Toronto’da geçen çok film seyretmiyoruz. Tesadüf, “Chloe’den (Büyük Hata) iki hafta sonra yine Toronto’da geçen bir film var karşımızda ve teması...

Toronto’da geçen çok film seyretmiyoruz. Tesadüf, “Chloe’den (Büyük Hata) iki hafta sonra yine Toronto’da geçen bir film var karşımızda ve teması yine ensest. Hadi birincisinin teması benim yorumum diyelim ama bu kez filmin neden söz ettiği son derece net. Sınırları ihlal edip, ahlaki açıdan çıkmaz sokaklara girmekten söz ediyor film.
İki genetik mühendisi Clive (Adrien Brody) ve Elsa (Sarah Polley) çalıştıkları firma için yeni yaratıklar üretiyorlar. İkili iş arkadaşı olmanın yanı sıra, sevgililer de. Ürettikleri tırtıl irisi yaratıklar ilk başta barış ve aşk içinde birlikte yaşıyorlar. Fakat dişi tırtıl cinsiyet değiştirip erkek olunca kan gövdeyi götürüyor. Şirketle çıkan sorunlar iki sevgiliyi gizlice deneyler yapmaya itiyor ve aşılmaması gereken bir sınır aşılıyor. Bu sınırı daha önce Doktor Frankenstein ve Sinek (The Fly) filminin biliminsanı da aşmıştı. Bu biliminsanının, Tanrı ile arasındaki sınırı kaldırması gibi gözükse de işin tabii ki Tanrı’yla alakası yok. İnsanın kobaya indirgenmesi, insan üzerinde deney yapılması aşılmaması gereken ahlaki sınırlar.
ELSA ENSESTİN ÜRÜNÜ
İşte bu sınırı aşıp, insan DNA’sı da katarak yarı hayvan yarı insan bir yaratık üretiyor ikili. Dern adını verdikleri bu kuyruklu, hayvan bacaklarına sahip kıza özellikle ‘anne’si Elsa çok bağlanıyor. Fakat Elsa’nın karanlık bir aile geçmişi olduğunu öğreniyoruz. Annesi ona hayvan muamelesi yapmış.
Babası ise kim belli değil (en azından seyirci açısından). Elsa’nın bir ensest ilişkinin ürünü olduğu filmin gelişmesi dikkate alınırsa, rahatlıkla düşünülebilir. Dern’e kız dediysek de bacaklarının arasından da upuzun, son derece fallik görünümlü bir kuyruk sallanıyor (kızın bu androjen görünümünün özellikle vurgulandığı en az bir sahne var). Ve bu kuyruğun ucunda da sokan zehirli bir iğne bulunuyor.
SÜNNET SONRASI ERKEK OLMAK
Hayvanla insan arasındaki sınırı  ihlal eden, arada bir bölgede var olan Dern’e ensest yasağı koymak imkânsız. Nitekim, cinsel arzularına sınır konulamayan Dern önce Clive’la sevişiyor. Elsa, yorumlaması zor bir kararla kızını kastre ediyor, yani kuyruğunun ucunu kesiyor! Fakat bu sünnetin ardından Dern erkeğe dönüşüyor ve…
Gerisini sizin fantezinize bırakıyorum.
Cinsel ve bilimsel sınırlar ve bunların ihlalinin üretebileceği sorunlar üzerine enteresan bir konusu olmakla birlikte ‘Deney’ vasatı pek aşabilen bir film değil.
Vincenzo Natali, bir Cronenberg, Lynch ya da Scott değil çünkü. Ama yine de takdire şayan bir çabadan söz etmek mümkün.

“SON HAVA BÜKÜCÜ” Bu da son kafa ütüleyici
Son Hava Bükücü iki boyutlu tasarlanıp sonra, daha karlı olacağı varsayımıyla üç boyutluya dönüştürülen talihsiz filmlerden. Talihsiz çünkü o koca gözlükleri takmak, yarattığı baş ağrısını çekmek ve çok karanlık bir film izlemek durumundasınız. Karşılığında aldığınız da fazla bir şey yok.
Shyamalan, new age (yeni çağ) felsefesine hep yakın bir yönetmen olmuştu. Şimdi aslında tam da aradığı malzeme var elinde. Ruhlar dünyası, bir amaçla dünyaya gelmiş kahramanlar, Hint ve Uzakdoğu felsefesi falan bu kez doğrudan doğruya ortada. Ama ne yazık ki, heyecansız, ruhsuz bir film SHB. Hiçbir kahramanı yakından tanıyamıyor, empati kuramıyor ya da sorununu anlayamıyoruz. Su, hava, toprak ve ateş bükücüler var. Bunları dengede tutan bir de Avatar denilen çocuk. Avatar ortadan kaybolunca denge bozulmuş. Ateş bükücüler terör estirmeye başlamış.  Avatar yeniden ortaya çıkıyor ve dünyaya düzeni geri getirmeye çalışıyor.
En enteresan hikâye babasının dışladığı, kız kardeşiyle rekabet içindeki Ateş Bükücülerin prensi. Ama bu hikâyede ham haliyle duruyor. Filmin yakmayan ateş topları bu filmi en iyi temsil eden şey.