Geçenlerde bir arkadaşımızın evindeydik. Laf lafı açarken kendimizi yine ve yeniden, yakın dostum, bu sayfanın emektarı, emekli öğretmen Ünal Özmen’in köy öğretmenliği...

 

Geçenlerde bir arkadaşımızın evindeydik. Laf lafı açarken kendimizi yine ve yeniden,  yakın dostum, bu sayfanın emektarı, emekli öğretmen Ünal Özmen’in köy öğretmenliği anılarının ortasında bulmuştuk. Bir yanda benim gibi içki içmesini bilmeyenler, öte yanda rakı şişesinin dibini görmeden keyfe keder hallere giremeyenler arasında konu yine eğitime gelmişti. Tanıyanlar bilir; Ünal hoca, ‘ateist ermiş’ kontenjanından mutlaka cennete gidecek ve fakat orada mütevazı kişiliği, sakin mizacı ve sonsuz güzellikteki öğretmenlik anılarıyla Tanrı’yı bile baştan çıkaracak özelliklere sahiptir. Eminim, Tanrı da Ünal hocayı dinledikten sonra benden daha ulu, görkemli ve dürüst varlıklar varmış diye postunu Ünal hoca lehine terk edecektir. 

Ünal hocanın 1979’da başlayan ve çoğunlukla Kürt illerinde geçen öğretmenlik anıları aslında ‘bilge öğretmen’ tipinin geçmişte kalan izlerinin çok güzel bir kanıtı. Eğer öğretmenlik anılarını yazarsa, eminim öğretmenlik mesleği ve öğretmen tipindeki dönüşümü daha net görebileceğiz. O dönemlerde aydın, sosyal, fedakar ve çoğunlukla sosyalist öğretmen tipi, günümüzden oldukça farklı bir profil çizmişti. Geçmişte köye giden öğretmen, genellikle köy kökenli olduğu için köylülerle, köy kültürüyle bütünleşmede zorluk çekmezdi. Öğretmen, köye vardığında saygıyla karşılanır, ona büyük bir insan muamelesi yapılırdı. Köylüler ne yerseler aynısını öğretmene de yedirirlerdi. Öğretmen o zamanlar, o pek de uzak olmayan geçmişte imama göre daha bilgili, aydın, fedakâr ve dürüst olduğu için ön panda tutulurdu. Öte dünyaya dair bir dolu gereksiz bilgiye sahip imama saygı gösterilir ama günlük hayat pratiği içinde her türlü sorunun çözümünde imama değil, öğretmene danışılırdı.  Öğretmen, köyün doğal lideriydi. Muhtarı, köyün en yaşlısı, imamı veya köyün en zengin kişisi bir yana; köylüler nezdinde öğretmen, modern dünyanın, bilimin, tekniğin-teknolojinin ve saygıdeğer bir hayatın temsilcisiydi.

Bu bakımdan geçmiş dönemlerin öğretmeni, bencil olmadığı için köylü tarafından sahiplenilmişti. Oysa şimdi bambaşka bir tabloyla karşı karşıyayız. Günümüz öğretmeni kentte doğduğu, şehrin konforuna alıştığı ve yaşam standartlarını fetişleştirdiği için köyde öğretmenlik yapmak istemiyor. Köye atanan öğretmenin düşündüğü ilk şey, ya o köye gitmeden bir yolunu bulup kente kapağı atabilmek ya da o köyde çalışsa bile zorunlu hizmet süresini doldurup bir an evvel oradan kaçabilmek. Köy öğretmenlerinin büyük bir çoğunluğu da köyde oturmuyor; ders zili çaldığında arabasına veya servise atladığı gibi epey uzaktaki kentte yer alan evine, lojmanına yollanıyor. En önemlisi de, eskiden öğretmenlik bir yaşam biçimi olarak görülürken, şimdi sadece gelir, güvence ve statü getiren bir meslek olarak addediliyor. Yine geçmişte öğretmen, öğrencisi tarafından ululanır ve yıllar boyu unutulmazdı. Şimdi öğrenci, hangi öğretmenini hatırlasın ki?! İlkokul öğretmeninin yanına dershane, kurs, etüt merkezi öğretmenleri de eklenince bir dolu öğretmen ediyor.

Öğretmenlik büyük bir dönüşüm geçirdi, geçiriyor. Ünal Özmen gibi bir öğretmen bulmak giderek zorlaşıyor. Ünal hoca, gittiği köylerde sağcı-solcu, yaşlı-genç, zengin-yoksul, sivil-resmi fark etmez; hemen her türlü köylü, hatta devlet görevlisi (Muhtar, ormancı, kaymakam vs.) ile çok rahat anlaşabilmiş, onların üzerinde derin izler bırakabilmiş biri. Eğitim teorisi bilmeden eğitim üzerine bu derece bilgece yazılar yazabilmenin sırrı, bu hayat tecrübesinde saklı. Onun sayfa komşusu, yakın dostu, aynı derginin (Eleştirel Pedagoji) ortağı, mücadele arkadaşı olarak ondan şimdiye değin çok şeyler öğrendim. Birçok eğitim profesörünü cebinden çıkaracak denli zengin, yöntemsel ve bilgili bir bakış açısına sahip olmasında, geçmişte aldığı öğretmenlik eğitiminden ziyade siyasal taraftarlığı ve köylülerle geçirdiği bir hayatın belirleyici rolü olmuş olsa gerek. Bu bakımdan, Dewey’e hak vermek lazım; en iyi eğitim, yaparak-yaşayarak gerçekleşen eğitimdir. Fakat Dewey Ünal hocayı tanısaydı, eminim teorisini herhalde gözden geçirirdi. Zira bir eğitim sisteminin başarısında öğretmenin köylünün dilini kabul ederken o dili yavaş yavaş değiştirmesinin çok önemli bir rolü vardır. İşte Ünal hoca, o sıcak anılarını anlatırken bize aslında bir öğretmenin nasıl olması gerektiğinin de ipuçlarını veriyor. Öğretmen dediğin, eğitirken köylü denilen ve çoğu zaman cahil-cühela olarak görülen insanda insanı görebilen biridir. Günümüz öğretmeni ise köye geldiğinde önce insanı değil de köyün içme suyunu, lojmanını, okulun fiziki durumunu, tuvaletini soruyor ve aradığı konforu bulamayınca hemen moral-motivasyon açısından yıkılıyor. Oysa köye giden öğretmen köyü var eden fiziki şartları değil, önce köylüyü, o insanı görebilmeli; ona göre karar vermelidir. Eğitim, insanı tanımak ve ona güvenmekle başlar. Ünal hocanın öğrettiği şey budur.