Birgül Oğuz; kayıp, yas, güvensizlik, öfke gibi ruhsal durumlar üstüne yazarken bunların gücü, kargaşası ve ihtiyaçlarını asla azımsamıyor ama onlar karşısında umutsuzluk ve teslimiyet hali de salık vermiyor.

Bir ruhsal iyileşme öyküsü
Birgül Oğuz

Elif ÜLKÜ

Birgül Oğuz bir yazısında edebiyatın “insandan insana geçen bir ruh durumu” olduğunu yazmıştı.* Gerçekten de kitaplarını okuduğumda beni en çok etkileyen şeyin Oğuz’un iç dünyamızın dinamik ve çelişkilerine korkmadan bakma davranışı, dilden ve idrakten kaçar gibi görünen güçlü duygu ve ruh durumlarını cesaret ve ustalıkla dile getiren anlatımı olduğunu söyleyebilirim. Üstelik bunu yaparken okuyucusuna karşı dürüst ve sağduyulu bir yazar Oğuz; kayıp, yas, güvensizlik, öfke gibi ruhsal durumlar üstüne yazarken bunların gücü, kargaşası ve ihtiyaçlarını asla azımsamıyor ama onlar karşısında pasif bir umutsuzluk ve teslimiyet hali de salık vermiyor asla. Edebiyatın her türlü ruhsal durumu taşıyabileceğine güveniyor ve okurunu ne kadar zorlu da olsa kendisine, yaralanabilirliğine ve bırakmakta zorlandıklarına tekrar bakması için cesaretlendiriyor. Metis Yayınları’ndan çıkan son kitabı ‘İstasyon’u bu yazıyı yazmak için yeniden okuduğumda bu tavrını yeniden çok güçlü bir şekilde hissettim.

‘İstasyon’un ana karakteri Deniz, üniversitedeki işinden ihraç edilmiş, insanlarla bağ kurmakta güçlük çeken ve çevresindekiler tarafından ‘soğuk, umursamaz ve küstah’ görülen bir akademisyen. Başlarda onu sevmek kolay değil, arkadaşlık ilişkilerinde de pek başarılı olduğu söylenemez. Eski arkadaşı Nihal, onu ‘Başkent’ yakınlarındaki bir adada bulunan ‘istasyon ev’i bir süreliğine idare etmesini istemek için aradığında, Deniz’i uzun süredir evde, gündelik hayattan kopuk, yalnızlığının sağladığı huzurdan memnun fakat bu ‘büyük, koygun ve derin’ huzurun yutuculuğundan kuşkulanmaya başlamış durumda buluyor. Bu yüzden neredeyse alelacele bir edayla kabul ediyor Deniz bu teklifi. “Davranışımın kaynağına belirsiz bir gelecekte varacağımı seziyordum” diyor. Kitap boyunca sezgileri, çağrışımları ve cesareti Deniz’in iyileşmesinin ve hayata tekrar katılabilmesinin ana araçları oluyor.

İSTASYON
Birgül Oğuz
Metis Yayınları, 2024

Deniz’in geçit vermez kış aylarında, ulaşımı sürekli kesilen bir adada idaresini üstlendiği ‘istasyon ev,' yerinden, evinden olmuş ve saklanacak yer arayan insanlara sığınacak bir yer olarak hizmet ediyor, yani bir tür geçicilik mekânı. Deniz bu eve ve içindeki eşyaya hızlıca alışıyor, evin doğasına içkin ‘daha iyi saklanmak için tasarlanmış dağınıklığa’ bırakıyor kendini. Yer değiştirmenin üretebileceği olasılıkları, aralayabileceği kapıları güçlü bir şekilde seziyor ve şöyle diyor, “Geçiciliğe yerleşmenin tadını çıkaracaktım; coşkulu merak, tatlı kayıtsızlık, tazelenmeyle.”

Deniz’in yalnızlığı ve dalgınlığı burada da devam ediyor, fakat bu yer değiştirmenin etkisiyle ruhsallığının hareketlendiğini ve günler geçtikçe yeniye yer açıldığını görüyoruz. Deniz’in günlük yürüyüşlerini anlattığı izlenimci ve zarif pasajlarda, Deniz’in iç dünyasına derin bir dalış yapma imkânı buluyoruz. Dışarı, içerinin bir izdüşümü gibi yaşanıyor - gökyüzü, deniz, plaj, ışık, diğer insanlar düşüncelerinin ve ruhsallığının taşıyıcıları oluyorlar. Şöyle diyor Deniz, “Bu siluetlerle, düşüncelerimin öylece uzayıp kısalan gölgeleriyle çatışma yaşamam mümkün değildi (…) Böylece kendimi yabancılığımın ve dalgınlığımın pelür kağıdına sarıp dilediğimce dokunulmazlaşabiliyordum.” Yine de dalgınlığının içinde kaybolmaya müsait, bundan ise delice korkan biri o: “Eşyayla bağı her an yitirebileceğini bilmek yeterli değildir. Tehlikeyi hissetmek gerekir, hissediyordum da.”

Ta ki adada yaşayan sahipsiz bir köpek, Arkadaş, ona yürüyüşlerinde eşlik etmeye başlayana kadar. Arkadaş’ın varlığı, bakışlarıyla Deniz’e göz kulak olduğunu hissettirmesi ve onu dalgınlığında kaybolmaktan alıkoyması dışarıyla kurulabilecek karşılıklı bir güvenin ilk tohumlarını atıyor. Yine de bu süreç Deniz açısından epey sancıya gebe. ‘İstasyon ev’e karlı bir gecede on iki yaşındaki bir kız çocuğunun sığınması, Elif’in gelmesiyle Deniz’in içinde uyanan merak ve ilgi duyguları, buna rağmen onunla iletişim kurmakta zorlanması Deniz’in güven konusundaki içkarmaşasını da iyice ayyuka çıkarıyor. Şöyle diyor Deniz: “Bazen bir şeyin dışarıda dinmesi gerekir. Bazen bir şey dışarıda diner. Bazen bir şey ancak dışarıda dinebilir.” Dışarıyı dindirebilmek için çabalarken, önemli bir kırılma anı yaşıyor, davranışlarının kaynağına inmeyi başarıyor ve bir anda fırlayıp gelen hatıralarında annesiyle karşılaşıyor.

‘Yeterince iyi bir anne değildi, yeterince kötü de değildi, kaldı ki nasıl göründüğünden bir çocuk kadar habersizdi, ama mesele bu da değildi. Acı olan, ona iyi gelen şeyler arasında benim olmamamdı.’ Deniz’in dalgınlığının ve yalnızlığının annesiyle akrabalıklarını görmeye başlıyor, annesi tarafından yalnız bırakılmasının onda yarattığı korku, öfke ve terk edilmişlik hislerinin serbest kalmasına tanıklık ediyoruz. Ve ancak bu olduğunda yeni bir bakış açısı ve bir telafi imkânı doğuyor Deniz için. “Bir an, ama sadece bir an, davranışlarımın kaynağına inmeyi başarırsam her şeyi düzeltebileceğimi, duyguyla kaynayan bütün pınarları sağaltabileceğimi, anlamdan kopuk kötü tekrarları önleyebileceğimi, daha iyi bir insan olabileceğimi düşündüm.” Bu içgörüyle de tatlı tatlı sırıtarak hayata tekrar katılabilecek bir adım atabiliyor Deniz.

“Eğer bizler, gözlerimizi kendimize doğrultursak, binlerce maskenin altında en yakın dost olarak terk edilmişliğimizi bulmaz mıyız?” diye soruyordu Rollo May ‘Kendini Arayan İnsan’ kitabında. Yetişkin insanı güvenli bağlanmaktan alıkoyan ruhsal yaraların iyileşebilmesi, büyük oranda bu terk edilmişlikle yüzleşilmesine, ihtiyaçların karşılanmamış olabileceğinin fark edilmesine ve sıkışıp kalmış duyguların açığa çıkarılmasına ve kapsanmasına bağlı. Bu anlamda Deniz’in hikâyesini de böyle bir ruhsal sağaltımın dürüst bir örneği olarak görüyorum. Üstelik ‘İstasyon’ bunu yalın ve taptaze bir öykü diliyle okuyucusuna sunuyor. Keyifli okumalar diliyorum.

* https://www.5harfliler.com/vapurun-iskeleden-kalkisini-goren/