Dondurma ahlaksız... Soğan vatan haini… Patates terörist… İntiharlar iktidara komplo…

Herkesi ve her şeyi kendisine düşman gören bir anlayışla karşı karşıyayız. Yaşadığımız tüm sorunların temelinde her şeyden önce bu sağlıksız ve artık yapısal bir soruna dönüşmüş olan ötekileştirici anlayış yatıyor. Demokrasinin yıkımının, hukukun üstünlerin elinde parçalanmasının, medyanın tek sesliliğe sıkıştırılmasının, ekonominin hepimiz üzerine çöküyor olmasının da altında yatan temel sebep bu: Kutuplaştırıcı ve dışlayıcı siyasi anlayış ve onun iktidar iradesine taşınması.

Bu vahşileşmiş siyasi dinamik her şeyden önce toplumsal güveni paramparça etti. Karanlığın içinde umut parçalarına tutunup onları toplumla birlikte büyütmek için mücadele veren milyonların güçlü fısıltıları “vazgeçmeyelim” diyor, istikrarlı bir biçimde. Vazgeçmeyelim, zira bu sorunları hep birlikte aşabileceğimiz bir yeni düzeni var edebilecek bir tarihe sahibiz biz. O tarihi geleceğe taşımak, bu çağın koşullarında var edecek müthiş bir insan potansiyelimiz, çok kendine has zenginlikleri olan coğrafyamız var bizim. Bunu hatırlatmalıyız kendimize ve birbirimize. Yeni bir düzeni kurabiliriz. Kurmalıyız.

Gerçeklere dayanan bir düzeni var etmeliyiz. Birbirimizle konuşabileceğimiz, farklılıklarımızı yok sayarak değil eşitliğimizin güvence altında olduğu bir kurumsal çerçevenin sağladığı özgürlükle yaşayacağımız, sorunlarımıza çareleri birlikte üreteceğimiz, derdimizi derdi olarak gören bir sosyal devlet anlayışıyla hakkımız olan güvencelere toplumsal olarak eşit bir biçimde erişeceğimiz…

Demokrasiyi içinde bulunduğu karanlık evreden çekip çıkartma kaygısı sadece bizim coğrafyamıza has bir sorun olmaktan da çıktı. Tüm dünya demokrasiyi kurtarmak için yöntem arayışında. Geçen hafta Avrupa Konseyi ev sahipliğinde Dünya Demokrasi Forumu’nda da üç gün boyunca bu konunun bir boyutunu tüm katılımcılar enine boyuna tartıştık.

Demokrasi bilgi çağında tehdit altında mı? Forum’un ana çerçevesi bu soru idi. Bilginin erişilebilirliğinin ve sayısının bunca arttığı bir çağda bu bilginin gerçeklikten kopartılarak kalabalık kitlelere taşınması sonucunda bildiğimiz pek çok kurumsal yapıya güvenin eridiğini veri ile tespit eden PEW Araştırma Merkezi’nin sunduğu olguların üzerine inşa edildi tartışma. Veriden ve gerçeklikten kopuşun hızlandırdığı demokrasi yıkımının karşısına geçmek için ilk adımın gerçeklikle bağı güçlendirecek veri, bilgi ve uzmanlık olduğu görüşü ile devam etti.

Ancak nihayetinde kurulacak demokrasinin salt uzmanların görüşleriyle değil halkın tercihleriyle şekillendiği gerçeğini gözeterek, bu veri temelli uzman görüşlerini takiben yoğun katılımın olduğu laboratuvar buluşmaları gerçekleştirildi. Bu laboratuvarlarda dünyanın farklı köşelerinden halkın katılımını arttıran sivil toplum inisiyatifleri ve yenilikçi girişimler uygulamalarını paylaştı, deneyimler biriktirildi.

Bu laboratuvarlardan birisini yönetme fırsatı buldum; konusu “Kurumlara Güvenin Yeniden İnşası”… ABD, Nijerya, Sırbistan, Finlandiya ve Belçika’dan farklı yenilikçi demokratik girişimler tartışıldı. Hepsini ortaklaştıran iki unsur vardı: katılımcılık ve şeffaflık. Hepsi aynı tür bir kurumsal yenilenme ihtiyacını tespitten yola çıkan girişimlerdi. Dünyanın tüm köşelerinde halklar kapsayıcı kurumlar talep ediyorlar, içinde kendilerini görebilecekleri yapılar. O kapsayıcı kurumların temelinde katılımcı süreçler, şeffaflık, çoğulculuk yatıyor. Ve kurumları kapsayıcı kılmak toplumsal güven duygusunu arttırıyor. Bir ortak yarınımız olduğuna, o yarınların içinde yaşama ihtimalimiz olan zorluklar karşısında yalnız bırakılmayacağımıza dair bir güvence…

Ve işte o güveni sağlayan kapsayıcı kurumlar sadece bireylerin hayatla bağlarını güçlendirmiyor. Daron Acemoğlu ve James A. Robinson’un “Ulusların Düşüşü” kitabında nice tarihsel örneğini okuduğumuz bir gerçek de yaşanıyor; kapsayıcı kurumlara sahip uluslar zaman içinde kalkınıyor, refahları artıyor, hem toplumsal hem de ekonomik gelecekleri çok daha aydınlık oluyor.

Dondurmada ahlak, gıdada hain, insan acılarında komplo arayanlara karşı umudu ve güveni tabandan var edecek cesaretin devamına ihtiyacımız var. TBMM’nin yetkilerini tırpanlayarak halkın denetiminden kaçırılan bütçenin, gerçekte halkın sorunlarına çare olmasını sağlayacak bir katılımcılığa ihtiyacımız var. Bu ağır toplumsal ve ekonomik bunalımdan çıkış için birbirimize çok ama çok ihtiyacımız var…