Seray Şahiner yeni kitabı Kul’da, sayfalardan çıkacakmışçasına canlı bir karakterle tanıştırıyor bizi. Umudun yolculuğunu yaptırıyor Mercan’la birlikte

Bir yalnızlık hikâyesi: KUL

MEHMET ÖZÇATALOĞLU

Bir dönüşüm hikâyesi almış başını gidiyor. İnsan için olanına kişisel gelişim adı veriliyor; yaşadığımız alanlar için olanaysa kentsel dönüşüm. Kişisel dönüşümle kentleri değiştiririz de kentsel dönüşümle kişilerin değişeceğine pek inanmıyorum. Kişiler de akla uygun dönüşümleri gerçekleştiremedikleri sürece kendi dünyalarında yaşadıkları bir iç ağrısından öteye geçemeyecektir. İçinizdeki ağrıyla da nerede, kiminle ya da kimsesiz yaşadığınızın bir önemi yoktur.

Seray Şahiner’in yeni romanı Kul’da görüyoruz bunları. Kitabın roman olduğu konusunda tereddütlüyüm fakat kapakta roman yazdığı için böyle söylüyorum. Bir romandan daha çok bir anlatıdır Seray Şahiner’in yazdıkları. Anlattığı da Mercan’ın hikâyesi. Mercan kim mi?

Mercan yaşama dair ışığını tavana yakın bir pencereden ve televizyon ekranından alan, geçimini merdiven silerek kazanan, çocuğu olmayan ama olması için yanıp tutuşan, kocası tarafından terkedilmiş biçare bir kadın. Yalnızlığı ile baş başa. O kadar yalnız ki tutunacak bir dalı, dayanacak bir duvarı bile yok.

Kocası tarafından terkedilen Mercan, özgürlük kavramını sorgulamaya başlar. Özgür yaşayabilmek için çeşitli yöntemler dener. Giyinir kuşanır bara gider. Pazar kahvaltısını geç bir saatte yapar. Zorunlu hissetmediği için yemek yapmaz. Çeşitli diyetleri uygulama planları yapar. Beslenme şeklini değiştirir. Ve daha bunun gibi bazı şeyler… Fakat bunların hiçbiri Mercan’ı mutlu etmez. Çünkü onun mutluluk kaynağı evdeki televizyonu ve esrarkeş kocasıdır. Gittiği günden itibaren bir umut kocasının dönüşünü bekler. Bütün o özgürlük planlarının sonunda hep kocasının gelip de kapıda kalacağı endişesi vardır. Mercan ne kadar istese de özense de yeni bir yaşama geçiş yapamaz. Mercan’ın kalıbı budur çünkü. Sabah erken kalkar, apartmanların merdivenlerini siler. Evine döner, televizyon izler. Evin geçimini düşünür. Bir alışkanlıktan öte bir yaşam biçimidir bu Mercan için. Özgürlük kavramıdır. Evinde olduğu her an televizyonun sesini duyabilmek, televizyonu izleyebilmek onun için özgürlüktür. O parıltılı ekrandan özgür (!) kadınların yaşamlarını izleyebilmek onun için özgürlüktür.
Seray Şahiner Kul’da, sayfalardan çıkacakmışçasına canlı bir karakterle tanıştırıyor bizi. Anlatıyor da anlatıyor. İstanbul’un kutsal mekânlarında dolaştırıyor. Umudun yolculuğunu yaptırıyor Mercan’la birlikte. İki farklı dünyayı aynı sayfalarda bir araya getiriyor. Camiler, cemevleri, kiliseler, dilek ağaçları… Mercan’ın rüzgâra salınmış umutları.

“İnsan eliyle kurulmuş çelişkilerin ancak Tanrı eliyle değişebileceğine inananlar, dayanacak kimsesi olmayınca ayakta duramayanlar, dünyaya gölgesinden başka kök salamayanlar, ölülerden başka can yoldaşı bulamayanlar konuşuyor Kul’da. Sesi uğultu gibi gelene kadar televizyonla baş başa kalmak ne demek, yemeği tepside yemek ne demek, yemekten sonra meyve soyarken yanında bir dilimini uzatacak bir insan olmaması ne demek? Yalnız Mercan bilirdi bunları.”

Peki, Mercan; koca kurbanı mı, televizyon kurbanı mı, dayatılan yaşamın kurbanı mı, kaderin kurbanı mı, yoksa kendisinin kurbanı mı? Bu soruların peşine düşürüyor yazar okurlarını kitapta. Mercan, göz önünde olup da görünmeyenlerden, sesi çıksa da duyulmayanlardan bir KUL işte!

Fotoğraf: Sedat Suna