‘Biz’ hem metaforik göndermeleri hem teknik biçemi ve içeriği ile etkileyici, düşündürücü ve sorgulayıcı bir bakış sunuyor.

Bireysel Bellek Yolculuğundan Kolektif Alana: Biz (Nous)
Alice Diop’un yönettiği Nous filminden bir kare.

Emine Uçar İlbuğa

2005 yılından bu yana çektiği orta ve uzun metraj filmleri ile belge sinemasının son dönem önde gelen isimlerinden olan Senegal kökenli Fransız yönetmen Alice Diop’un son filmi “Biz” (Nous, 2020) bugünlerde Mubi’de izleyici ile buluşuyor. 2021 yılında Berlin Film Festivali’nin ‘Karşılaşmalar’ bölümünde gösterilen ve en iyi ödülün sahibi olan “Biz” hem kent mekânlarına hem her yaştan, cinsten ve kültürden insanların yaşamlarına kamerayla eşlik ediyor.

Filmin hikâyesi Yazar François Maspero’nun 1999 yılında yayımlanan “Les Passagers du Roissy Express” kitabından ilhamla, yönetmenin kendi yaşam deneyimleri ve Joyce’un kısa öykülerine dayansa da Alice Diop filmine tema edindiği bölgede yani Fransız banliyösünde iki ay boyunca gözlem yapmış, insanlarla tanışmış, hem güney ve kuzeyi her gün yüzlerce yolcularıyla kat eden RER B (Paris ve banliyölerine hizmet veren, banliyö hatları ile metronun bir bileşimi ve RER-A, -B, -C, -D, -E olmak üzere beş ana hattan oluşan tren ağı) tren hattında yaşayan hem de bu yolculukta karşılaştığı kişilere ve onların gündelik yaşamlarına eşlik etmiş. Bu film RER B tren hattının uğrak yerleri, vagonlardaki yolcular gibi, banliyölerin tarihi ve daha çok banliyö bölgesine yerleşen 1960’lı yıllarda emek göçü ile Fransa’ya gelen göçmenlerin hikâyesi aynı zamanda. Maspero’nun “Les Passagers du Roissy-Express” romanında yaptığı gibi yönetmen Diop’ta kendi doğup, büyüdüğü bu semti yeniden yakından izleme ve oradaki günlük hayatın anlarını yakalama peşine düşmüş.
Diop kendi çocukluğuna, ailesi ile yaşadığı eve, erken yaşta kaybettiği ve artık belleğinde silik bir imge olan annesinin izine eski bir VHS video üzerinden ulaşmaya çalışıyor. Ardından Fransa’nın Nazi işgali ile 1943’lü yıllarda evlerinden, yaşamlarından koparılıp önce Drancy ardından Auschwitz toplama kampına götürülen Fransız Yahudilerin geride bıraktıkları mektupların seslendirildiği ve kamptan kurtulanlar ile yaşamlarını yitirenlerin görüntüleri üzerinden tarihsel bir yüzleşme ve hatırlamaya kapı aralıyor. St. Denis Kilisesi’nde XVI. Louis’nin ölmeden önce yazdığı son mektubunun okunduğu tören ve eski krallarına gözyaşı döken Fransızların görüntüleri ile bugün ve dün iç içe geçiyor, böylece ben- bize, bireysel yolculuk kolektif bir yolculuğa dönüşüyor. Diop’un kamerası sürekli hareket halinde, izleyiciyi huzursuz ediyor. Kamera önce kalabalık metro duraklarına, sonra ıssız sokaklardan, içi yolcu dolu geçip giden trenlere, kentin varoşunda kartonla kayan çocuklardan, parkta bira içen gençlere ve ellerinde Iphone telefonlarla sohbet eden genç kızlara uzanırken gündelik hayata ilişkin görüntüler ile anılar iç içe geçiyor.

Diop’un kadrajı sadece sokaktaki insanlar, banliyöler, müzeler, kilise ve metro duraklarıyla sınırlı kalmıyor. O, evde bakım hizmeti veren hemşire kız kardeşi ile birlikte yaşlı, hastaların evlerine, onların hikâyelerine çeviriyor kamerasını. Bunu yaparken odağına sadece bireyin kendisini, şimdiki zamanı değil, yaşadığı mekânla birlikte, her bir evin duvarında asılı resimler, çerçevelenmiş, solmuş fotoğraflar, vitrindeki biblolarıyla bir bütünsellik kurarak her birinin yaşam hikâyelerinden izleri de arıyor. Yan yana dizilmiş evlerde odaları birbirine bağlayan dar holler, merdivenler, eşyalarla dolu mutfak ve oturma odalarıyla bireylerin tek başlarına yaşadıkları bu evlerde mekânsal, zamansal sıkışmışlıklarına ve yalnızlıklarına işaret ediyor. Yönetmen Diop tüm bu farklı öyküleri bir araya getirirken insanları belli kalıplara sokmuyor ve şu soruyu soruyor: “Biz” kimiz? Bu sorunun yanıtını ise yönetmen izleyiciye bırakıyor. Diop 1960’lı yıllarda Senegal’den Fransa’ya göç etmiş bir göçmen ailenin çocuğu. Babası ve annesi ileride cenazelerinin memleketlerine gönderilmesi için her ay hem kendileri hem çocukları için defin nakil parası ödüyorlar. Ancak anne ve babalarından farklı olarak çocukları buradan gitmeyi düşünmüyor. Onlar için memleket içinde doğdukları, büyüdükleri ve yaşadıkları yer oluyor. Biz, aile, ben, siz… Tüm bu tekil çoğul zamir tanımları iç içe geçiyor.

Film Fransız bir ailenin geniş bir arazinin sonunda sağa sola ürkekçe koşturan bir geyiği izledikleri sahne ile başlıyor, ardından karşıt yönlerden gelen içi yolcu dolu iki tren ve sabahın ayazında araba tamiri yapan Malili İsmael ve onun Mali’de yaşayan annesi ile telefon görüşmesine geçiş yapılıyor. Yönetmen Fransız avcı bir aile ile göçmen İsmael’i kuzeyi güneye bağlayan RER B treni aracılığı ile yan yana getiriyor. Böylece Diop daha filmin başında sınıfsal, kültürel farklılıkları merkeze aldığı ve hiç bir sınıflandırmaya başvurmadan kenti farklı zaman, mekân ve yaşayanları ile filmin ana konusu yapıyor. Film, filmin başındaki avcı ailesinin de dahil olduğu aristokrat kıyafetli, bando takımları, atları ve av köpekleri ile ormana gelen ve geyik avına çıkan kalabalık bir avcı kulübünün av görüntüleri ile son buluyor.

‘Biz’ hem metaforik göndermeleri hem teknik biçemi ve içeriği ile etkileyici, düşündürücü ve sorgulayıcı bir bakış sunuyor. Film baştan sona farklı görüntülerin bir kolajı gibi ilerlese de kurguda öykünün bütünlüğü Fransa tarihi üzerinden başarıyla sağlanıyor. Yönetmen filmde ayrıca Corrèze’de yazar Pierre Bergounioux ile gerçek bir röportaja yer veriyor. Bu röportajda yazar “Yazının icadı ile başlayan ve kıyıda kalan insanların kendilerini buldukları temsil olanaklarından” bahsediyor. Bergounioux günümüzde bu olanakların en yenisi olarak tanımladığı ve nispeten düşük maliyet imkânı sunan “Küçük insan dedikleri kendi halinde insanları alıp, onlara daha önce hiç tanık olmadıkları bir şekilde bu ikinci varoluşu verebilecek” dijital sinemaya vurgu yapıyor. Sinema kuramcısı Andre Bazin ise, sinemayı “Bilinmeyen evrenler için bir geçiş kapısı, bize başka yolla elde edemeyeceğimiz deneysel gerçeklik bilgilerini sunduğunu söyler ve bu bakımdan sinematografik dile inanır, ona göre bu dil süslü olmayan ve kurgulanmamış sahnenin tüm olanaklarını içerir.” Yönetmen Alice Diop da kamerasıyla hem geçmişe ilişkin tarihi tanıklıklar, anlatılar ve belgelerle hem de şimdiki zamanda insanların gündelik yaşamlarından anlık görüntülerle hem kendi kişisel tarihini hem de bize bizi yorumsuz sunmayı deniyor. “Biz” filmine sinematografik stil üzerinden baktığımızda hareketli kameranın verdiği huzursuzluk, zaman zaman durağan görüntülerle sessel ve görüntüsel betimlemelerin iç içe geçtiği ve kameranın duraklama anlarıyla bakışın olanaklarının çerçevede daha güçlü kılındığı görülüyor.

Yönetmen Diop yarattığı bu belge filminde tarih ve sosyoloji alanındaki bilgi birikiminden de faydalanıyor. Çünkü sinema tek başına bir konuyu tekniğin olanakları ile perdeye aktarmaktan öte bir şey. “İmgelerin düşünümselliğinin” öne çıkarılabildiği farklı bakış açılarıyla “insanın düşünme” gücüne katkıda bulunmayı gerektiriyor. Herkesin her konuda uzman olduğu ve herkesin her şeyi bildiğini düşündüğü günümüzde, her gün önünden geçtiğimiz evler, sokaklar, istasyonlar, müzeler, tarihi anıtlar arasında, farkında ya da farkında olmadan hızın ve çoklu bilgi akışının yoğunluğu karşısında “Biz” bize iki saat boyunca bir kentin sosyolojik yapısını, tarihi portresini de görünür kılıyor. Alice Diop böylece izleyiciye Paris’i kuzeyden güneye kat eden RER B treninin bazen teğet geçtiği bazen uğrak verdiği duraklarıyla hepsi birbirinden bağımsız gibi görünen mekânlar ve insan hikâyelerinin gerçekliğini en yalın haliyle sunarken, geçmiş yaşanmışlıklar ve bugün üzerinden geleceğe ilişkin beklentileri de iç içe geçirmeyi başarıyor. Bu öykü bizi anlatıyor ve izleyiciden film boyunca bir süreliğine de olsa içinde yaşadığı dünyayı görmeyi, işitmeyi ve düşünmeyi talep ediyor. Yönetmen bunu yaparken duygusallıktan uzak, sadece gerçeği betimleyerek hakiki imgeye ulaşabilmenin olanaklarını sunuyor.

Yararlanılan Kaynak: Andre Bazin (2011). Sinema Nedir? Doruk: İstanbul.