Sıcak bir eylül sabahı onu uğurladık… Dostları, yol arkadaşları, sevenleri… O devrimcilerin Ali Butto’su… O bir eğitimci… O bir devrimci… O Yağmur’un babası… O Ali Başpınar...

Sıcak bir eylül sabahı onu uğurladık…

Dostları, yol arkadaşları, sevenleri…

O devrimcilerin Ali Butto’su…

O bir eğitimci…

O bir devrimci…

O Yağmur’un babası…

O Ali Başpınar...

 

Çamlıhemşin doğumlu Ali Başpınar, beş yaşında Altındağ’ın Hıdırlıktepe semtine yerleşiyor. Karadeniz’in yemyeşil dağları, gürül gürül akan derelerinden sonra suyun zorla ulaştığı Hıdırlıtepe’den bakıyor, Ankara’ya, Türkiye’ye ve dünyaya…

Başkentin o yoksul tepesinden açılan küçücük pencereden ailenin tek okuyan çocuğu olarak Ankara’ya bakıyor. Öyle bir bakış ki, onu önce 12 Mart’ın sonra da 12 Eylül’ün zindanlarıyla buluşturuyor.

1981 yılının soğuk bir şubat günü polislere direniyor ve ayaklarından vuruluyor. Sonrası 90 gün Ankara Emniyeti’nin ‘Dal Grubu’ işkencecilerinin kanlı tezgâhlarından çıkmayı beceriyor.

En önemlisi de insanca gülmeyi…

Gülmek, gülmeyi bilen herkese yakışır.

Ali Başpınar’a bir başka yakışıyor…

12 Eylül’ün karanlık günlerinde sekiz buçuk yıl Mamak iki yıl Ceyhan cezaevleri olmak üzere 11 yıl yatıyor…

Ali Başpınar, 12 Eylül mahkemelerinde son sözlerini şöyle haykırıyor: “Bugün burada son sözü bize verseniz de, gerçekte son sözü, sizler nasıl bir karar verirseniz verin, Türkiye halkları verecektir. İnanıyorum ki halkımız bizi aklayacaktır…”

Oysa ne vardı aklanacak…

Onlar, ‘Sevgili yerine çıplak mavzere/sarıldık ey halkım unutma bizi’ türküsünü söyleyen devrimci mücadelenin onurlu öncüleriydi…

Onlara işkenceler yapanlar bu ülkede devletin valisi oldu. Onlar, bizim devrimci öncülerimiz olarak kaldı. Ali Başpınar’ın cenazesinin önünde, onunla 11, 12, 13 yıl yatanlar, işkence hanelerde ölüme direnenler, onun tabutun ardından anlı ak, yüzü pak, dimdik yürüdüler…

O törende 28 yıl sonra sol yumruğumu havaya kaldırdım. Onlarca yıl sonra karşılaştığım yol arkadaşlarımla göz göze bakıştım, sarıldım ve yiğit bir devrimcinin uğurlanışına tanıklık ettim…

Bir devrimcinin ardından; önce 2000 yılında kurucularından olduğu Dostluk Yardımlaşma Vakfı öğrencileri onu anlattı. Sırayla öğretmen yoldaşı Ali Rıza Aydın, Devrimci Yol arkadaşları Mehmet Ali Yılmaz ve Cahit Akçam…

Cahit Akçam’ın konuşması sırasında bizim kuşak ağlıyor, gençler: “Yolumuz Ali Butto’nun Devrimci Yoludur” sloganını atıyordu…

6 Eylül günü sonsuzluğa uğurladığımız Ali Başpınar, inadına 12 Eylül’e 6 kala yaşama veda etti…

Ardından bir oğul bıraktı…

Anasız, babasız bir oğul kaldı adı Yağmur.

Anadolu insanına göre o bir yetim.

Oysa bir devrimcinin çocuğu yetim olur mu?

Sağlığında kurduğu Dostluk Yardımlaşma Vakfı, o ve onun gibi devrimcilerin çocuklarına hem ana hem baba değil mi?

Törene katılan herkesin yüreğini konuşmasıyla dağlayan Cahit Akçam hepsine arkadaş değil mi?

Ve Ali Başpınar…

Seninle, Altındağ’ın Direniş Komitelerinin eylem günlerinde hep bir ağızdan ‘Tek Yol Devrim’ sloganımızı; devrimci gençler senin uğurlama töreninde ‘Devrim için Tek Yol Devrimci Yol’ diye haykırdılar…

O gençlerden Osman’ın yakasındaki yıldızı istedim. Osman, yıldız içindeki fotoğrafını yakama takarken; sana son kez baktım…

Seni yıldız demeti seni…

Seni, ne çok yıldız uğurladı gördün mü?