Güngören’de 18 yurttaşımızın yaşamını yitirdiği terör saldırısının ertesi günü, o korkunç fotoğraflar eşliğinde çıkan gazete manşetleri hemen hemen aynıydı:...

Güngören’de 18 yurttaşımızın yaşamını yitirdiği terör saldırısının ertesi günü, o korkunç fotoğraflar eşliğinde çıkan gazete manşetleri hemen hemen aynıydı:

 “Kahpeler” (Bugün. 28.07.2008)

“Alçaklar” (Güneş. 28.07.2008)

“Katiller” (Takvim. 28.07.2008)

“Vay be” dedim kendi kendime, “Ne kadar da cesurlar!” Öyle ya bu olayın sorumlularından bahsediyorlarsa devletin manevi şahsiyetine hakaretten tutuklanmaları işten bile değildi.

Olayın hemen ardından “PKK’dan Sivil Katliam” (Hürriyet. 28.07.2008) manşetiyle çıkan büyük gazetemizi görünce anladım her şeyi. Her zamanki gibi, asıl suçluları aklamaya ve işi mahallenin ‘azılısına’ mal edip bu dosyayı da kapatmaya memur edilenler tereddüt etmeden hamaset kılıçlarını çekmişlerdi yine. Yitip giden canların acısıyla, öfkesiyle çıldırma noktasına gelen insanların zaaflarını yularından yakalayıp gazetecilik yapıyorlardı, alıştığımız üzere..

Ardından polisimizin büyük başarısıyla onurlandığımızı öğrendik. Olayın sorumluları yakalanmıştı. Faillerin ifadeleri alınırken İçişleri Bakanı bu işin altından da ‘kalktığımızı’, intikamımızın alındığını müjdeledi ekranlardan.

Ardında ölüler, yaralılar, acılı yakınlar, psikolojisi bozulan insanlar bırakan bu katliamı da aydınlatmış oldular böylece. 70 milyonluk bir halka bu büyük acıyı yaşatanlar topu topu 8 kişiymiş meğer. Yazıyla sekiz! 8 cani. 8 yaratık. 8 ‘İçimizdeki İrlandalı.’

Hainler, ebeveynlerinden aldıkları terbiyeyi ve okulda aldıkları eğitimi unutup, demokratik, laik, sosyal, hukuk devletinin kendilerine vaat ettiği mutlu ve huzurlu geleceği tepip, on binlerce görevli istihdam eden MİT’i, polisi, Jitem’i de atlattıktan sonra bu işi yapmışlardı.

8 zanlı hariç herkes dışarıda olsa da bir dahaki saldırıya kadar içimiz rahat edebilir artık.

Tabii ki eğer Hürriyet gibi düşünseydik.

Düşünmüyoruz elbette. Bu yüzden Konya’da kaçak bir Kuran kursunun enkazı altında kalan 18 canımızın acısını da gaz tesisatçısı, yurt müdürü ve müteahhitten müteşekkil ‘ihmalci’lerin tutuklanması dindirmiyor. Haberimiz yok deyip işin içinden çıkan Diyanet’inin de, belediye başkanının da, kaymakamının da, valisinin de, milli eğitimin bakanının da, içişleri bakanının da, başbakanının da olaydaki sorumluluklarını düşünüyoruz sürekli.

Çünkü ormanlarımızı yakanların, hızlandırılmış trenlerde yurttaşlarımızı öldürenlerin, trafik kazalarında birbirini ezenlerin, sokaklarda çocukları bombalayanların yalnızca dikkatsiz köylüler, uykucu makinistler, trafik canavarları ya da gözü dönmüş teröristler olduğuna inanmıyoruz artık.

Ama her kim ki “Ölüyoruz, biz ölüyoruz!” diye haykırsa, “Öldüren de siz” yanıtını yapıştırıyorlar suratına. Bu yanıta inanmamız için ellerinden geleni yapıyorlar. Katliamları, felaketleri, açlığı, işsizliği Yurttaş Ahmet’e, Terörist Mehmet’e, Çiftçi Mustafa’ya yükleyip sorumluluklarını gizliyorlar. Binlerce canımızın yitip gittiği 99 Depreminden dolayı Müteahhit Veli Göçer dışında şu an cezaevinde olan kim var, bir düşünün. Dönemin Bayındırlık Bakanı Koray Aydın’ı elbirliğiyle nasıl da akladılar bir hatırlayın.

Siyasilerin o kokuşmuş klişelerden geçilmeyen olay sonrası beyanatları da, iliştirilmiş medyalarının dili de bu büyük oyunun bir parçası. Bölünme, yıkılma, gerileme tehditlerinin altında suçlarını gizleme kaygıları yatıyor. AB üyeliğimize de bu yüzden karşılar; demokratikleşmeye, şeffaflaşmaya, barışa, bir arada yaşam iradesine, kardeşliğe de bu yüzden tahammül edemiyorlar.

Onlara göre, İstanbul’da bir arazide ölü bulunan 13 göçmenin haberini ‘Herkes Katil’ (BirGün. 31.07.2008) manşetiyle duyuran gazetecilik anlayışı köhnemiş, modası geçmiş, duvarla birlikte yıkılmış bir zihniyetin ürünü. ‘Herkes nasıl katil olur’ diye vicdanımızı yargılıyorlardır eminim, o meşhut mantıklarıyla. Öyle ya, ya göçmenleri kamyonun kasasında havasız bırakan şoför suçludur ya da onları kandıran 18 kişilik insan kaçakçılığı mafyası. Onları da yakalar kodese tıkarız nasılsa. Hürriyet de herkesten önce çakar manşetini: Alçak mafya çökertildi. İç sayfadan da Oğuz Atay’ın Oyunlarla Yaşayan isimli eserindeki Coşkun karakterinin o meşhur tiradını akla getiren cümleler kurarak iri puntolarla görür haberi: Ey sevgili milletim! Neden böyle yapıyorsun? Ne oluyorsun halkım? Titre ve kendine gel!

 

***

MEDYAZADE

Anayasa Mahkememizin Akpak Partimiz hakkında aldığı kararın, önümüzdeki parti kapatma davaları için bir içtihat oluşturacağı kanaatindeyim, Peki bu içtihat ne anlama gelmektedir? Öncelikle parti kapatma davalarından ne sonuç çıkacağı kesinleşmiştir. Nedir bu sonuç? Madem bir partiye kapatma davası açılmıştır, o halde o partinin kapatılmasını gerektirecek fiiller oluşmuş demektir. Peki yaptırım nedir? Söz konusu partiye yapılan hazine yardımının 1/2 oranında kesilmesi elbette. “Medyazade Efendi hadi biz bu kapatma badiresini atlattık. Ama daha önümüzde DTP’nin kapatma davası var. Sırası mı dem’kratlığın?” dediğinizi duyar gibiyim. Aceleci olmayın. Yazarınız yaş tahtaya basar mı hiç? DTP Hazine yardımı alıyor mu? Hayır! O halde ikinci alternatif otomatikman devreye girecek ve mahkememizin sayın üyeleri “DTP kapatma davasına gerekçe olarak gösterilen fiillerin odağı olduğuna göre onun da Hazine yardımını keselim” diyemeyeceklerine göre el mecbur kapatma kararı vereceklerdir. Eşitlikse eşitlik! Akpak Parti’ye neyse DTP’ye de aynısı işte. Hem bu içtihat ilerde başımıza iş açar falan diye de korkmaya gerek yok. Bizim en küçük partimiz bile Hazine yardımı almasını sağlayacak yüzde 7 oyu her zaman alır nasılsa. Parası neyse verir kurtuluruz kapatma davalarından. Yıllardır şuncacık barajı bile aşamayanlar düşünsün gerisini.

 

***

...Dİyor kİ: “Demokrasi her şeyden önce millet iradesinin egemenliğidir ve bu irade de çoğunluğun iradesidir…’Demokrasi çoğunluğun oyu değildir, iktidar kaç oy alırsa alsın bizimle uzlaşmalıdır’ mantığının demokrasilerde de normal mantıklar arasında da yeri yoktur.” Hayrettin Karaman/Yeni Şafak.

Sayın Karaman’ın demokrasi tanımının çoğunluk diktatörlüğü’ne denk geldiğini biliyorum da şu ‘normal mantık’ dediği ne menem bir şey onu gerçekten çok merak ettim?