Halkımızın bir bölümü siyah derili insanlara, biraz da küçümseyerek “Arap” der.

Halkımızın bir bölümü siyah derili insanlara, biraz da küçümseyerek “Arap” der. Bu tutumda hem milliyetçilikle ırkçılık arasındaki tehlikeli yelpazeden bir dilim yansır, hem de kimin ne olduğunu anlayamayan “kara” cehalet…

Önceki gün Rusya’da bir skandal çıktı. Rusya Federal Göçmen Servisi'nin Basın Sözcüsü Konstantin Poltoranin, BBC'ye verdiği demeçte “Beyaz ırkın geleceği tehlikede” dedi ve işinden kovuldu.

Federal Göçmen Servisi denilen şey, İçişleri’ne bağlı da olsa, yabancılar tarafından ayrı bir imparatorluk gibi algılanan bir kurum. Sanki “Yabancılar Bakanlığı”. Rusya’da oturan, oraya çalışmaya veya okumaya giden, hatta kısa süreli bir turistik geziye çıkan bütün yabancılar, bu kurumun koyduğu kurallara uymak zorundadır.

Basın sözcüsü, bir kurumun vitrinidir. Öyle her önüne gelen o koltuğa oturtulmaz. Kovulan sözcü, Boris Yeltsin zamanının ünlü liberal bakanlarından Mihail Poltaranin’in oğluydu.

BBC’nin Rusya’daki mültecilerle ilgili hak ihlalleri konulu sorularını cevaplarken şöyle deyiverdi:

“Asıl gündemde olan mesele, beyaz ırkın geleceğidir. Rusya’da bu sorun hissedilir haldedir. Bu konuda ilişkilerin, kan karışımının doğru bir rejimde gitmesi doğrultusunda kurulması gereklidir.”

Poltoranin, çoğu Rusya'yı tramplen olarak kullanıp AB ülkelerine yönelen Afrika ve Ortadoğu kökenli mültecilere karşı Batı’nın uyguladığı politikayı eleştirmeye ve AB’yi de aklınca “beyaz ırkı korumaya” davet etmeye çalışıyordu. Sonuç, skandal oldu.

Bu demeç, hem Batı’da hem de Rusya’da ciddi yankı doğurdu. Federal Göçmen Servisi yönetimi, “Üst düzey bir yetkilinin böyle bir şey söylemesi kabul edilemez” diyerek Poltaranin’i kovdu. Kremlin bu kovulmayı onayladı.

Aslına bakarsanız, bu demeç de, ona gösterilen tepkiler de, sözcünün görevden alınması da, kendisinin “Hayır, ben kendim istifa ettim; ırkçı değilim” açıklaması da fazla önemli değil.

Ne var ki Rusya’da oldukça yaygın olan milliyetçi, hatta ırkçı görüşlerin bir gün resmî bir ağızdan nasıl dökülüverebileceğinin görülmesi açısından olay ilginçti. Bir görüşü toplumda yaygın olarak savunur, üstelik kamuoyu desteğini de arkanızda hissederseniz, medya ve Batı karşısında söyleminiz ne derece “demokrat, özgürlükçü, liberal” falan da olsa, bir gün baklayı ağzınızdan çıkarıverirsiniz.

Konuyu geniş biçimde haberleştiren Rusya’nın liberal ve en etkili internet gazetelerinden Gazeta.ru’ya baktım. İlgili haber ve yorumların altındaki okur tepkilerinde şu tür cümleler vardı:

-         Poltaranin’in suçu, açık konuşması. Eğer “beyaz ırk” yerine, “uygarlığın geleceği”, “Avrupa kültürü” gibi laflar etseydi cezalandırılmazdı.

-         Ben mantıya hem mayonezi, hem de ketçapı aynı anda karıştırmıyorum. Acaba ben de “mutfak ırkçısı” mıyım?

-         Bu kadar tepki niye? Her halk kendini korumak ister!

-         Görevden alma hamlesi, yine iktidarın Batı’ya hoş görünme çabası. Ya da Batı’daki banka hesaplarını koruma gayreti. Yoksa kendileri de Poltaranin’le aynı görüştedir.

Ve çok sayıda “Yorum moderatör tarafından kaldırılmıştır” notu. Küfürlü konuşmalardaki “biip” misali…

Son bir ayrıntı daha: Belki tesadüftür, ama “beyaz ırk tehlikede” açıklamasının yapıldığı gün, faşist Almanya’nın lideri Adolf Hitler'in doğum günüydü.


**

‘Ayrı dünyaların insanlarıyız’

Türk filmlerinin klasikleşmiş bu cümlesi, genellikle birbirlerini seven, biri yoksul biri zengin gençler tarafından dile getirilir.

Seyircinin bir bölümü de bıkkınlıkla tepeden bakma karışımı bir ifadeyle bu “acılı” cümleye güler geçer. Aslında başkalarının aşk ve ızdıraplarına gülmek pek terbiyeli bir tutum değildir.

Ama bazen başka çareniz kalmaz. Moskova’nın merkezi yerlerinden Puşkin Meydanı’nda böyle bir gülücük ağzıma yapıştı kaldı. Ne yaptımsa onu dudaklarımdan silemedim. 

Ve dilimde hep o bildik “Made in Turkey” cümle:

- Biz ayrı dünyaların insanlarıyız sevgilim!

*    *    *

Sevgililerden biri Anadolu’nun bağrından kopmuş, Moskova’yı fethetmeye gelmiş. Tavırlarına ve yanık tenine bakılırsa buradaki inşaatlardan birinde çalıştığı tahmin edilebilir. Bir elinde tespih. Belli ki burada ilk aylarında henüz.

Öteki eliyle genç bir kızı belinden sıkıca tutuyor. Kız ondan en az 7-8 yaş küçük, bembeyaz tenli, pek narin. Yürüyüşüyle ulusal değil, cinsel kimliğini vurguluyor.

Yanık tenli ihtiyar delikanlı kolunu kızın boynuna doluyor. Bana kalırsa karakucağı çağrıştıran bu yöntemle kızı bunaltıyor. Ama kız halinden memnun.

Ben ne kadar tencere ile kapak arasındaki uyumsuzluğu öne çıkarma fesatlığına kaptırsam da kendimi, alan razı satan razı; çiftimiz Puşkin Meydanı’nın yıldızı! 

Bir eliyle kızı sımsıkı garantiye almanın rahatlığını yaşayan delikanlımız, öteki eliyle afilli tespih sallıyor. Gözlerinde bir ışıltı, dudaklarında bir kıpırtı.

Acaba mutluluktan bir türkü mü söylüyor? Mesela, “Dilo dilo yaylalar”ı? Bu türküyü duymamıştır herhalde Puşkin Meydanı…

Kız hiç de öyle “Yaylalar yaylalar” diye türkünün nakaratını tekrarlayacak birine benzemiyor. Hatta türkülerden hoşlanmadığına bahse girerim. O hızlı dansları seviyordur herhalde. Bizimki de böyle “alafranga müzik”ten haz etmez…

*  * *

Acaba nerede, nasıl tanıştılar?

Arkadaşları mı tanıştırdı? Yoksa bizimkisi güç bela ezberleyebildiği Rusça kelimeleri Türk aksanıyla telaffuz ederek “çıkma teklifi” mi etti kıza?  

Kıza aşık mı acaba? Önceki hayatında böyle güzel bir kıza bu mesafeden bakabilmiş miydi? Memlekette onu bekleyen kara kuru bir eski sevgi bıraktı mı? Şimdi boşanmayı mı düşünüyor? Eşine ve çocuklarına para göndermeyi ihmal ediyor olmasın? Belki de kızı kendine bağlamak için sık sık hediyeler alıyordur…

Ya kız onda ne buldu? Genç yaşına rağmen yaşadığı hayal kırıklıklarından sonra bu delikanlının dürüst ve mert tavırlarından mı etkilendi? Aşık mı, yoksa öylesine mi?

Aralarındaki dil sorunu, çok konuşulması durumunda sıkça yaşanacak hırgürleri ortadan kaldıran olumlu bir etken mi ona göre?   

*   * *

- Biz ayrı dünyaların insanlarıyız sevgilim!

Bu cümleyi bir de Rusça’ya çeviriyorum içimden. I-ıh, o etkiyi yapmıyor.

Puşkin Meydanı’nda iğne atsan yere düşmüyor. Her biri kendi öyküsünün eşsiz kahramanı nice insan gizli bu kalabalığın arasında.

Bir de Türk işçisi ve genç bir Rus kızı gezermiş bu meydanda, ne çıkar yani? Ben de onları birbirlerine uyduramaz, “ayrı dünyaların insanları” ilan edermişim! Kıskançlık değil mi benimkisi? Birbiriyle yıllar boyu yaşayan eşler bile “ayrı dünyaların insanları” değil midir aslında?


**

İyileşmeyecek hastalık yoktur

Bu isimle bir kitap çıktı. Yazarı Prof. Mikhail Tombak. Kuraldışı Yayınları’ndan çıkan kitabın mesajı önemli: “İyileşmeyecek hastalık yoktur. İyileşmek için doğadan yararlanmasını bilmeyen hasta vardır”.

150 Yıl Yaşayabiliriz kitabının yazarı, Moskova Sağlık Bilimleri Merkezi eski başkanı Profesör Tombak bu kez çeşitli hastalıkların çözümünün insanın kendisinde, evinde, elinin altında olduğunu anlatıyor.

Bitkiler ve organik ürünleriyle doğanın tüm hastalıklar için şifayı barındırdığını belirten Tombak, Batı tıbbının kanser, şeker, kemik erimesi gibi bazı kronik hastalıkların tedavisini mümkün görmemesine itiraz ediyor. Ayrıca sık rastlanan pek çok hastalık için hemen doktora koşulmasının da yanlış olduğunu söylüyor.

Özellikle bitkilerin kullanımıyla evde rahatça yapılabilecek, basit ama etkili doğal tedavi kürleri tavsiye eden Tombak’ın doğal-bitkisel yollarla mücadele önerdiği 151 hastalıktan bazıları şunlar:

Alkol bağımlılığı, basur, baş ağrıları, boğaz ağrısı, böbrek rahatsızlıkları, bronşit, çıbanlar, damar sertliği, egzama, göz rahatsızlıkları, grip, iştahsızlık, kabızlık, kansızlık, karaciğer rahatsızlıkları, kemik, eklem ve kas ağrıları, mantar, menopoz, mide yanmaları, ödem, ritim bozukluğu, şeker, şişkinlik, şişmanlık, tansiyon, tiroit, uykusuzluk, yanıklar.