İyi hatırlıyorum. Rahmetli Aziz Nesin, Türk Milletinin %60’nın zeka düzeyi üzerine bir laf ettiği zaman kıyametler kopmuştu.

İyi hatırlıyorum. Rahmetli Aziz Nesin, Türk Milletinin %60’nın zeka düzeyi üzerine bir laf ettiği zaman kıyametler kopmuştu. Ben bir milletin, ırkın veya kavimin üzerine böyle genellemeler yapmayı doğru bulmam. Bu gibi genellemelerin genetik olmadığını bildiğimden, bu gibi lafların ırkçılar tarafından kötüye kullanılabileceğini düşünürüm. Ne var ki, birçok insan ve hatta ciddi düşünür bu gibi genellemeler yapar. Fransız zarafeti, İngiliz soğukkanlılığı gibi bu tip genellemeler biraz da kaçınılmaz galiba. Çünkü aynı kültür içinde harmanlanmış bireylerde, tabii ki birçok ortak düşünce ve görüş karakteristik bir duruma dönüşüyor.

“Zeka özürlülüğümüzü” bilmiyorum ama biz Türklerin, benim her zaman dikkatimi çeken bir kompleksimizi yıllardır gözlemlerim. Bizler dışarıdaki başarılara ve pırıltılara her zaman gıpta etmişizdir. Yeni bir alışveriş merkezi mi açıldı; hemen “Avrupa’nın ikinci büyük”, “Ortadoğu’nun en büyük” alışveriş merkezi olarak lanse edilir! Bir sanatçımızın, mimarımızın, herhangi bir üretenimizin yurtdışı başarıları hep daha önemli, daha parlaktır. Bu Türk kompleksini ilk fark ettiğim yıllarda; “bu da bizim milli karakterimiz, kompleksimiz” deyip geçmiştim. Yıllarca tekrar ettiğini gördüğümde, üzerine biraz daha düşündüm: Mesele sadece basit bir milli kompleks miydi? Yoksa hakikaten yurt dışındaki daha büyük havuzlarda birşeyler yapmak, üretmek, bir yerlere gelmek daha mı zordu? Bizdeki basit bir aşağılık kompleksi değil de, başka birşey miydi yoksa?

Geçenlerde beni bir anayasa tartışması sırasında arkadaşımın biri Recep Bey’in Nelson Mandela karatında bir devlet adamı olduğuna ikna etmeye kalkınca... Bir de Kemal Kılıçdaroğlu’nun, kendisine Gandi lakabı takıldığında “estağfurullah” bile demeden bu yakıştırmayı benimseyiverince, bu konu yeniden düşünme radarıma girdi...

Konu Recep Bey, Nelson Mandela ve anayasa olunca aklıma şu yaşanmış hikaye geldi: Hiç şüphesiz yaşayan en büyük devlet adamı olan, ANC’nin başında  ormanlarda başlayan gerilla savaşı dahil, ülkesini kasıp kavuran ırkçı rejime karşı verdiği mücadelede 27 sene hapislerde çürümüş, 18 senesini bir adada yakın dava arkadaşları ile hapis geçirmiş, bugün ağzını açıp bir cümle söylediğinde Beyaz Saray’dan, Fidel Castro’nun evine kadar her yerde saygıyla dinlenen Nelson Mandela; hapisten çıkmış, kurtardığı ülkesinin Cumhurbaşkanı olmuştur. Sıra ülkesini çağdaş bir demokrasi yapacak, ırkçı Apartheid rejiminin pisliklerinden arındırılmış yeni bir anayasa yapmaya gelmiştir. Komisyonlar kurulmuş, ülkenin bütün tarafları bir anayasa tartışması içinde herkesi kucaklayan bir anayasa üretmek yolunda çalışmalar yapılıyor.

Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Katolik Kilisesinin liderliği, Cumhurbaşkanı Mandela’dan yeni anayasayı tartışmak için bir randevu ister. Kapısı herkese açık bu hakiki halk kahramanı istenen randevuyu verir. Güney Afrika Cumhuriyeti, Katolik Başpiskoposu ve diğer Katolik piskoposlardan oluşan delegasyonun Cumhurbaşkanı Mandela’ya mesajları açıktır: “ Yeni anayasayı destekliyoruz! Anayasanın ırkçılığı kaldırmasını, kadın haklarını savunmasını, özürlüleri ve diğer azınlıkları koruma altına almasını anlıyor ve destekliyoruz. Ama bu eşcinsel hakları da ne oluyor? Biliyorsunuz, bu Afrikalı olmayan, kilisenin de sakıncalı bulduğu, Batı’dan ithal cinsel özgürlükler bizim toplumumuza göre değil. Bu grup, insanların hakları da anayasal güvence altına alınırsa, yeni anayasayı desteklemeyebiliriz. Bunu size iletelim istedik!” Nelson Mandela’nın cevabı kısa ve öz olur: “Ben de bu insanlarmızın ne yaptığını, nasıl yaşadıklarını bilmiyorum ama haklarının anayasal koruma altına alınmasını destekliyorum”.

Nelson Mandela’nın liderliğinde çıkan son Güney Afrika Anayasası, eşcinsel haklarını da koruma altına alan son modern anayasalardan biri olarak büyük halk kitlelerinin desteği ile tarihteki yerini aldı. Nelson Mandela, çevresinin, partisinin ve halkının bütün ısrarına rağmen ikinci kez Cumhurbaşkanı olma önerisini elinin tersi ile iterek ülkesini kurtarmış, bir çığır açmış sade bir vatandaş ama bütün dünyanın en saygın devlet adamı olarak yaşamını sürdürüyor. Gandi ise dünyanın en kalabalık ülkelerinden birini, emperyalizmin son büyük sömürgeliğinden kurtarıp büyük bir felsefenin ışığını arkasına almış hepimize hala ışık tutan bir insanlık abidesi olarak duruyor.

El insaf sevgili BirGün okurları, Gandi’liği en ufak bir sorgulama, bir tevazu cümlesi ağzından çıkarmadan kabullenen bir ana muhalefet lideri ile, kendisini şişire şişire sadece çevresinin “devlet adamı” olduğuna inandığı bir Başbakan’ın liderliğinde nasıl bir anayasa çıkabilir dersiniz? Korkum odur; ki bu kumaştan çıkacak anayasa hep “yetmez” olacak.

8 Ekim Cuma akşamı saat 20:00’de Türkiye Yeşilleri’nin Beyoğlu Yeşil Ev’de yeni anayasa konusunda organize ettiği buluşmanın konuğu olacağım. Anayasa konusunu daha fazla tartışmak isterseniz beklerim.