‘Bir şenlik var içimde’
1 Mayıs’ı insanlık için ‘kutlu’ kılanların derdi ise yeryüzünü herkes için cennet kılmaktı.
Aydın Afacan
Bir ıslık, evet, gülümseyen bir ıslık; zamanın derinliklerinden birden bire gelen rüzgârın taşıdığı bir şarkıdandır. Nisan sonuna doğru aynalardan yansıyan o tuhaf aydınlık ki, içinde dostlarınız da gülümsemektedir. İnsanca, belki Santiago’da belki Kalküta’da, dünyanın başka başka yerlerinde sizin gibi birilerinin var olduğunu söyler o gülümseme! Emeğin tam da adıyla söylendiği bir bayram gelmektedir. Bir yolculuktur ve günler öncesinden başlar yolculuğu bu bayramın; kalbidir, içerdendir, güleçtir, içerdendir, bayramdır! Emeğin, işçinin, emekçinin bayramı; kıpır kıpır şarkılar söyleyeceğiz. Yolları, alanları şenelteceğiz! Yürüyüşte, yanı başımızda ‘dost omuzbaşları’…
‘İşler ve günler’
‘Önce … vardı’ diye başlayan eski metinlerdeki gibi ‘önce emek vardı’ denildiğinde tarihi ‘okuma’ biçimi de buna göre biçimlenir elbette. İnsanın korkuları, ayrılıkları, çitleri, duvarları, savaşları, köleleri vb. gelecektir ardından. Eski şairler de böyle anlatmıyor mu, eski metinler, tabletler, parşömenler? İster Enheduanna’nın şarkılarına bakın ister Homerik destanlara ve sonraki metinlere, aşağı yukarı böyledir bu. “Vaktiyle Yukarıda…” (Enûma Eliş) diye başlayan Babil destanından Mahabharata’daki iktidar savaşlarına; Hesiodos’un, Zeus’un karşı konulmaz mitolojik yasalarıyla yönetilen tarım toplumunun “işler ve günleri”ne ilişkin öğütler verdiği İşler ve Günler (Erga Kai Hemerai) başlıklı metninden İskandinav Odin’e döne dolaşa savaşı ve ‘yok oluşu’ güzelleyen metinler… Tarih bu tür güzellemelerle sınırlı değil elbette. O zamanlardan günümüze akan ‘işler ve günler’ içinde Spartaküs’ten Mazdek’e, Kathar Şövalyeleri’nden Börklüce’ye ‘başka bir dünya’ isteyenlerin de ‘destanı’ vardır: Onlar ki, o büyük Şair’in Bedreddin’de söylediği gibi:
“… bu toprağı,
bu kayalardan bakanlar, onu,
üzümü, inciri, narı,
tüyleri baldan sarı,
sütleri baldan koyu davarları,
ince belli, aslan yeleli atlarıyla
duvarsız ve sınırsız
bir kardeş sofrası gibi açmıştılar”.
Ve dağlardan, ovalardan, arenalardan kapitalizmin kentlerine, limanlara, madenlere uzanan zamanlar içinde başka ‘destanlar’…
‘Başkalarının sefaletinden cennet kuranlar’a karşı…
‘Chimney Sweeper’ları bilir misiniz; ‘baca temizleyicileri’? Ailelerinin -çoğunlukla babalarının- eliyle satılmış çocuklar… Emeğin nasıl kullanıldığına dair kan donduran öyküleri vardır bu çocukların: Küçücük bedenleriyle is ve kurum içindeki bacalara temizlik için indirilen ve mahvolan ciğerleriyle doğru dürüst büyüyemeden ölen çocuklar… William Blake 1790’larda onlar için dizeler yazmıştı:
Küçük kara bir şey karlar içinde:
Bağırıyor bacacı! bacacı! kederli bir sesle
Nerde senin anan baban? söyle bana!
İkisi de kiliseye gittiler tapınmaya.
Çünkü ben mutluydum çimenler üstünde,
Ve gülüyordum kışın karları içinde:
Bana ölüm giysilerini giydirdiler,
Ve bu kederli şarkıyı öğrettiler.
Baktılar mutluyum, dans edip şarkı söylüyorum
Bana zarar vermediklerini düşündüler:
Dua etmeye gittiler Tanrı’ya, onun Rahibine ve Kralına,
Bizim sefaletimizden bir cennet kuranlara.
(ç. S. Özpalabıyıklar).
1 Mayıs’ı insanlık için ‘kutlu’ kılanların derdi ise yeryüzünü herkes için cennet kılmaktı. Başkalarının sefaletinden kendilerine cennet kuranların pek bir özgürlükçü, demokrat ve mağrur göründüğü bir dünyanın ‘tarih’i nasıl olur? Böyle bir halde bir bellekten söz etmek ne ölçüde mümkündür? Bunları anlamak için yalnızca 1 Mayıs kutlamalarında sergiledikleri ‘demokrasi’ye bakmak yeterlidir. 19. ve 20. yüzyıllar bu ‘malum demokrasi’ hünerleriyle doludur. Taksim’deki provokasyonun ilk örneğidir ‘Haymarket Square Ayaklanması’nda sergilenenler. Oradaki provokasyon ‘liberal’ demokratların başka birçok marifeti içinde de görülebilir elbette.
***
Şen olsun yeryüzü…
“Günlerin bugün getirdiği / Baskı zulüm ve kandır” dese de gülümsemeyi eksik etmeyen ve insanın içini umutla dolduran bir şarkı… Nâzım Hikmet’in dizesindeki gibi, insana ‘bir şenlik var içimde’ dedirten bir ezgi… İnsanın tarihi, emeğin de tarihidir. Emeğin ‘halleri’ iyi incelenmeden ne insanın tarihi ne de ‘yığın pratikleri’ iyi değerlendirilebilir. Haymarket Square Ayaklanması’ndan sonra idam edilen önderlerden August Spies kendisini idam eden iktidar sahiplerine şöyle haykırmıştı: “Sessizliğimizin şimdi boğmakta olduğunuz sesimizden çok daha güçlü olacağı bir gün gelecek.” ‘Yepyeni bir güneş doğar’ diyerek insana umudu her keresinde tazeleyen bu ‘1 Mayıs selamı’na Nazım Hikmet’in ‘İstanbul’da 1 Mayıs’ şiirini de ekleyelim:
Kıpkızıl, kan kırmızı bayraklarımızın alevinden
Sarı korsan bir balon gibi soldu güneş.
Ciğerlerimizde şişen türküler ateş!
Kol kola
Düştük yola
Yedikule’den amele evleri Sirkeci’ye dayandı,
Karagümrük kırmızıya boyandı.
Kasımpaşa tersaneyi yüklendi sırtına,
Geçtik köprüden
Geliyoruz:
Yol ver bize Cadde-i Kebir!
Kaldırımları söken topuklarımızla
Tokatlıyan’da göbekli mebusları tokatladık.
Osmanbey’in ensesine atladık!
Zifosladık Şişli’nin kadife mantosunu!
Bugün toz kondurmuyoruz keyfimize!
Bugün “Mayıs Bir”!
Bir Mayıs’ta İstanbul
Bizim olmuş gibidir!
* *
Hürriyet-i Ebediye tepesinde taş kesilen
Mahmut Şevket’in iskeleti!
Seni oraya diken sınıf
Zırnık kadar bile vermedi bize hürriyeti;
Yıkıl karşımızdan!
Yangınları haykıran Yangın Kulesi tepeden bakma bize
Bir gün elbet
Seni borazan yapacağız kendimize,
İstanbul’un ağzı
Haykıracak kızıl inkılâbımızı!