Bir açıklama bağımlısı

ZEYNEP BİLGİN

Metin Fidan, günümüzün ince mizah dilini şekillendiren mütevazı isimlerden. Gırgır sonrası LeMan kuşağı, onu ve efsane köşesi Ayrıntılar’ı çok iyi hatırlıyor. Şimdi de Karakarga’dan çıkan bir kitapla karşımızda: Jüpiter Kaç Lira? Kitap, Metin Fidan’ın aynı keyifli dilini kullandığı ve çok daha özgürce düşünerek yazdığı ilk mizah öykülerinden oluşuyor.

-Sizin kitabınız Jüpiter Kaç Lira kitabevi raflarındaki yerini aldı. Öykülerinizi mizah dergilerinden okumaya alışkın bir kuşak var. Kitaptaki öyküler daha önce yayınlandı mı? Mizah dergilerini ya da öykülerini yeni okuyan kesime de ulaşabileceğinizi düşünüyor musunuz bu kitabınızla?

Bir-iki tanesinin basım öncesi, tanıtım amaçlı olarak dergideki köşemde yayınlanması dışında, 28 öykünün tamamı bu kitap için 2017 - 2018 arasında yazıldı. Yazarların elbette olabildiğince çok insana ‘ulaşma’ kaygısı vardır. Herkes söylediklerinizi anlasın, beğensin istersiniz. Ancak yaşamda, edebiyatta, garantili olarak bu yöntemi uygulayabileceğiniz matematiksel, dijital bir dil yok. Herkese ulaşacağım diye istediğiniz kadar kıçınızı yırtıp, sade ve yalın (ortalama, popülist) olmaya çabalayın, mutlaka gene karmaşık (yani size özel) kalacaktır yazdıklarınız. Bana özel olan o şeyi de, istesem de değiştiremem. O karışım her ne ise, dergi yazılarında da, kitaptaki öykülerde de aynısı kullanıldı. Sadece konulduğu kaplar farklı.

-Siz hem öyküler yazıyor hem de karikatür çiziyorsunuz. Birbirinden farklı disiplinler oldukları için zorlanıyor musunuz bu iki alanı bir arada yürütmekte?

Hayır, bunun zor bir tarafı yok. Birbirlerini olumlu anlamda tetikliyorlar sayılır. Karikatür, abartma, yani gösterme ve rahatça ortaya koyma yanımı bileyliyor, keskinleştiriyor. Öykü, roman gibi belirli bir türe ait şeyler yazmak da sorgulama ve çözümleme yapma becerisini geliştiriyor. İki iş arasındaki zor değil de, tuhaf durum şu olabilir belki: Yazarlık, daha entelektüel bir uğraş olarak kabul gördü hep; karikatüre ise (çizgi-roman hariç) daha bir sokak sanatı, biraz üvey evlat olarak bakıldı. Tabii ben ikisini de eşit seviyorum. Öz çocuğumu da, üvey evladımı da!

-Uğur Gürsoy, Umut Sarıkaya gibi karikatüristler de sizden çokça etkilendiklerini ifade ediyorlar. Günümüz ayrıntı ve tespit mizahının yaratıcısı olarak kabul ediliyorsunuz. Sizi ilgiyle takip etsek de hakkınızda çok az şey duyabiliyoruz. Neden?

Günümüz ayrıntı ve tespit mizahının yaratıcısı değilim. Böyle düşünenler varsa onlara iltifatları için teşekkür edeyim en azından. Ama değilim. Durum tesbitleri yapmak, detaylara önem vermek her zaman ve herkesin kafasında vardı. Zaten bu iki meseleyi halledemezsiniz, hiçbir alanda sahici üretimler gerçekleştiremezsiniz. Yalnızca bu bakış açısını, bu ekolü tüm zihin gücümle sürdürüyorum. Çünkü öyle yapmayı, çok seviyorum! Sürekli tesbitler yapmak, olayların ve nesnelerin ayrıntılarına inmek, açıklamalarda bulunmak. Ben bir açıklama bağımlısıyım. Hayatta yazı ve karikatür yolu ile her şeyi açıklayabileceğime inanıyorum!

Hakkınızda çok az şey duyuyoruz, ifadenize gelirsek: Hakkımdaki şeylerin neredeyse yüzde doksanını köşe yazılarım ve öykülerimde demirbaş malzeme olarak, tepe tepe kullandım! Daha ne duymak isteyebilir ki bir okur? Mesela dün saçımı kısa kestirdim. Kardeşim “çok güzel olmuş ağbi” dedi! Bunu da mı söylemem gerekir, bunun bilinmesi ilginç mi olur? Fotoğraf, resim diyorsanız eğer; onu geçelim. Bu küçük röportajı vermek bile benim için riskli bir değişiklik! Şu an bana hâlâ saçma geliyor bunları anlatışım. Niye soru soruluyor, niçin cevaplıyorum!?

-Çizgilerinizde ve öykülerinizde esin kaynaklarınız neler, kimler?

Abajurlar... köpekler... asansörler... herşey. Yazı sofrasında esin kaynağı seçmem, ne eserse tutup yerim! Üslupları ve okurla kurdukları ilişki anlamında ise, Zoşçenko’nun, Engin Ergönültaş’ın ve Dostoyevski’nin adlarını anmazsam ayıp olacak elbet.