Birinci Enternasyonal ve güncel önemi

Marcello Musto - Akademisyen, Yazar

Kökenleri 

1864’teki ilk toplantısının ardından İşçilerin Enternasyonal Birliğinin (daha bilinen ismiyle Birinci Enternasyonal) yarattığı heyecan çok hızlı şekilde Avrupa’nın tamamına yayıldı. Sınıf mücadelesini ortak bir amaç haline getirdi ve yüz binlerce kadın ve erkeğe sömürüye karşı mücadele ilhamı oldu. Enternasyonal sayesinde, işçiler kapitalist üretim ilişkilerinin mekanizmasına dair daha açık bir kavrayış geliştirirken, kendi güçlerinin daha fazlasına vardılar ve hakları için yeni ve daha ileri mücadele biçimleri geliştirdiler. 

Kurulduğunda, Enternasyonal’in temel itici gücünü liderlerinin ağırlıkla ekonomik sorunlara yoğunlaştığı Britanya sendikacılığı oluşturuyordu. İşçilerin şartlarını düzeltmek için mücadele etmesine ediyorlardı fakat kapitalizmi sorunsallaştırmıyorlardı. Enternasyonali de öncelikle grev süreçlerinde başka ülkelerden işçi ithâlâtının önüne geçmek için kurdular. Enternasyonal içerisindeki en önemli ikinci grup ise uzun süredir Fransa’da baskın olan yararcılardı. Pierre-Joseph Proudhon’un teorileriyle hareket eden bu grup, işçi sınıfının siyaset içerisinde yer almasına da grevin bir mücadele aygıtı olmasına da karşıydı. Bir de komünistler vardı; ütopik fikirlerden ilham alan bir grup işçi ve belli belirsiz demokratik fikirleri olan sürgün aydınlar. Başlangıçta, Enternasyonal farklı siyasi geleneklerin bir arada bulunduğu, çoğunluğu devrimci değil reformist bir örgütlenmeydi. 

Teoriler ve Mücadeleler 

19. Yüzyılda 60’ların sonu ve 70’lerin başı Avrupa’da toplumsal çelişkilerin yaygınlaştığı bir dönemdi. Protesto eylemlerine dahil olan birçok işçi, Enternayonal ile iletişime geçiyor, örgütün şanı hızla yayılıyordu. 1866’dan itibaren grevler birçok ülkeye yayılarak yeni ve önemli bir mücadele biçiminin temeli haline geldi. Çelişkilerin çoğunda senaryo aynıydı: başka ülkelerde dost işçiler grevcilere destek için fon oluşturuyor ve kendilerini endüstriyel askerlere çevirecek çalışma şartlarını reddediyorlardı. Sonuç olarak, patronlar grevcilerin birçok talebini kabul etmek zorunda kalıyorlardı.  

Farklı uluslardan, dillerden ve siyasi kültürlerden gelmenin yarattığı tüm sorunlara rağmen, Enternasyonal çok sayıda örgütlenmenin ve kendiliğinden mücadelelerin koordinasyonu ve birliğini sağlıyordu. En önemli başarısı ise sınıf dayanışmasının ve enternasyonal birliğin kritik önemini gösterebilmesi oldu. 

Enternasyonal aynı zamanda emek hareketindeki en ünlü tartışmaların da ilk ev sahibi oldu. Bunlar içerisinde: sendikaların vazgeçilemez yararları; toprak ve üretim araçlarının özel mülkiyetinin kaldırılması; seçimlere işçi sınıfının bağımsız partileriyle katılımı, kadınların özgürleştirilmesi ve savaşın kapitalist sistemin kaçınılmaz sonucu olarak kavramsallaştırılması vardı. Enternasyonal Avrupa dışına da yayıldı, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri’ne. 

Enternasyonalin en dikkate değer dönemi, Paris Komününün kuruluşuna rastladı. 1871’de Fransa-Prusya savaşının ardından, Parisli işçiler burjuva hükümetine karşı harekete geçip şehri ele geçirdiler. Dolayısıyla Enternasyonal bu fırtınanın merkezinde olduğu için de muazzam bir popülariteye sahip oldu. Tabii kapitalistler ve orta sınıflar için kurulu düzen karşısında büyük bir tehdit olarak görülürken, işçiler için sömürüsüz ve adil bir dünya umudunu besliyordu. Emek hareketi müthiş bir canlılık kazandı ve her yerde görünür oldu. Paris ayaklanması işçi hareketini alevlendirirerek, daha radikal tutum alma ve militanlaşmalarını sağladı. 

Dolayısıyla Enternasyonalin baştaki kuruluşu, aynı temel misyonu gibi demode hale gelmişti. Artık görev Avrupa çapında grevler için kitlesel destek örgütlemek, sendikaların yararını, toprak ve üretim araçlarının kamulaştırılmasını anlatan kongreler düzenlemek değildi. Paris Komününden sonra, işçi hareketleri için asıl sorun, kapitalist üretim biçiminin sonlandırılması ve burjuva dünyasına ait kurumların yıkılması için nasıl örgütlenileceği idi.  

Dün ve Bugün 

Birinci Enternasyonalin öneminin yeniden keşfi çok farklı bir bağlamda oldu. O dönemin umutlarını kendi dönemimizin güvensizliklerinden ayıran boşluk, neoliberal rekabetçiliğin ve şirketleşmenin yarattığı ideolojik itaat ve bireycilik döneminde Enternasyonal çağının dayanışmacı ve sistemsiz ruhuna özlemi yarattı. 

Emek dünyası dönemsel bir yenilgi yaşadı ve sol hâlâ derin bir krizin ortasında. Neoliberal politikalarla geçen uzun bir dönemin ardından işçilerin mücadele ettiği ve önemli kazanımlar elde ettiği sistem, 19. Yüzyıldakine benzer bir versiyonuna dönüştü. Geçmişteki ilerici anlamını kaybetmiş olan emek piyasası “reformları” her geçen yıl yeni “esneklikler” ve daha kolay son verme biçimleri icat ederek daha derin eşitsizlikler yarattı. Sovyet blokunun çökmesinin ardından birbirinden farklı büyük siyasal ve ekonomik dönüşümler üst üste geldi: küreselleşmenin yarattığı toplumsal değişimler, var olan üretim biçiminin çıktısı olan ekolojik felaketler ve varlıklı sömürücü azınlık ile yoksullaşmış çoğunluk arasındaki giderek büyüyen uçurum, kapitalizmin (2008’de başlayan) en büyük ekonomik krizlerinden birisi, ırkçılık ve şovenizm, COVID-19 pandemisi ve her yere yayılan savaş rüzgârları.  

Böyle bir bağlamda sınıf dayanışması her zamankinden daha vazgeçilmez durumda. Marx’ın kendisi işçi sınıfının yerlisi ile göçmeniyle (ki daha fazla ayrımcılığa uğruyorlar) karşı karşıya gelmesi egemen sınıfların hâkimiyetinin en temel unsuru. 

Toplumsal çelişkileri örgütlemenin yeni yolları, 150 yıl önceki formları şu an kullanamayacağımıza göre, siyasi partilerin ve sendikaların yeniden icat edilmesi ile mümkün. Fakat işçilerin sömürülenlerin ortak cephesinde örgütlenmediği sürece yenileceğine dair Enternasyonalin tarihsel dersi hâlâ geçerli. Bu olmadan, ufukta gözüken tek senaryo yoksulların kendi arasındaki savaş ve bireyler arasındaki dizginsiz rekabet.

Çeviren: Yusuf Tuna Koç