Bir lise münazarası olarak  “Zizek vs Peterson” tartışması

Geçen hafta sonu Toronto’daki 3200 kişilik Sony Centre’da, Zizek’in de “yüzyılın düellosu” diyerek takıldığı, “Mutluluk: Kapitalizm vs Marxizm” başlıklı bir polemik tartışma yapıldı. Marxist kanadı pop filozof Slavoj Zizek, liberal kanadı ise klinik psikolog Jordan Peterson savunuyordu. Bilet karaborsada 1500 dolara alıcı bulmuştu.

Bir kere, çok önemli değil belki ama, şu vasat liberallerin (sanki vasat olmayanı varmış gibi) ısrarla Marxizm ile sosyalizmi birbiri yerine geçecek şekilde kullanmaları gözüme çok takılıyor. Kapitalizm ve sosyalizm, kategorik olarak, birer üretim biçimidir. Marxizm ise kapitalist sistemin hareket eğilimlilerini açıklamaya çalışan bilimsel bir teori ve yöntemler bütünüdür. Bu sebeple, doğru başlığın “Kapitalizm vs Sosyalizm” olması gerekirdi. Bunu da böyle açıklamak zorunda kalıyor olmamız ayrı bir dramdır ya neyse…

Jordan Peterson’dan vasatlık dersleri

Çok tipik bir liberal dangalak olan Jordan Peterson tartışmaya “Zizek’in çok fazla kitabı var, hangi birini okuyacağımı bilemediğim için Marx’ın Komünist Manifesto’sunu okuyarak hazırlandım” diyerek başladı. Artık saygısızlık mı, ukalalık mı, vasatlık mı, yoksa üçü birden mi siz karar verin.

Peterson, önce, Komünist Manifesto’da yazan hiçbir şeyin doğru olmadığını iddia etti. Manifesto bir propaganda metnidir. Böyle bir tartışmada Marx’ı eleştirmek istiyorsanız bunu Das Kapital üzerinden yapmalısınız, Manifesto üzerinden değil… Sonra, insanın biyolojik olarak bencil bir canlı olduğunu, bundan ötürü de her sistemde hiyerarşi olacağını, sınıfsal yapının kapitalizme has olmadığını, bunun Marxizm (siz sosyalizm okuyun) ile aşılamayacağını falan söyleyerek Manifesto’yu eleştirdi. İnsanlık tarihinin sınıf mücadeleleri tarihi olmadığını vurguladı. Ekonomik olarak kapitalizmin refah ürettiğini, zenginin zenginliğinin arttığını ama yoksulların da giderek daha yüksek standartlarda yaşadıklarını söyleyerek kapitalizmi savundu.

Çok kötü bir argüman… 1800’lü yıllarda yaşayan köleler de 1700’lü yıllarda yaşayan kölelerden daha iyi materyal koşullarda yaşıyorlardı. Bundan hareketle köleliği savunabilir miyiz? Bir üretim biçimi ekonomik büyüme sağlıyor diye meşrulaştırılabilir mi? Fakat köle ayaklanmaları arttığında, zenginler kölelik düzenini tam olarak bu argümanla savunuyorlardı. Şimdi de liberaller kapitalizmi aynı argümanla savunuyorlar. Ne tesadüf…

Biz kapitalizme, adaletsiz bir üretim biçimi, sömürü düzeni ve modern kölelik olduğu için karşıyız. Sosyalizmi de sonsuz bir ekonomik büyüme getireceği için değil insan gibi yaşamak için savunuyoruz. Kapitalizmin doğal kaynakları ve çevreyi nasıl yok ettiğine bakarak, gelinen noktada, yoksulluk sorununun daha fazla ekonomik büyüme ile daha adil bir bölüşümle çözülmesi gerekiyor. Ama Peterson’a göre, öncelikli amacı hayatta kalmak olan üç milyar yoksul insan, kapitalizmin getirdiği ekonomik büyüme sayesinde zenginleştikçe çevresel yozlaşma gibi ikincil kaygılarla daha yakından mücadele etmeye başlayacaklar(mış). Tabii o zamana kadar çevre kalırsa…

İyimser Doktor Pangloss’un mükemmel dünyası

Peterson, Churchill’in “demokrasi en kötü yönetim biçimidir, diğer bütün biçimler haricinde” sözüne referansla, kapitalizmin kötü bir ekonomik sistem olmasına rağmen elimizdekilerin en iyisi olduğunu söyledi. Bu da liberallerin, ekonomik büyüme argümanından sonra en sevdikleri ikinci argüman. Ben zaten kapitalizmi savunan birine rastlamadım bu zamana kadar. Herkes “aaabi ben kapitalizm mükemmel demiyorum zaaten, AMA _.” Boşluğu kafanıza göre doldurun…

Voltaire’in Leibniz’i hicvetmek için kullandığı Doktor Pangloss karakteri dünyayı dolaşırken çeşit çeşit felaketler, hastalıklar, savaşlar, ölümler, cinayetler falan görür. Tüm bunlara içerlese de hep sonunda “mümkün dünyaların en iyisi bu olsa gerek” diyerek kendini avutur. Sonuçta herkes elinden gelenin en iyisini yapıyordur. Ve buna rağmen hala savaşlar çıkıyorsa, demek daha azını yapsak her şey daha da kötü çıkacaktır. Bu yüzden, olası dünyaların en iyisi budur.

İdeolojinin amaçlarından biri insanlara alternatifsiz olduklarını düşündürmektir. Eğer daha iyi bir seçeneğiniz olduğunu düşünmüyorsanız modern kölelik koşulları altında çalışmayı kabul edebilirsiniz. Peterson, “kapitalizm elimizdeki en iyi sistemdir” diyerek Doktor Pangloss-vari bir alternatifsizlik algısını besliyor. Daha iyisi olamaz diyerek, Fukuyama’nın doksanlarda savunduğu gibi, tarihin bittiğini ve insanlığın erişebileceği en üst seviyeye eriştiğini ima ediyor.

Tyson şirketi, tuvalete gidip üretim bandını durdurmasınlar diye işçilere alt bezi bağlıyor; 72 saat boyunca kesintisiz çalıştırılan Bank of America stajeri kalp krizi geçirip ölüyor; Foxconn, pencereden atlayıp intihar eden işçilere karşı önlem olarak binanın etrafına güvenlik ağı geriyor; ve Jordan Peterson’a göre bundan daha iyi bir dünya olamaz. Teşekkürler kapitalizm, az kalsın devrim yapıp kendimizi tüm bunlardan mahrum bırakacaktık.

Batı cephesinde değişen bir şey yok

Öte yandan Zizek bildiğimiz Zizek… Çağımızın medyatik solcusu işte. Tartışmada, insanlığa inanmadığını, içimizdeki şeytanı dizginleyecek kontrollü bir sistem olmazsa iyiliğin gelmeyeceğini falan söyledi. Aslında imkân verilirse epey saçmalayabilen biri ama Peterson seviyeyi o kadar alçaktan açtı ki Zizek’in saçmalamasına alan kalmadı.

Objektif kriterlerle değerlendirecek olursak Zizek ile Peterson arasında ciddi bir sıklet farkı var. Jordan Peterson, liseden kalma arkadaşlardan hallice konuşan bir adam. Liberal cemaatin parlattığı entelektüelin bu olması kendileri adına bir dramdır diyeceğim ama gerçi kimi parlatsınlar, yok işte, malzeme bu kadar. Tabii Zizek’i farklı açılardan muhakkak eleştirebiliriz fakat bu eleştiri maddelerinden biri “vasatlık” olmaz. Solu temsilen Zizek’in çıkarılması da bizim adımıza üzücü. Burada doğru tercih David Harvey ya da Richard Wolff olurdu.

Velhasıl, batı cephesinde değişen bir şey yok… Millet, 1971’deki anıtsal Chomsky vs Foucalt tartışması gibi bir şey beklerken iki buçuk saatlik bir lise münazarası izledi. Doğru dürüst veri yok, teori yok; bol bol safsata var. Sonuçta Jordan Peterson dediğimiz “12 Rules for Life” diye bir kişisel gelişim kitabı yazarak işi iyice ticarete dökmüş olan fırsatçı bir psikolog. Reklamın iyisi kötüsü olmaz diye düşünüp adamakıllı hazırlık bile yapmadan gelmiş tartışmaya. Zizek de muhtemelen son yıllarda azalan popülaritesini toparlamak adına düelloyu kabul etmiş. Ne hararetli çatışmalar oldu, ne de derinlikli çözümlemeler… Ben tartışmayı YouTube’tan izlerken kendimi 0-0 bitmiş Lecce-Cagliari maçını banttan seyrediyormuş gibi hissettim. Bu vasatlığı salonda canlı izlemek için 1500 dolar verenler de artık bir bardak soğuk su içmişlerdir herhalde.