Bir insanlık eleştirisi
Sercan Meriç
Edebiyatımızın usta kalemi Ahmet Ümit, son kitabı Bir Aşk Masalı’nı okurlarla buluşturdu. 5 prensin bir aşkın peşinde koştuğu masalı konuşmak için bir araya geldiğimiz Ümit, son çalışmasıyla beraber bir insanlık eleştirisi yapma amacında olduğunu kaydetti. İnsanlığı acımasızca eleştirdiğini belirten Ümit, “Dünyayı dönüştürebilecek bizden başka bir canlı yok. Ama insanın doğru eleştirilmesi lazım. Bir hastalığı doğru teşhis etmezseniz, tedavi edemezsiniz” dedi. Türkiye’de 20 yıllık siyasal İslamcı anlayışın bitişine ve yok oluşuna tanık olduğumuzu belirten Ümit, “İran’ı unutmasınlar! Bugün İran uyanıyor. Baskıyla, zorbalıkla hiç kimse hiçbir yere varamaz. Bir süre varsa bile her şey değişir, yine özgürlük hâkim olur” ifadelerini kullandı.
Son kitabınız Bir Aşk Masalı, diğer tüm masallardaki gibi içinde birçok kıssa barındırıyor. Nasıl ortaya çıktı son kitap?
Italo Calvino’nun Görünmez Kentler diye bir kitabı vardır. Görünmez Kentler’deki “Bir gece birbirini hiç tanımayan erkekler bilmedikleri bir kentin sokaklarında çıplak ayaklarıyla yürüyen bir kadın görürler” cümlesinin geçtiği pasaj beni çok etkiledi. Bunun üzerine bu hikâyeyi kurmaya başladım. Yazmadan önce anlatıyordum. "Öyle bir şey olsun ki, bu sadece bir aşk hikâyesi olmasın, aşktan yola çıkarak bir insanlık eleştirisi olsun" dedim. Bugünkü insanlığın eleştiriye çok ihtiyacı var ve biz insanlığı eleştirmiyoruz. Hep yüceltiyoruz. "Muhteşemdir, iyidir, akıllıdır" diyoruz. Bunların hepsi doğru, ancak tersi de doğru. Kötü de bir varlıktır insan. Çok büyük aptaldır, yıkıcıdır, şiddet doludur. Bunları çok anlatmıyoruz. Burada aşkı eksene alarak bir insanlık durumu anlatmak istedim. Aşk dediğimiz şey tek kişilik. Bir insanı alıyoruz. O hem yeryüzünün en güzel insanı olacak, en akıllısı olacak, en erdemlisi olacak, en çekicisi olacak… Böyle bir insan yok ki. Hepimiz kusurluyuz. Ama burada hayal sınırsız. Âşık olduğumuz zaman aklımızın yerini tutkularımız alıyor ve akıl dışı devreye giriyor. Sınırsız bir özgürlük var hayal kurmada. Masalı yazarken beni sınırlayan hiçbir şey yok. Başkomser Nevzat’la ilgili bir cinayet yazsam, bunun muhakkak mantıksal çözümlemesi olması lazım. Ama masalda böyle bir şey yok, istediğim her şeyi yapabiliyorum.
Bu masalda da denizkızları var, Zümrüdüanka var, çölde maceralar var. İnsanlık eleştirisi bağlamında güçlü metinler yazarken aynı zamanda iyimser de bir yazarsınız bana kalırsa. Postmodernizmle beraber insanlığın ağırlıklı olarak karanlık taraflarına eğilen metinler revaçtaydı. Kolektif çalışma, işbirliği, dayanışma gibi temaların son yıllarda edebiyatta yine yükselişte olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bu saptaman çok doğru. Ben acımasızca eleştiriyorum insanlığı ama bunun amacı insanın değişmesi ve dönüşmesi. Dünyayı dönüştürebilecek bizden başka bir canlı yok. Bu kadar büyük uygarlık yaratabilmiş bir canlı yok. O yüzden biz değiştirebiliriz ama insanın doğru eleştirilmesi lazım. Bir hastalığı doğru teşhis etmezseniz, tedavi edemezsiniz. Sürekli “İnsan iyidir, hep iyi şeyler yapar” derseniz yanlış olur. İyi yaptığımız kadar kötü de yapabiliriz. Sorun iyi, doğru, güzel tarafımızı güçlendirmek. Bunun için öncelikle insanın doğru teşhis edilmesi gerekiyor. Bundan sonra hep birlikte dünyayı, ülkemizi, mahallemizi daha iyi bir yer haline getirebiliriz. Yazarların böyle bir sorumluluğu olduğu kanaatindeyim ben. Buna inanıyorum. Sanat bölmez, birleştirir. Bilim parçalar, din parçalar. Parçalara ayırır. Bir yazar, bir tek insanı anlatsa bile aslında bütün bir resmi gösterir. Robinson Crusoe’da bir tek insan bir adada anlatılırken, aslında o çağın insanı anlatılmaktadır. O nedenle bütün resmi gösterebildiğimiz için böyle bir yükümlülüğümüz var. Hatalar var, hataları göstermeliyiz. Gösterelim ki, insanı değiştirmekte, yeryüzünü değiştirmekte tuzumuz bulunsun.
Bir Aşk Masalı’nda önce de Aşkımız Eski Bir Roman’ı yayımlamıştınız. Son eserlerinizde aşk teması bir hayli baskın. Bunun sebebi ne?
Amacım aşktan yola çıkarak insanı anlatmak. Sonuçta savaş, aşk, aile, çocuk, iş, devrimci mücadele, felsefi bir metin… Ne olursa olsun insanla ilgilidir. Kayıp Tanrılar Ülkesi’nde de insanı anlattım, ancak baba-oğul üzerinden anlattım. Bir sonraki romanda belki Başkomser Nevzat üzerinden anlatacağım. Aşkı anlatmayı da seviyorum. Aşk en çok çarpıtılan olgu ve konudur.
Ne yönde?
Aşk dediğin zaman birdenbire her şey değişiyor. Dünyanın en önemli meselesi haline geliyor. Bazen dünyanın en önemli meselesi haline gelebilir ama her zaman değil. Bunu yaşamanız gerekiyor. Yaşarken hep aşkın olumlu, güzel, iyi yönleri anlatılıyor. Ancak öteki tarafı insandan dolayı büyük bir yıkım içeriyor. Aşkı gerekçe gösteriyor adam. “Niye öldürdün?” diye sorulduğunda, “Çok seviyorum” diyor. Hayır, sen sevmiyordun! Sen psikopat, manyak, kötü yetiştirilmiş, şiddete meyilli bir adam olduğun için öldürüyorsun. Aşk sana öldür demiyor. Senin aşkını kanıtlamanın en iyi yolu öldürmek değil, yaşatmaktır. Böyle bir kültür oluşturmak lazım, fakat erkek egemen bir toplumda ve çağda nasıl olacak, asıl mesele bu. O yüzden ne yapıyoruz? Kadınları sahipleniyoruz. Evlenince bir aşk yuvası kurmak istiyoruz, ancak aşk mahpushanesi kuruyoruz. Erkek egemen toplum olduğu için bundan birinci derecede erkekler sorumlu. Kadını öldürünce, “Erkekliğime laf etti” deyip cezadan indirim alıyor. Senin erkekliğin yerin dibine batsın! İnsan öldürmüşsün. Ama kültür bu. Korkunç bir şey.
Başkomser Nevzat yola çıktı
Okurlarınız heyecanla bir Başkomser Nevzat romanı beklentisinde. Çalışmalar nasıl gidiyor?
Kurgusu bitti.
Hangi konuları ele aldınız?
Ülkemiz eskiden uyuşturucu açısından bir geçiş ülkesiydi. Ne yazık ki şimdi Türkiye hedef ülke. Artık ortaokulların kapısında, yoksul olan yerlerde inanılmaz derecede uyuşturucu satılıyor ve gençler uyuşturucuya teşvik ediliyor. Biliyoruz ki bunun devlet katında bağlantıları var. Kanıtlarla ortaya çıkıyor. Bir anda birtakım bakanların oğulları milyar dolarlık insanlara dönüşüyorlar. Yıllardır ülkede çalışma yapan büyük holding sahiplerinden çok daha fazla sermayeye sahip oluyorlar. Ben bunu Başkomser Nevzat üzerinden yazmak istiyorum. Başkomser Nevzat’ın karısıyla kızının katillerini buldurmak istiyorum. Uyuşturucu meselesi beni çok rahatsız ediyor. Türkiye’de söylenen “kutsal devlet, bayrak, din, milliyet” gibi palavraların arkasında nasıl kirli bir uyuşturucu işinin döndüğünü anlatmak istiyorum.
Bu roman yayımlanırken Türkiye’de yeni bir yasa yürürlüğe girmiş olacak. Sansür Yasası olarak adlandırdığımız yasa kapsamında dezenformasyon yapmakla da suçlanabilirsiniz…
Ben polislerden ilk sopamı 14 yaşında yedim. 62 yaşındayım. Değişmiyor. Onlar yasaları koyacaklar, engellemeye çalışacaklar, onlar bizi ötekileştirecekler, bizim varlığımızı ortadan kaldırmaya çalışacaklar, ama biz var olacağız. Bugüne kadar da kaldıramadılar. Doğruları söylemeye devam edeceğiz. İran’ı unutmasınlar! Bugün İran uyanıyor. Baskıyla, zorbalıkla hiç kimse hiçbir yere varamaz. Bir süre varsa bile her şey değişir, yine özgürlük hâkim olur.
Geleceğe dair umutlu olduğunuzu söyleyebilir miyiz?
Umutluyum ama mücadele etmeden olmaz. Önümüzdeki seçimin kazanılması da ancak mücadeleyle olur. “Ekonomi kötü kardeşim, bunlar kaybedecek” diye bir şey yok. Dişle, tırnakla mücadele etmek lazım ki, onları yenebilelim. Aksi takdirde yenemeyiz. Net söylüyorum. Her türlü olanağa sahipler ve hiçbir değer yargıları yok. Hiçbir ahlaki ölçütleri yok.
İnsanlar aslında bu yoksullaşmayı yaratan iktidara karşı sokaklarda uzun süredir “Geçinemiyoruz” diye feryat ediyor. Mücadeleyi de buradan kurmak önemli olsa gerek…
Değişim ve dönüşüm orada başlar. Biz anlatıyoruz, birtakım insanlar görüyor. Halk kitlesinin anlaması için maalesef tencerelerin kaynamaması gerekiyor. O zaman fark ediyor. O zaman da yanlış bir yere gidebilirler. Unutmayalım, Almanya’da Naziler işbaşına geldiğinde de kriz vardı. Kendiliğinden olmaz.
Bugün ülkenin geldiği noktaya dair düşünceleriniz nedir?
Türkiye şu anda korkunç bir durumda. 20 yıllık siyasal İslam düşüncesinin bitişini, yok oluşunu görüyoruz. Ayakta tutmak için her türlü devlet olanağını, yurtdışı olanağını kullanıyorlar. Putin’i bile araya katarak varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlar. Bunun karşısında yapılacak tek şey, yıllar önce Georgi Dimitrov söylemişti, bir birleşik cephe kurmak, birlikte hareket etmek. Otoriter yapıya karşı bütün demokrasi güçlerinin birlikte hareket etmesi gerekiyor. Devrimcilerden liberallere, sosyal demokratlardan Kürtlere kadar… Kürtler olmadan AKP’yi yenmek mümkün değil. HDP yoksa kazanamazsın, bu kadar net. Yasal bir parti. O yüzden demokrasiyi isteyenlerin, gerçekten bu ülkeyi düşünenlerin yeni, demokratik ve özgür bir Türkiye için birleşmesi gerekiyor.