İzleme deneyimi, çıkışın imkânsız olmadığını (bir an için bile olsa) düşündürtebiliyor...

İzleme deneyimi, çıkışın imkânsız olmadığını (bir an için bile olsa) düşündürtebiliyor. Medeniyet kaybının artarak, trajik boyutlara ulaştığı günümüzde izlediğim sergi; tarih dizgesi içinde anlamlı bir yere oturmakta.

Dünyanın tamamı kaç fotoğrafa sığar: Bir fotoğraf mı, on fotoğraf mı, yedi yüz mü, on bin mi, bir trilyon mu? Varlığı tartışılan ve var olan dünyaları görebilmek için kaç dünya fotoğrafı gerekir? Dünya, fotoğraf imgelerinde var olabilmek için kaç poz çektirmelidir?

Josef Koudelka’nın objektifinden bakarken, evrenin tamamının fotoğraflanabilir olduğu izlenimini ediniyor insan; tek ve ölümcül olan evren, çok parçalı ve kalıcı olmak için fotoğraf çektirmek istiyor sanki. Fotoğraflardaki, yeryüzü ve insan suretleri, başkalaşarak kişisel tarihimizle kesişiyor.

Ca' Pesaro, Venedik'te Büyük Kanal'a bakan barok stili mermer sarayda (modern sanatlar müzesi) başlayan Josef Koudelka retrospektifi, sanatçının hayat hikâyesini kronolojik olarak izlememizi sağlıyor. Başlangıçlar, Tiyatro, Çingeneler, İşgal, Sürgünler, Kaos başlıkları altında toplanan anlar,   Eylül ayında ise Atina’ya taşınacak 300’ü aşkın orijinal fotoğrafı, müzedeki 3 ayrı katta sergileniyor.

O an, tek, eşsiz/unic bir andır. Asla bir benzeri bir kez daha yaşanamayacak, yinelenemeyecek bir zaman dilimidir. An, "En kısa zaman birimini"nin karşılığıdır. Süresi, yaşanan o anın zamanına, yoğunluğuna, anlamına ve etkisine göre değişir. 1968 Çekoslovakya’sında saatler  -sekiz’e sekiz kalayı- gösterdiğinde Koudelka, deklanşöre dokunur. Ve ‘mühürlenen zaman’ tüm insanlığın belleğine kazınır.

Kişi, müzenin katları arasında gezinirken, dünyanın belleğine göz atabilir, pek çok ‘an’ı algılayabilir. "Acı çekmek çok uzun bir an'dır" diye başlayan Oscar Wilde’ın  De Profundis adlı muazzam eserini anımsayabilir.

Koudelka’nın Kral Übü, Godot’yu Beklerken, Kral Lear, Kel Soprano, Ostend’den Masklar, Üç Kızkardeş, Aşk Saati, Lorenzaccio gibi prodüksiyonları görselleştirdiği, tiyatro bölümünde izlenen fotoğraflar disiplinlerarası ilişkinin güçlü örneklerini oluşturmakta. Koudelka, klasik ve modern tiyatro yapıtlarını gözlemlediği, görselleştirip motifleştirdiği, yer yer tuvalleşen çalışmalarıyla da varoluş ‘Tiyatro’sunun imgesel metinlerini bizlerle paylaşmakta. Fotoğraflar grinin, bir tür sisin içinde beliriyor. 

John Berger, fotoğrafın alternatif kullanımını tartışıyordu; “fotoğraflar geçmişin izleridir. Yaşayanlar o geçmişi benimserlerse, geçmiş insanların kendi tarihlerini yaratma sürecinin bütünleyici bir parçası olursa, o zaman bütün fotoğraflar yeniden canlı bir bağlama kavuşacaktır; hapsolmuş anlar olmaktan çıkıp zaman içinde varolmaya devam edeceklerdir.” Çekoslovakyalı fotoğrafçının objektifinin yansısı, kişi de Berger’in cümlelerini karşılayan netlikte, şimdi de asılı… Ve belleğimizde ve günümüzde ve geleceğimizde…

Josef Koudelka’nın sergisinde izlediğimiz fotoğraflar, kendi içlerinde bir başlangıcı ve sonu (ya da sonsuzluğu) ifade etmektedir. Fotoğraflarındaki her imge mükemmel bir anın kutsanmasıdır. Her imge belleğe bulanmıştır, istediğimiz kadar unutalım; bellek evrene destek olan yapıların bir parçasıdır.