Hayvanlar da tıpkı insanlar gibi duyarlı canlılardır. Aç susuz kaldıklarında, üşüdüklerinde, korktuklarında, yaralandıklarında tıpkı bizim gibi acı çekerler; sevdikleri şeyleri yaptıklarında da tıpkı bizim gibi mutlu olurlar.

Bizden farklılar, nasıl bizim gibi hakları olabilir?
Fotoğraf: AV. İpek Yılmaz

Engin Arıkan

Hayvan haklarına ilişkin esas mesele, insanlardan farklı özelliklere sahip canlılar olan hayvanların insanlar gibi nasıl haklarının olabileceğini açıklamaktır. İnsanlar hayvanlardan farklı ve birçok açıdan üstün özelliklere sahiptir. Örneğin insanın akli yetileri, hayvanların akli yetilerinden üstündür. İnsanlar, pek çok farklı alanda çalışmalar yapabilirken (örneğin bilim, felsefe, sanat, spor gibi) hayvanların hayatı çok daha monotondur.


Bu makul gibi gözüken sorgulama olgusal olarak doğru olsa da, kendi içinde bazı sorunlar taşır. Çünkü farklı özelliklere sahip varlıkların aynı haklara sahip olamayacağı formülü, hayvan haklarından bağımsız olarak insanların hakları açısından çelişkili sonuçlara varır. Evet, insanların büyük bir çoğunluğu hayvanlardan daha akıllıdır. Ancak aynı eşitsizlik insanlar arasında da mevcuttur. Bazı insanlar diğer insanlara kıyasla daha zeki, daha güçlü, daha hızlı, daha güzel, daha zevkli veya daha yaratıcıdır. “Üstün özelliklere sahip olanlara, üstün özelliklere sahip olmayanlara kıyasla farklı muamele edilmelidir” formülüne göre, matematik testlerinden daha yüksek puan alan insanların daha az puan alanlara kıyasla daha fazla haklara sahip olmasını kabul eder miydik? Veya bilim, sanat, spor, felsefe gibi konularda yapılacak yetenek sınavlarından alınacak puanlara göre bir hiyerarşi kurulmasını? Bu sınavlarda yüksek puan alanların farklı okullarda eğitim görmesini ve bunun sonucunda daha yüksek gelirli mesleklere sahip olmalarını haklı görsek de; yaşam hakkı, vücut bütünlüğü, oy hakkı gibi konularda farklı bir muamelenin yapılmasını kabul etmeyiz. O zaman insanların eşitliği açısından zekâ, güç, estetik gibi özellikler belirleyici değil gibi gözüküyor. Hayvanların haklarına birazdan geçeceğiz, ama önce şu soruya cevap bulmalıyız: İnsanların eşitliği nasıl açıklanabilir?

İnsanların eşit haklara sahip olduğunu insanların eşit olduğu iddiası üzerinden temellendiremeyiz. Çünkü az önce ifade ettiğimiz üzere insanlar özellikleri itibarıyla eşit değil. Eşitliğin temelini bulmak için özelliklerin dışında bir alana bakmalıyız: acılarımız ve mutluluklarımız. Tamamen tarafsız bir gözle insanlara baktığımızda iki kişinin çektiği acı denk ise o iki kişinin acısını eşit şekilde önemseriz; benzer bir şekilde, iki farklı insanın hissettiği mutluluk da denk ise her ikisinin mutluluğu için eşit şekilde memnun oluruz. Her iki durumda da kişilerin özelliklerinin bir önemi olmaz. Örneğin bir mühendisin çocuğunu kaybetmesinden duyduğu üzüntü ile bir apartman görevlisinin çocuğunu kaybetmesi arasında kayda değer bir fark yoktur; her ne kadar bu iki kişi farklı özelliklere sahip olsa da. Aynı şekilde, insanların özelliklerinden bağımsız olarak güvende, sağlıklı, huzurlu olmasını isteriz ve bunların eşit bir şekilde sağlanmasını bekleriz.

O zaman eşitlik veya eşitliğe dayalı etik diye bir şey varsa (ki olmadığını iddia ediyorsanız sokakta yürürken sizi birinin durduk yerden bıçaklaması veya öldürmesine karşı söyleyecek bir şeyiniz kalmaz), bunun temeli özellikler değil acılarımız ve mutluluklarımız olmalıdır. Eşitlik, denk acıları ve mutlulukları eşit bir şekilde değerlendirmek ve bunları eşit bir şekilde önemsemektir. İşte bundan dolayı, insanların sahip olduğu farklı özellikler (zeka, güç, zevk, ırk, cinsiyet ve bunun gibi) onların eşit olmayan bir şekilde muamele edilmesine yol açmaz, açmamalıdır.

Bu uzun açıklamalardan sonra artık hayvanlara gelelim. En başta hayvanların insanlardan farklı özelliklere sahip olduğunu belirtmiştik ama artık özelliklerin kendi başına eşitliğin ölçütü olmadığını ve olamayacağını gördük. Eğer etik açıdan esas mesele acılar ve mutluluklar ise ve bunları tecrübe edenlerin özellikleri önem arz etmiyor ise, o zaman hayvanlar ın da etiğin ve eşitliğin kapsamına alınması gerekir. Çünkü hayvanlar da acı çekebilir ve mutlu olabilir. Hayvanlar da tıpkı insanlar gibi duyarlı canlılardır. Aç susuz kaldıklarında, üşüdüklerinde, korktuklarında, yaralandıklarında tıpkı bizim gibi acı çekerler; sevdikleri şeyleri (örneğin güneşlenmek, gezinmek, sosyalleşmek, arkadaşları ve yavruları ile vakit geçirmek gibi şeyleri) yaptıklarında da tıpkı bizim gibi mutlu olurlar.

Aslına bakılırsa hayvanların acı çekmesinin kötü bir şey olduğu düşüncesi oldukça makuldür ve gündelik hayatta sıkça ifade edilir. Örneğin bir kişinin hiçbir gerekçe olmaksızın sokaktaki bir kediye taş atması, yaralaması kötüdür. Neden? Çünkü bu eylemin sonucunda hayvan acı çekecektir de ondan. Taş atan kişinin kediden daha zeki olması veya kedinin yaralanmasından keyif alması, yapılanın kötü olduğu gerçeğini değiştirmez. O kişinin kendisini eğlendirmek için duyarlı bir canlıya acı çektirmeyecek başka bir şey bulmasını bekleriz.

Sırf eğlenmek için hayvanlara acı çektirmek yanlış. Peki, hayvanların endüstriyel şartlarda gıda üretmek için kullanılması? Ve burada sadece bir ya da iki hayvanın birkaç saniyeliğine acı duymasından değil, milyarlarca hayvanın sürekli eziyet çekmesinden bahsediyoruz.

Yukarıda ifade ettiğimiz üzere eğer etik açıdan önemli olan şey, acılar ve mutluluklar ise o zaman hayvanların çektiği acı gerçekten insanlar için çok daha büyük menfaatleri sağlaması halinde meşru görülebilir. Örneğin milyarlarca insanı ölümcül korona virüsünden (veya bir başka hastalıktan) koruyacak bir aşının veya tedavi edecek bir ilacın geliştirilmesinde az sayıda hayvan üzerinde güvenlik deneylerinin yapılması bu olağanüstü koşullardan ötürü meşruluğu tartışılabilir. Ancak aynı mantık, kozmetik ürünlerin geliştirilmesi için hayvanların denek olarak kullanılması veya yukarıdaki verdiğimiz kediye taş atma örneğine benzer şekilde boğa güreşlerinde hayvanların mızraklarla öldürülmesinde geçerli değildir. Bu noktada bitkiler ile hayvanlar arasındaki etik fark da netleştirmekte fayda var: Bitkiler merkezi sinir sistemleri olmadığı için acı ve haz hissedemez.

Peki ya endüstriyel hayvancılık nasıl değerlendirilmeli? Hayvansal gıdaların sağlıklı bir yaşam için gerekli olup olmadığı ayrı ve uzun bir tartışma. Buna da girip konuyu dağıtmaktansa daha mütevazı birkaç soru soralım: “Bu kadar çok” ve suni hayvansal gıda tüketmemize gerek var mı? Hayvansal gıda üretilecekse de “en azından” hayvanların çektiği acıların asgari seviyeye indirilmesi gerekmez mi? Yumurtayı, tavuk etini, sütü üç kuruş daha ucuza almak (veya daha doğrusu üç kuruş daha fazla kârlı hale getirmek), veya her mevsim kültür balığı tüketmek için milyarlarca hayvanların eziyet içinde yaşaması doğru mu? Bu sorular ise pek tartışmalı değil. Sağduyulu her insan hayvansal gıda tüketimini abartmaması gerektiğini; eti, sütü, yumurtası için yetiştirilen hayvanların en azından yaşamları boyunca acı çekmemesi için gerekli şartların sağlanması gerektiğini, hayvanların da yaşamlarının, acılarının bir değerinin olduğunu kabul eder. Öte yandan mevcut beslenme sistemimiz, sokakta eğlenmek için kediye taş atan bir kişiden çok daha kötü bir noktadadır ve gayrı ahlâkidir.