Geceyarıları, bir yerlerden yapayalnız çıkıp başka yere giderken çevirdiğim taksilerde, sohbet değil, muhabbet ettiğim o dost insanlar, Emirgan’daki meyhanenin ince haytası, ayran...

Geceyarıları, bir yerlerden yapayalnız çıkıp başka yere giderken çevirdiğim taksilerde, sohbet değil, muhabbet ettiğim o dost insanlar, Emirgan’daki meyhanenin ince haytası, ayran doldururken elleri titreyen Vanlı garson, geçen bahar Tophane’de, beni ilkokul öğretmenine benzeten közcü çocuk... Sevgilim, dostlarım, arkadaşlarım kadar onların da emekleri var bu kitapta....

 

Bu kitap için, ‘Sesini Duyur’ adlı şarkıyı yazan Seda Akay’a, besteci Cenk Taşkan’a ve Nükhet Duru’ya teşekkür etmeliyim. Sonra Çağan Irmak’a; ‘Sesini Duyur’u, ‘Issız Adam’ gibi çok izlenen bir filme fon eyleyip de ayağa düşürmediği için. Yine Irmak’a; klişelerden pek hoşlanmayan cici beyler, (Bergman’la yatıp Fassbinder’le kalkarlarmış gibi) yarım ağızla “kötü” dese de, o filmde Ada’ya “başkalarının çocuklarını, hayatlarını ve bedenlerini ödünç alacaksın; geri vermek üzere ve hep ıssız kalacaksın” diye bir cümle kurdurduğu için.

Ferhan Şensoy’a ‘Gündeste’; Neşet Ertaş’a “Cahildim dünyanın rengine kandım” için, hatta gönül yerine hep “gonül” dediği için... Murathan Mungan’a; yıllardır belirli bir çevrenin ‘büyük yazar’ı olmaktansa kendi okurunu yetiştirdiğinden. Ahmet Erhan’a; o kış günü kitap fuarında, o bereyi taktığı için, “üşüye üşüye kömür ayazında kavruldu tarlalarım / ne ilgisi var deme yapayalnız kaldım” dizesi nedeniyle...

Geceyarıları, bir yerlerden yapayalnız çıkıp başka yere giderken çevirdiğim taksilerde, sohbet değil, muhabbet ettiğim o dost insanlar, Emirgan’daki meyhanenin ince haytası, ayran doldururken elleri titreyen Vanlı garson, geçen bahar Tophane’de, beni ilkokul öğretmenine benzeten közcü çocuk... Sevgilim, dostlarım, arkadaşlarım kadar onların da emekleri var bu kitapta.

Yaşarken söylediğim sözler, okurun belleği ve zaman izin verdikçe, ben öldükten sonra da rüzgârda fısıldaşmaya devam edecek belki. İşte sekizinci kitap: “Yaz Tarifesi”, Metis Yayınları’ndan...

Antik Yunan mitolojisinde, hiç kimsenin tapınmadığı tanrısal varlık olan ‘Metis’, benim her zaman çalışmak istediğim yayıneviydi. Bu kez hayat da, sanat da buna izin verdi.

Athena’nın, olmayan annesidir Metis. O da şiir gibi, hiç kimsedir. Ülkü Tamer’in dediği gibi, “şiir her sabah kalkar, kelimelerini tarar, yola çıkar, işe gider. Yokluğu bir şeyi değiştirmese de ondan kalan boşluğu hüzün doldurur.”

Türkiye’de sadece üç beş deli kaldı şiir kitabı yayımlayan. Hele ki bu kriz ortamında, Türkiye’de 300 tane kitapçı kaldığı bu dönemde; üstelik kâğıt ithal eden büyük firmalar tek tek kapanıyorken bu iş, artık sadece gönül işidir.

Kitapçılarda şiir bölümü gün günden küçülüyor. ‘Yaz Tarifesi’, o bölümlerin birindedir şimdi. Kadıköy’de kayalıkların oralarda görülür yavaş yavaş. Bir yerde oturup kahve-kanyak içer mi acaba? Yaz geldiğinde, ‘’Kaş’taki o balkonda’’, ellerinde şarap şişeleriyle birileri, yıldızları izlerken bir şiirimi söyler mi? Kimbilir hangi vapurun bir kenarında, karanlık basınca, birileri öpüşür mü dizelerimi mırıldanıp? O vakit birisi İzmir’de, yanındakine derinden bakıp ona âşık olduğunu anlar mesela. Bir başkası, belki benden üç beş mısra yazacaktır defterine. Ya sayfalardan birinin fotokopisini çektirip cüzdanında saklayanlar? Kimler hâlâ, cüzdanında şiir taşır? Bir şairin en büyük ödülü değil midir bu?

Eskişehir’e giden bir trende, pencere kenarında yalnız bir kız, askerdeki nişanlı delikanlı, beni artık hiç hatırlamayan gurbetteki bir dost... Kimlerin hayatından geçecek, kimlerin ezberinde üç beş dize, kimler yalnız gecelerinde üst kattaki tıkırtılardan korkup içinden tekrarlayacak yazdıklarımı, kimlerin fotoğrafının arkasına yazılacak, hangi otel odasının bir köşesinde unutulacak, kimler bisküvisini banıp ağzına götürürken üzerine çay damlatacak, çalan olacak mı bir yerden, sahafa düşünce sevinecek mi sözcüklerim, sayfaları arasında hangi çiçekler kurutulacak?

İhtimal birisi, emekli Türkçe öğretmeni olan babasına hediye edecektir. Kim parmakları sayfalara dokunurken yorgunluktan öylece sızıverecek, kim otobüsün penceresine başını dayarken hüzünle uykuya dalacak, kimin rüyasından geçecek, kim huzurla dolacak, kim okurken ilk âşık olduğu kadını ya da adamı düşünecek?

Bir kitap hakkında söylenecek bunca şey vardır da böyle küçük anlar hiç düşünülmez. Bir gün bu düşündüklerimi yazmak istiyordum. Bir gün böyle yaşamış ve görmüş bir şiir kitabımın olmasını... O gün, bugünmüş. Nâzım ustamın dediği gibi: “Çok şükür, çok şükür bugünü de gördüm / ölsem de gam yemem gayrının resmini çizebilir misin üstat.”