Bizim için bir Yaratıcının/Allah’ın/Tanrı’nın varlığı tartışması var olan bilimsel bilgi ve değerlendirmelerin toplamı açısından bakıldığında gereksiz bir tartışmadır

Bir varmış bir yokmuş  ya da İslamiyet’e giriş notları

ALİ ÖZTÜRK Araştırmacı-yazar

Dinlerin ve özellikle Türkiye toplumunda İslamiyet’in ‘bir inanç ve inançlara da saygı duyulması ‘ gerektiği savsatasının arkasına sığınılarak hemen hemen her dönemde tartışma dışında tutulması yapılan en büyük hatalardan bir tanesidir. İlhan Arsel, Turan Dursun, Arif Tekin ve Erdoğan Aydın gibi yazarların dışında bu konuda ortaya konulmuş ciddi çalışmalar neredeyse yok gibidir. Bu nedenle dinsel anlatılar hemen hemen neredeyse tümü ile tartışma dışı tutulmuş ya da ‘gerçek din bu değil’ savsatasıyla temize çekilmeye çalışılmıştır. Şunu artık açıkça söylemek gerek; İnançlara saygı demek ortaçağ karanlığında cadı avlarına saygı demek değildir. İnançlara saygı demek her gün birçok örneği ile karşımıza çıkan dinci barbarlığa saygı göstermek değildir. İnançlara saygı demek sürekli politik sonuçlar üreten ve bugün AKP ile somutlaşan islamofaşist toplumsal akıl tutulması karşısında inançlar ve sonuçları sorgulanamaz, çünkü bu bizim toplumumuzun bir gerçeğidir demek hiç değildir. İnsanlık tarihinin hiçbir bölümü sorgulamanın dışında tutulamaz, buna dinler ve inanışlar tarihi de dâhildir demek en doğru tutum olacaktır.

Peki, bu durumda dini inanış sorununa nasıl yaklaşmak gerekir? Bunun yanıtı açıktır; Tanrı/Allah/Yaratıcı vb. kavramlarda ifade edilen ve olayların nasıl olduğu, kim tarafından yapıldığı sorularına verilmeye çalışılan yanıtların toplamı kişi ile bu evreni/insanı yarattığı iddia edilen arasında olduğu sürece inanan kişi dışında kimseyi ilgilendirmeyen bir konu olarak algılanmak zorundadır. Yine tartışmanın merkezinde bir yaratıcı olup olmadığı sorusunu yerleştirmek taraflar açısından kesin ve net olarak ispata dayalı olgular olmadıkları için sorun çözücü olmaktan uzak olduğu için gereksiz kabul edilmelidir. Böyle bir inanca ihtiyaç duyanlar inanmakta, duymayanlar da inanmamakta özgürdürler. Bizim için bir Yaratıcının/Allah’ın/Tanrı’nın varlığı tartışması var olan bilimsel bilgi ve değerlendirmelerin toplamı açısından bakıldığında gereksiz bir tartışmadır. Yani sorun Tanrı/Allah ya da Yaratıcının varlığı ya da yokluğu değil, bu iddia edilen güçlerin insanlara /toplum düzenine/ ilişkin bir görevler ve sorumluluklar bütünü yüklemesi ve buna ilişkin kurallar/cezalar öngörmesidir. Tartışılması gereken şey bu görüşün, kutsal emir ve cezaların insanlığın geldiği nokta itibarı ile nasıl değerlendirilmesi gerektiğidir.

İnançların temelini oluşturan anlatıları gözden geçirmeye ‘insanın yaratılması ve meleklerin ona secde etmesinin Allah tarafından istenmesinin üzerine yaşandığı iddia edilen tartışmaya bir göz atalım;


Şeytanın başkaldırması
“Hani Rabbin meleklere demişti ki: ‘Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım. Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!’ demişti. Bunun üzerine meleklerin hepsi de hemen secde ettiler. Fakat İblis hariç! O, secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı.” (1)

“Allah (c.c) buyurdu ki: ‘Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir?’ dedi. İblis; ‘Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın. Balçıktan, işlenebilir kara topraktan yarattığın insana secde edemem.’ diye cevap verdi. Allah şöyle buyurdu: ‘Öyle ise çık oradan! Sen artık kovulmuş birisin! Muhakkak ki hesap gününe kadar lânet senin üzerine olacaktır!..’” (2)

“İblis: ‘Ey Rabbim! Bana hiç olmazsa, tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver.’ dedi. Allah (c.c); ‘Sen bilinen gün gelinceye kadar mühlet verilenlerdensin.’ buyurdu. ‘Ey Rabbim! Beni saptırdığın için, yemin olsun ki yeryüzünde fenalıkları onlara güzel göstereceğim, halis kıldığın kulların hariç, onların hepsini saptıracağım.’(dedi)” (3)

“Yemin ederim ki, senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım, sonra önlerinden, artlarından, sağlarından ve sollarından onlara sokulacağım. Çoğunu sana şükredenlerden bulmayacaksın.”(Â’raf, 7/16-17)

“Allah buyurdu: Git! Onlardan kim sana uyarsa, iyi bilin ki hepinizin cezası cehennemdir. Hem de tam bir ceza! Onlardan gücünün yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt... Şeytan, insanlara, aldatmadan başka bir şey vaat etmez. Şurası muhakkak ki, benim (hâlis) kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır. (Onları) koruyucu olarak Rabbin yeter.”(İsra, 17/63-65)
Şimdi burada birazcık duralım. Şeytan âlemlerin yaratıcısına başkaldırmakla kalmamış bir de ona meydan okumuştur. Ama daha da önemlisi şeytan ve Allah bir konuda ortak görüşe sahiptir. Şeytan halis kullar üzerinde etkili olamayacaktır. Peki, böyle mi olmuştur?

…“Ey Âdem! Doğrusu bu (İblis), senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten sürüp çıkarmasın, yoksa bedbaht olursun. Doğrusu cennette ne acıkırsın, ne de çıplak kalırsın, orada ne susarsın ne de güneşin sıcağında kalırsın, dedik.” (Tâhâ, 20/117-119)

“Şeytan ona vesvese verip, ‘Ey Âdem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı haber vereyim mi?’ dedi.” (Tâhâ, 20/120)

“Şeytan ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: ‘Rabbinizin sizi bu ağaçtan men etmesi melek olmanız veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir. Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim.’ diye ikisine de yemin etti. Böylece onların yanılmalarını sağladı. Ağaçtan meyve tattıklarında kendilerine ayıp yerleri göründü, cennet yapraklarından oralarına örtmeye koyuldular. (4) Rableri onlara: ‘Ben sizi o ağaçtan men etmemiş miydim? Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim?’ dedi. Her ikisi, ‘Ey Rabbimiz! Kendimize yazık ettik. Eğer, bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz.’ dediler.”(Â’raf, 7:22-23)

“Şeytan, oradan ikisinin de ayağını kaydırdı, onları bulundukları yerden çıkardı.”(Bakara, 2/36)

“Allah (c.c.), “Onlara: ‘Birbirinize düşman olarak inin; siz, yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz. Orada yaşar, orada ölür ve oradan dirilip çıkarılırsınız.’ dedi.” (5)

Şeytan ilk denemesini ortada sadece iki tane insan olduğu bir dönemde yapmış ve onları kandırmıştır. Bu durumun iki açıklaması olabilir; birincisi Âdem ve dolayısıyla Havva halis kullardan değildir. İkinci ise şeytan Allah karşısında galip gelmiş ve dediği gibi insanları kandırmıştır. Yani şeytan âlemlerin yaratıcısının etkisini sıfırlamış ve meydan okumasında haklı çıkmış ve üstelik her şeyi bilen Allah’ın aslında her şeyin sonuçlarını bilmediğini ispat etmiştir.

İslam ve kardeşler arası evlilik…
Her şeyi bir mükemmellik içinde yarattığı iddia edilen Allah insanın üremesi konusunda bir ilke imza atmış ve kardeşler arası evliliği üremenin tek yöntemi olarak insana sunmuştur. Şöyle ki; “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan Rabbinize itaatsizlikten sakının. Adını anarak birbirinizden dilek ve istekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.”(Nisa, 4/1)

İnsanlar Hz. Âdem’le Hz. Havva’dan doğarak çoğalmışlardır. Havva anamız hep ikiz doğum yapıyordu. Bunlardan birisi erkek, diğeri de kızdı. Hz. Âdem, aynı anda doğan ikizleri, bir önce veya bir sonra doğan ikizlerle evlendiriyordu. Habil’le beraber doğan kız çirkin, Kabil’le birlikte doğan kız ise güzeldi. Bu durumda Hz. Âdem, Habil’in, Kabil’le beraber doğan kızla, Kabil’in de Habil’le beraber doğan kızla evlenmesini istedi. Fakat Kabil buna razı olmadı, kendisiyle doğan güzel kızı Habil’e vermek istemeyerek kendisi almak istedi. (bk. Taberi, İbn Kesir, Razî Maide, 5/27. ayetin tefsiri )

Hz. Âdem’in çocuklarının birbirleriyle evlenmelerinin dindeki yerine gelince; Hz. Âdem’den Peygamber Efendimize gelinceye kadar bütün peygamberler hak dini tebliğ etmişlerdir. Dinin temeli olan îman esasları hep aynı kalmıştır. Fakat şeriat dediğimiz, ibadet ve dünyaya ait işlerde Hz. Âdem’den Peygamberimize kadar her devrin icaplarına, insanların ihtiyaçlarına göre bazı hükümler değişerek gelmiştir. Cenab-ı Hak her devrin insanının yaşayışını ve menfaatini gözeterek her ümmete ayrı bir şeriat göndermiştir. Mâide Sûresinin 48. âyetinde bu hususta, “Sizin her biriniz için Biz bir şeriat ve açık bir yol tayin ettik” buyurulur.
Allah, nasıl ki Hz Adem’in eğe kemiğinden Hz Havva’yı O’na eş olarak yarattıysa, değişik seferde doğan bu kardeşleri de birbirine yabancı suretinde yaratabilir. Daha sonra ise insan nesli çoğaldı ( nasıl yani herkes yine de herkes Adem ve Havva’dan çoğalmadı mı ) ve Allah bundan sonra farklı ikizlerden de olsa kardeş evlenmesini yasakladı Bunun helal olması ise temelde Allah’ın emriyle alakalıdır Çünkü bir işin kötü olması Allah’ın yasaklamasından dolayı, iyi olması da emretmesinden ya da serbest bırakmasından dolayıdır Yani Allah emreder güzel olur, Allah yasak eder kötü olur. Esas olan da budur.
Evet, anlatının giriş kısmına ilişkin sadece bir girizgâh olarak nitelendirilebilecek olan yukarıdaki kısa anekdotlar bile karşımızdaki savsatanın boyutlarını göstermektedir. Bu bile karşımızda duran karanlığa karşı ‘susarak’ onu temize çekmeye çalışarak kimi liberal solcuların ‘ sol bir ilahiyat yaratma çabalarına girerek geçiştirilemeyeceğini göstermektedir.

(1) Hicr, 15:28-31; Bakara, 2:34; İsra, 17:61; Kehf, 18:50; Sâd, 38:71-74.
(2) Hicr, 15:32-35; A’raf, 7:12-13; Sâd, 75-78.
(3) Hicr,15:36-40; A’raf, 7:14-15; Sâd, 38:79-82.
(4) Â’raf, 7:20-22; Tâhâ, 20:121.

(5) Â’raf, 7:24-25; Bakara, 2:36; Tâhâ, 20:123.
(6) Tâhâ, 20:124-125; Bakara, 2:38.

Kaynak: Sorularla İslamiyet sitesi
http://www.sorularlaislamiyet.com/article/120/kur-an-a-gore-iblis-in-isyani-nasil-olmustur.html
http://www.sorularlaislamiyet.com/qna/4711/hz-adem-in-cocuklari-birbirleriyle-nasil-evlendi.html