"Acıların takvimi kahırdönümünü gösteriyordu" 19 Ocak günü. Böyle anlatıyor o meşum günün sene-i devriyesini...

"Acıların takvimi kahırdönümünü gösteriyordu" 19 Ocak günü. Böyle anlatıyor o meşum günün sene-i devriyesini Akdeniz'in ortasındaki dostum. Yasak düşlerin su yüzlü, şiir ruhlu haylaz çocuğu; dilsizleştirilmiş acıların, "söylenmemiş sahipsiz şarkıların yiğit ve vakur sesi Hrant kardeşimiz, yoldaşımız katledileli bir yıl olmuş.

0 bir "sevdalı bir menekşe"ydi; "eflatun/özgürlükte açan/ inci kolyelerle/ süslü / boynuna hiç ölüm yakışmazdı ki". Ama vuruldu, "bir eflatun ölüm" oldu; sanki bir başka "eflatun ölüm"le, Behçet Aysan'la buluşmuş da, sesleniyor bize öte yakadan: "kırgınım, saçılmış / bir nar gibiyim"

"Hrant kaç kere vuruldu" diye bir yazı yazmıştım o katran karası günün ardından. Bir dizi cinayetin toplamıydı çünkü bu cinayet; on yıllardır vurulan darbelerin özetiydi o kurşunlar. Ve cinayet devam ediyor; o 19 Ocak'tan bu 19 Ocak'a daha pek çok kez vuruldu Hrant.

0 bir "hakikat anlatıcısf'ydi; bir de ve belki asıl bunun için katledildi. Hakikatin, özgürleşme ve adalet için hayatî önem taşıdığını çok iyi biliyordu. Dünyanın dört bir yanından milyonlarca insanın, acı deneyimleriyle ve haksızlıklara karşı mücadeleyle demlenmiş ortak dilinden süzülen "hakikat olmadan adalet olmaz" şiarının bu topraklardaki yankısı olmuştu bu nedenle. Onunla birlikte "hakikati" bir kez daha öldürmek ve hakikatin sesini kısmak istediler. Şimdi de "katlinin ardındaki hakikati" katletmek istiyorlar. 019 Ocak'tan bu yana, cinayete dair hakikatin ortaya çıkmasını engellemek için devletin çeşitli kademelerinde sistematik bir çalışma yapılıyor. Komplo teorilerine prim vermemek için veya başka nedenlerle, cinayetin devlet içinde kotarılmış örgütlü bir icraat olduğu tezlerine temkinle yaklaşanlar bile, faillere ve bağlantılarına dönük bu pervasız koruma ve kollama çabasından sonra, eminim yeniden düşünmek zorunda kalmışlardır.

Ümit Kıvanç'ın hazırladığı çarpıcı belgeselde tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor bu "hakikat cinayeti". Hakikatle birlikte adalet de katlediliyor. Öyle bir cinayet ki bu, doğrudan katkıda bulunanlar kadar, onları koruyan ve kollayanları da ve bütün bunları seyreden herkesi de "fail" yapıyor. Ama bu "hakikat cinayetimin failleri arasında ilk sırayı hükümet alıyor hiç kuşkusuz. Zira kendisine bağlı olan bürokratik mekanizmaların çarklarında öğütülüyor hakikat. Ve bütün açık delillere rağmen, sorumluların açığa çıkmasını sağlayacak hiçbir şey yapmıyor hükümet.

Yeni anayasada dokunulmazlıkların bütün kademelerde Avrupa Birliği standartlarına göre düzenleneceğini bildiriyor AKP'nin iki numarası, bir müjde havasında. Sanki mevcut anayasa ve yasalar, "dokunmaya engel"miş gibi. Nasıl inanalım size sayın Dengir Mir Fırat? Önünüzde hiçbir engel yok, buyurun dokunun hakikati katledenlere, katletmeye çalışanlara! Mesela ve bilhassa İstanbul'un Valisi'nden ve Emniyet Müdürü'nden başlayın! Nedir ki size engel? Yoksa siz de Başbakan gibi, hiç sıkılmadan "bekara karı boşamak kolay" mı diyeceksiniz? Bir valiyi ve emniyet müdürünü "boşayamıyor-sanız", ya aranızda tam bir uyum var, en azından herhangi bir uyumsuzluk veya geçimsizlik yok, ya da buna "muktedir" değilsiniz. Gücünüz ve kabadayılığınız, "muktedirlere" değil de, sadece sizden daha güçsüz olduğuna inandığınız kesimlere mi işliyor? Böyle devam ettiğiniz sürece, bu cinayetin devletle birlikte anılmasının ve tarihe de bu şekilde kayıt düşülmesinin baş sorumlusu sizler olacaksınız. Eğer bu ülkenin ve kendinizin onurunu bu lekeden kurtarmak istiyorsanız, bir an önce harekete geçmek zorundasınız.

Bir ülkenin onuru, insanlarının onurlu bir hayat sürmesiyle, yönetimin insan onurunun gereği olan kurallara uymasıyla ölçülür. Adaletsizlik, insan onuruna vurulan darbelerin kadim ve yalın ifadesidir. Adalet, onuru kurtarır ve korur. "Hrant için Adalet için" sloganının anlamı da budur. Bu talebi haykıranların derdi, öncelikle bu ülkeyi bir onursuzluktan kurtarmaktır. Bu ülkeyi Şemdinli, Malatya ve Dağlıca'da adalet adına sergilenen utanç oyunlarından kurtarmak isteyenlerin sesidir bu. Unutmayalım, bu talebin peşini bıraktığımız anda, biz de bu utançlara ortak oluruz ve bizim de onurumuz yara alır. Yani adalet, "Hrant için, bu ülke için ve kendimiz için"dir. Ve Rakel Dink'in, en taşlaşmış yürekleri bile titretebilen o sevdadan örülü, acıdan yaralı içten ve inançlı sesiyle hatırlattığı gibi, "adalet cesaret ister".

Şimdi her yeni günde sormamız gerekir: "Biz bu şafak vaktinin neresindeyiz?" "Hrant için Adalet için" yürümeliyiz her gün yeniden, Hrant'ın sesini sesimizde çoğaltarak. Yoksa, yoksa... "Korku bizim sahibimiz" olur, Behçet Aysan'ın dizelerinde olduğu gibi:

her sabah/ uyandığımda,/ gördüğüm düşü hayra yorarım / açmasına açarım da/ göğsümün altın kafesini/ korkarım / ya bu gece / güvercinler / yüreğimden başka bir ülkeye / göç etmişlerse.