Çağan Irmak 'Babam ve Oglum'da yaptığının tam tersini yapmış Ulak'ta. Başarısını kanıtladığı yolu terk edip, beklentilerin tam tersi yönde ilerlemeyi göze almak büyük cesaret işi

Ulak'ın bize getirdiği mesaj ataerkil düzene, eşitsizliğe, zorbalığa karşı bir başkaldırı çağrısı içeriyor. Çağan Irmak yaşadığı topluma, çağına karşı kendini sorumlu hisseden bir sanatçı olarak, haklı olarak üzerine düşeni yapmak istiyor.

Sanatçı bir anlamda ulak olarak görüyor kendisini: Gerçeklerden söz eden, insanları uyandırmaya çalışan bir ulak. Filmin hikâyesinin hem güçlü hem de güçsüz yanı bu. Bir derdi olan, bir şeyleri değiştirmeye çalışan sanatçılara ve onların eserlerine nerdeyse hasret kaldık. Fakat mesajın çok önde olması sanatı zedeliyor.

Ulak kendisini zamandan ve mekândan soyutlayarak gerçekçiliğe sırt çeviriyor. Filmin iki düzlemi var aslında: Birisi hikâye anlatıcısı Zekeri-ya'nın (Çetin Tekindor) ve gittiği köyün şimdiki zamanında geçiyor, bir diğeri ise hikâyenin anlatıldığı zamanda ve dinleyicilerin zihinlerinde. Ama iki düzlem de sonuçta hayali dünyalara karşılık geliyor. Yani biri gerçeklikte diğeri hayal aleminde geçen öyküler değil bunlar. Çünkü gerçek olarak algıladığımız zaman ve mekânın belirli, somut bir karşılığı yok hayatta. Ama yine de iki düzlem arasında bir fark da var.

ZAMAN VE MEKÂNIN BELİRSİZLİĞİ
Zamanı ve mekânı belirsizleştirme, sanırım Brechtçi bir yabancılaştırma yöntemi olarak düşünülmüş. Seyirciyle, anlatılan öykü arasına bir mesafe sokularak, özdeşleşme süreci kırılmış, katarsis engellenmiş. Bir anlamda Çağan Irmak 'Babam ve Oglum'da yaptığının tam tersini yapmış. Başarısını kanıtladığı yolu terk edip, beklen-

tilerin tam tersi yönde ilerlemeyi göze almak doğrusu büyük cesaret işi. Irmak sanki, "Babam ve Oglum'da ağladınız, rahadadmız, çıktınız ama daha yapılması gereken çok şey var. Kötü bir düzen sürüyor ve bunun biraz da nedeni sizin işbir-liğiniz" der gibi seyircisine.

Fakat sözünü ettiğim ve olumlu gördüğüm bütün bu çabalar biraz da filmin aleyhine işlemiş. Zamanın ve mekânın belirsizliği, yaşananları çok soyut kılmış, bir yerlere oturtulmasını güçleştirmiş. Yine bu soyuduk oyuncular üzerinde de etkisini göstermiş, teatral bir hava hâkim olmuş ve mesaj öne çıkmış. Filmin en zayıf yanı ise kötülerin güçlerini nereden aldıklarının belirsizliği: Tamam zorbalık, kaba kuvvet var. Ama bunun maddi, ekonomi dayanağı yok. Yani filmde gözükmüyor.

İLGİNİZİ HAK EDİYOR
Film çıkışında medyaya filmdeki dinsel liderlikten rahatsızlık duyduğumu söylemiştim. Aslında filmi izlerken, Zekeriya'nın oğlunun yazdığı ve zorbaları kızdıran kitabın dinsel içerikli olduğunu düşünmemiştim. Buna yönelik imgeler olmasına karşın... Fakat filmin jeneriğinde kitabı vazeden kişilerin 'havari' olarak adlandırılması üzerine, demek ki dinselmiş diye düşündüm. Çünkü havari sözcüğüyle daha önce başka bir bağlamda karşılaşmamıştım. Ama, sağ olsun Çağan Irmak aradı ve konuştuk. İlk izlenimim doğruymuş. Dolayısıyla sözlerimi geri alıyorum. Ulak soylu bir çabanın ürünü ve ilginizi hak ediyor. Çok az uyuduğum bir gecenin sabahında izlemiş olmasaydım belki daha çok keyif alacaktım.

* * *

Manhattan'dan felaket manzaraları
Öncelikle Uğur Kutay'ın 'Ben Efsaneyim' hakkındaki zihin açıcı, nefis yazısını okumadıysanız, onu okuyun: https://www.birgun.net/index.php?sayfa=73&view_author=113&articIe=11359. Film bir kanser araştırmacısının açıklamalarıyla başlıyor, n Eylül'de pilot koltuğuna oturup, Dünya Ticaret Merkezi'ne bindiren El Kaidecileri düşünün. Filmdeki bilim kadını kansere yol açan zararlı virüsleri böyle tarif ediyor: Çok hızlı bir arabanın sürücü koltuğuna oturmuş kötüler. Kanserle savaşta yapılacak iş sürücüyü değiştirmek. Filmin, Manhattan'da DTM'lerin bulunduğu yerde geçtiğini ve buraya aynen gerçek hayatta da olduğu gibi 'ground zero' yani sıfır noktası dendiğini de hatırlayın.

Filmde Manhattan'a sıfır noktası denmesinin nedeni terörist saldırılar değil. Kanserle mücadelede sürücü koltuğuna konulduğu düşünülen iyi sürücü daha büyük bir felakete yol açmıştır. Kanserle mücadele edelim derken başta iyi sonuç veren yöntemler iflas etmiş, iyi sanılan sürücü insanları insanlıktan çıkarmış, canavarlara dönüştürmüştür. Kanser yerine terörü koyun, sürücü olarak Bush'u düşünün.

AMERİKAN BAYRAĞI VE KİLİSE
İşte bu felaketten sonra Manhattan'da tek bir insan kalmıştır: Tanrıya inanmayan, Bob Marley dinleyen askeri doktor Robert Neville. (Bob Marley dünyanın belki de tek uluslararası süperstarı. Hem Batı'da hem de üçüncü dünyada bu kadar sevilen başka bir şarkıcı benim bildiğim yok. Gerçi filmin de vurguladığı gibi Batı'da unutulmakta. Oysa Endonezya'da, Hindistan'da Bob Marley'nin resimleri Che Guevera'yla yan yana duruyor her yerde) Sam adlı bir de kurt köpeği olan Neville cana-varlaştıran virüse karşı bağışıklık sahibidir ve hastalığın çaresini bulmak için çabalarını sürdürmektedir. Sadece geceleri dışarı çıkan canavarlardan saklanarak ve günün belirli bir saatinde radyodan da yaptığı yayınla hayatta kalan başka insanları arayarak günlerini geçirir Neville. Tam ümidini yitirdiği anda karşısına çıkan insana ise inanmak istemez. Bu insan Neville'e benzemez, tanrıya çok bağlıdır.

Bu noktada filmin mesajının bulanıklaştığını düşünüyorum. Film bilimadamı Neville'i mi yüceltiyor yoksa inanç sahibi kadını mı? Filmin finalinde gördüğümüz kasabanın en akılda kalıcı imgesinin bir Amerikan bayrağı ve kilise olması da kafa karıştırıcı.

ÇOK ZOR BİR İŞİN ALTINDAN KALKIYOR
'Ben Efsaneyim' bir yandan Bush'un dinsel söylemli terörle savaşına karşı şeyler söylerken, diğer yandan aynı söylemi yeniden üretir gibi. İnsanlığın geri kalanı kaderine terk edilirken, bir avuç öz-Amerikah korunaklı duvarların ardında umudu temsil ediyor. Ne dersiniz Uğur hocam? Bütün bunlar bir yana 'Ben Efsaneyim' çok zor bir işin altından kalkıyor. Neredeyse büyük çoğunluğu tek bir adam üzerine kurulu bir filmi ilgiyle izletiyor. Fakat bir ada olan ve köprüleri bombalan Manhattan'a dışarıdan birisinin nasıl geldiği gibi cevapsız soruları da var filmin. Hatta benim gibi ayrıntı meraklısıysanız, Amerika'ya özgü bir canlı olmayan aslanları, hele hele yavrularını gezdiren bir erkek aslanı da yadırgayabilirsiniz.

Senaryonun daha da ciddi sorunlu olduğu yerler de var doğrusu. Canavarlaşan köpeklerini Neville'in üzerine salan canavar insanların neden kendilerinin deliklerine geri girdikleri gibi... 'Ben Efsaneyim' yine de ilginç bir film.