Bir vasiyet kitabı olan Nurgül Ulu'nun "Albatros’un Uçuşu" iki şairin dostluğuna tanıklık ederken, Bir kuşağın üzerinde etkiler bırakan şair k. İskender’in son dönemine odaklanıyor.

Bir 'rağmen' kitabı

Ferhat ULUDERE

k. İskender, 80’li yıllardan ölümüne kadar insanın doğayla, kentle, politika ve ideolojilerle çatışmasını işledi şiirinde. Bodrum’a yerleşerek gerçekleştirdiği on yedi yaş hayalinden sonra Bodrum’da başka bir şair, Nurgül Ulu ile karşılaştı. İki şairin tanışması, rolleri hasta ve hemşire olan bir arkadaşlığa, oradan da gerçek bir tanışıklığa ve dostluğa dönüştü.

Edisyon Kitap etiketiyle raflarda yerini alan ve bir vasiyet kitabı olan Albatros’un Uçuşu iki şairin dostluğuna tanıklık ederken, k. İskender’in son dönemine odaklanıyor. k. İskender şiirini inşa eden İskender’i anlatan bu kitabı yazarıyla konuştuğumuz söyleşi, yazılanlara ve iki şairin aralarındaki dostluğa da bolca gönderme içeriyor.

Öncelikle k. İskender ile tanışıklığınızdan başlayalım. İki şair; bir hasta ve hemşire olarak nasıl bir araya geldi?

k. İskender, hayranı olduğum, şiirlerinin, yazılarının hayatımda karşılığı, hikâyesi olan bir şair… Ancak İstanbul karşılaşmalarımız bizim için teğet dokunuşlardı. Bir insanı tanımak salt nitelik üzerindense bu bir romanın özetini bilmek gibidir. Tanışıklık için yaşanmışlık koşulluluğum var. İskender’le gerçek tanışıklığımız Bodrum’dadır.

Bodrum’da ilk karşılaşmamız yine nitelikseldi ama İstanbul’dan daha sakindi; her ikisinin de on yedi yaş hayali Bodrum’a yerleşmek olan ve bunu gerçekleştirmiş iki insan, iki şair karşılaşması, bundan sonrası için ortak bilgi paylaşımı… Geçirdiği kalp krizinin bizi yakın kıldığını söylemek doğru olur. O günden sonra “hayatımı kurtaran melek” diye tanıttı beni.

k. İskender’in hastalık süreci nasıl seyretti ve bu süreçte nasıl bir hastaydı?

Bel ağrısı için hastaneye gelmişti aslında… Nefes alışı hoşuma gitmediği için gelmişken ciğerlere de bakılsın, gerekiyorsa görüntüleme yapılsın istedim. Muayeneye giren doktor da benimle hemfikirdi. Görüntülemeden sonra İskender’in yanına döndüğümde, “Tomografide kanser çıktı değil mi?” diye sordu. “Birazdan doktor gelip bilgi verecek” dedim. “Ben küçük İskender’im ciğerimde kanser çıkacak bu normal, çiçek açacak değil ya!” dedi.

Kitapta da anlattığım gibi söz vermiştik ağlamamaya. Doktorun ona kanser teşhisi koymasını beklerken kahkaha atıyorduk.

Ne kadar iyiyi hatırlamaya, içinden güzeli seçmeye dair bir gayret olsa da kanser tedavisi zorlu bir süreç. İskender’in tıp eğitimi olduğu için neler yaşanacağını biliyordu. Genel olarak tedavi protokolüne uyumluydu.

Albatros’un Uçuşu k. İskender’in hastalık ve bodrum günlerine uzanan bir vasiyet kitabı, nasıl oldu hazırlanması? Bu vasiyet size nasıl yapıldı?

Kalp krizi sonrası rutin kontrolleri için hastaneye gidip geliyorduk. Bu kontroller için hastanede beklediğimiz bir gün yanımıza bir adam gelip selam verdi. İskender’le sohbet etmek ve teşekkür etmek istiyordu. Sohbet sırasında adamın kanser hastası olduğunu öğrendik. Hastanede dönüşü yolda İskender şöyle dedi; “Nurgül bence sen bir roman yazmalısın. Bir kanser hastasının tanısının ilk konduğu andan, yoğun bakım ve ölüm anına kadar tüm zamanı anlatacak bir roman.” Ben bu fikre olumlu bakmadım. Bunun için kişisel sebeplerim vardı. Kanser olduğunu öğrendiğimiz ve evinde tedaviyi planlamak için balkon toplantılarına başladığımız günlerden birinde, “Artık bu kitabı yazacaksın, hiçbir mazeretin kalmadı!” dedi. Yazacağıma söz verdim. Fotoğraflar çektik. Gülüştük. İstanbul’a dönmesine birkaç gün kala bana, “Kitabı yazmaya başlamadın, yazacaksın değil mi?” diye sordu. “Yazmaya başlamadım ama her şeyi kayıt ediyorum. Kurguya sadık kalacağım daha zamanımız var” dedim. Güldü. “Bu da benim sana vasiyet kitabımdır. Bu kitap yazılacak. Söz verdin!” dedi.

İstanbul’a dönüğünde sık sık telefonlaştık. Mümkün her fırsatta ziyaretine gittim. Vasiyeti her seferinde hatırlattı. İskender yoğun bakıma alındığında vasiyetten vazifeli bu kitap yazılmaya başlandı.

Yakın bir arkadaşınızın arkasından böyle bir kitap hazırlamak sizin için zor olmadı mı? Nasıl bir ruh halindeydiniz yazarken?

Oldukça zordu. Kurgu tanının konduğu ilk günden, yoğun bakım ve ölüm anına kadarki süreci kapsayacaktı. Böyle konuşmuştuk. Yoğun bakıma alındığı gün, antidepresana başlayıp gözyaşıyla oturdum bilgisayarın başına. Kitabın yarım kalmasını ve onun yoğun bakımdan çıkmasını umut ederek… Sağlıkçı olarak bunun mümkün olmadığını bilmek başka, inanmak, umut etmek başka… Biraz da, “Verdiğim sözü tutuyorum. Bak yazıyorum, yanındayım ama sen yapma!” demekti. İskender yoğun bakımdayken, yanında olabilmemin tek gerçek ve mümkün yolu sözümü tutuyor olmaktı.

Bir de benim gidememek gibi bir lanetim var. İnsanlar gider. Şartlar değişir, yollar ayrılır, gider. Ölüm gelir, gider. Ben gidemediğim gibi içimde tutmaya da devam ederim. En yakınlarımın cenazesine gitmedim bu yüzden, İskender’in cenazesine de gitmedim. Yakın dostlarım bunu bildiklerinden, “Biz gidelim, böylece orada olmuş olursun, kitabı yaz!” dediler.

Rüyalar, rakılar, kediler, şiirler, anılar… Kitaplarının hepsini neredeyse yeniden okudum. Kendi sesinden şiirlerini dinledim. Uzun bir süre bir şey yazamadım, kilitlendim. “Şairler verdikleri sözü tutar” deyip bir kararla gece yeniden bilgisayarın başına geçtim. Ekranla bakışmaya devam ediyorduk. O gece nenemden kalma bir mitle kitap akmaya başladı. Bu şöyle bir mit: Derler ki bazen ölüler gece bir hayvan belki bir böcek formunda sevdiklerini ziyaret ederler. Ben ekranla bakışırken bir yudum rakıdan alacaktım ki; rakı bardağına tırmanan bir hamamböceği gördüm. Bir süre bardağın yuvarlak ağzında dolandı, sonra bardaktan aşağı inip, bilgisayarın üzerinde dolaştı. Ben bir kadeh daha rakı alıp, “Hoş geldin, birlikte yazalım” dedim. İskender ölmüş gibi yazmak yerine yanımdaymış gibi yazmak daha kolaylaştırıcı oldu. Yani anlayacağınız “İskender’i ben öldürmedim.”

Kitabın sınırlarını nasıl belirlediniz. Yayınevi kitabı k. İskender’in Bodrum günleri olarak tanıtsa da siz bu kitabın sınırlarını nasıl çiziyorsunuz?

Bodrum bana kalırsa İskender için bir ayraçtı. İstanbul’da tüm savaşlarını vermiş, bitirmiş, Bodrum’a yerleşme hayalini gerçekleştirmişti. Evini, balkonunu, balkonundan görünen mavi denizi, çiçeklerini onun gözünden görebilmek gerçekleşmiş bir mucizeye tanıklık etmek gibiydi. Ben bunlara tanıklık ettim ve İstanbul’un k. İskender’ini tanıyanları, Bodrum’un k. İskender’iyle de tanıştırmak istedim aslında… Birlikte “rağmen” güzel gördüğümüz ne varsa onları anlatmak istedim. Hayat acıyı hazır veriyor. Biz içinde güzeli bularak baş ediyoruz.