, dalga mı geçiyorsun benimle?”  “Yoo, neden?”  “Bir de bunu çıkardın başıma da ondan.. Nesi ders ki?”  “Arkadaşına neden çiçek alacaksın, bunu bilsen iyi olur diye düşünüyorum”  “Burayı okula, okulu buraya taşısak?!”: cin mi cinsin, laf ebesi seni; ama dedim ya, kimileyin duymazdan gelmek işimi kolaylaştırıyor: ”Canım abartma,” diyorum, “kafanda ne kaldıysa..yeter..”  

“Sevgililer Günü’nün başlangıcı Roma İmparatorluğu zamanına uzanıyor. Eski Roma'da 14 Şubat günü önemli bir gündü. Gençler, bayram süresince birbirlerinin eşi oluyorlardı. Genç kızlar, isimlerini küçük kâğıt parçalarına yazıp bir kavanoza koyuyorlardı. Erkekler kavanozdan bu kâğıtları çekerek üzerinde hangi kızın ismi yazıyorsa o kızla bayram boyunca beraber oluyorlardı. Birbirine âşık olan çiftler genellikle evleniyorlardı. İmparator 2. Claudius, Roma'yı zalimce yöneten bir hükümdardı. Ordusunda savaşacak asker bulamıyordu. Bu durumun nedeni Romalı erkeklerin aşklarını ve ailelerini bırakmak istememeleriydi. Bu yüzden, Roma'daki tüm evlilikleri kaldırdı. Aziz Valentine de Roma'da yaşayan bir papazdı. Claudius'un yasağına rağmen gizlice çiftleri evlendirmeye devam etti. İmparator bu durumu bir süre sonra öğrendi. Aziz Valentine, tutuklandı ve dövülerek öldürüldü.. Yıllar geçtikçe yavaş yavaş 14 Şubat Aziz Valentine sevenlerin koruyucu azizi ve sevgililerin birbirlerine aşk mesajları yolladığı bir gün haline geldi ve Sevgililer Günü olarak kutlanmaya başladı…”   “Tamam,” diyorum, “git götür şimdi sevgiline çiçeği!” “Sağol!” diyor, mutluluktan uçarcasına çıkıp giderken.   Bir ağırlık çöküyor üzerime, biraz kestireyim istiyorum.. Düşümde bir karabasana dalıyorum: Beni tutukluyorlar: Suçluymuşum. İdam edileceğim.. Dünya ayaklarımız altında bir tepede ufaklıkla söyleşiyoruz.. Bizi az bir zaman için yalnız bırakmışlar. Neden kaçmıyorum ya da kaçamıyorum o boşlukta bilemiyorum. Bizim ufaklık, “Nasıl bırakır gidersin beni!” diyor. Avuçlarıma seller gibi boşanıyor gözyaşları. O al al yanaklarını delicesine öpüyorum muyum ısırıyor muyum ve yanında 30 yıllık sevgilim Nazan’ın en derinliklerinde kokusu tanımlanamaz ruhunu mu kokluyorum bir ayrılış töreninden çokça ağıtlar kopararak içimde?!  Ünleyenler var.. İnfaza mı bekleniyorum artık? Hayır, aşağıda birden beliren bir ormandan geliyor çağrılar. Ayaklarım süründükçe bitkilere, o yeşillerin altında göremediğim insanların fısıltılı seslerini o serin üşütücü yeller mi getiriyor, yürüdükçe her yanımı saran ürpertilerle.. Gömütlük gibi de sanki, ama gömütlük değil.. Bizim ufaklık ve sevgilim tüm yeryüzünün çiçekleriyle geliyorlar arkamdan. Ama her yer yabanıl bitkilerle kaplı ve her birinin altında birisi..Yaklaştıkça tanıdık yüzler.. İşte şurada Mustafa Suphi, Mine Bademci.. Az ilerledikçe  Denizler, Mahirler.. Erdal Eren..  ve gittikçe çoğalıyorlar.. şurada Spartaküs, şurada Olga Benario, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Che.. Şurada  Jara.. James Conolly, Martin Luther King.. Bak Rosenbergler.. Onlara, “Bütün sevdiklerimin adları gibi, adınız geliyor aklıma” diyen Anday’a da bırakasım var ama bu çiçekler yalnızca öldürülenler, benim sevgililerim için ve bu uçsuz bucaksız orman onlara ait.. Elleri uzanıyor bana.. Oradan alıp çekip çıkarmam gerek onları.. Bir şey yapamıyorum, yapamıyorum.. Yanlarından geçip tıpış tıpış gidiyorum infaza.. Tam hangi noktada sıçrayarak mı fırlayarak mı uyanıyorum, bilemiyorum. Terden sular içindeyim ve evdeyim. Ne düştü de o denli gerçekti bu kez gerçeklerde düşler: Sevdiklerim, Sevgililer Günü’nde beni cezalandırıyor muydu yoksa: “Sen o tarafta ne yapıyorsun diye?!”  Palas pandıras giyiniyorum.. Caddeye çıkıyorum, köşedeki çiçekçiye.. Çiçekler duruyor orada.. Bir alt sokaktakine gidiyorum, ondakiler de duruyor.. Tek tük birileri alıyor…