Sera Kadıgil – Avukat, CHP İstanbul Milletvekili, PM Üyesi 31 Mart akşamı saat 20.30 suları. Ankara’dan, Adana’dan, Antalya’dan, Mersin’den, yurdun dört yanından müjde yağıyor. AA’ya kalsa çoktan bitmiş görünen(!) İstanbul sayılıyor. Ben ayrıldıktan sonra AKP’lilerin saldırısıyla danışmanımın da aralarında olduğu üç arkadaşımın yaralanacağı Üsküdar 2. İlçe Seçim Kurulu’nda görevliyim. Daha sandıklar gelmeye yeni yeni başlıyorken […]

Bizimkisi bir mazbata hikâyesi

Sera Kadıgil – Avukat, CHP İstanbul Milletvekili, PM Üyesi

31 Mart akşamı saat 20.30 suları. Ankara’dan, Adana’dan, Antalya’dan, Mersin’den, yurdun dört yanından müjde yağıyor. AA’ya kalsa çoktan bitmiş görünen(!) İstanbul sayılıyor.

Ben ayrıldıktan sonra AKP’lilerin saldırısıyla danışmanımın da aralarında olduğu üç arkadaşımın yaralanacağı Üsküdar 2. İlçe Seçim Kurulu’nda görevliyim. Daha sandıklar gelmeye yeni yeni başlıyorken telefonum çaldı. Genel Merkezden kendisine de bilgisine de çok güvendiğim bir avukat, fazlaca bir açıklama yapmadan, “Sonuçlar yakın görünüyor, itiraz süreci olabilir, koordinasyon merkezine geçmen lazım” dedi. 5 yıllık çalışma arkadaşım, bir şey diyorsa vardır bir bildiği, bilirim, tereddüt etmeden çıktım, sonraki 17 günü ve geceyi geçireceğimiz Seçim Koordinasyon Merkezi’nin (SKM) yolunu tuttum. O da birkaç saat içinde Ankara’dan gelecekti.

SKM’ye vardığımda, sabah 05’ten beri orada olan ve İstanbul’un dört köşesiyle sürekli irtibat içinde kalarak ilk andan itibaren güvenliği en üst seviyede tutan il kriz masasının işinin ehli avukatları, durum değerlendirmesini yapmış, çalışmaya başlamışlardı bile. Ondan sonraki 17 gün işte bu gittikçe büyüyen ve büyüdükçe güçlenen SKM Hukuk Biriminin bir parçası olarak geçti ve diyebilirim ki hayatımın en yorucu ve en anlamlı günlerindendi…

İBB’de bir yerde saklama hayali kurduğumuz o bizim için meşhur masanın etrafında saatler geçtikçe ağırlaşan iş yükünü omuzlamaya, biz daha “yardım lazım” demeden onlarca dost koştu yetişti. Bilgisayar işlerinden pek anlamadığımız gerçeği ortaya çıkınca, verileri işleyip “sözelcilerin” anlayacağı hale getiren ve inceden bizimle dalga geçen gencecik ve pırıl pırıl insanlar sardı etrafımızı. Biri tablolar tutuyor, biri verileri karşılaştırıp listeliyor, biri evrakı tarıyor, her lazım olanı anında bulup çıkartıyorlardı.

Başka bir köşede akademik masa oluştu, kafanıza bir şey takıldığında hemen yan odanızdaki hepsi işinin ehli doçentlerden, profesörlerden ücretsiz danışmanlık almak ne keyifmiş oluyormuş anlatamam:) Hem sabırla açıklama yapıyor, hem tüm mevzuatı tarayarak olası hukuki senaryoları birbir ortaya çıkartıyorlardı. Sahanın tozunu yutmuş avukatların anlattığı olaylara, kanuna çok ama çok aykırı diye inanmak dahi istemeyen hocaların da bizim de hukuk sistemimizin düşürüldüğü hale üzülecek vaktimiz yoktu, ara vermeden devam ediyorduk. İçimizde, Anayasayı en iyi bilen, hocaların hocası ile sorumluluğu paylaşmanın saadeti, ardımızda bizleri yetiştiren genel başkan yardımcılarının bir an olsun azalmayan desteği ve güveniyle gerçek bir hukuk mücadelesi başlamıştı.

İptal için verdikleri 44 sayfalık dilekçenin yarısı kanun maddesi, yarısı varsayım. Seçime girme hakkı verdikleri insanlara, seçimi kazanınca “vazgeçtik, yönetemezsiniz” diyebilen bir mercii her daim elbette tedirginlik sebebi

Birimler oluşup toplandı, görev tanımları kendiliğinden netleşti, herkes hangi işte iyi olduğu biliyordu ve onu yapıyordu. Bu kadar basitti işte. Amaç netti ve başka hiçbir şeyin önemi kalmamıştı. Partiiçi “ekip”lerden, normalde birbirine mesafeli duran siyasetçilerden, egolardan eser yoktu. Yeri geliyor MYK üyeleri fotokopi çekiyor, PM üyeleri telefondan kalkamayanlara kahve taşıyordu. Amaç tekti ve herkes yoldaştı. Bin bir türlü baskıya, onca yalana ve iftiraya, eşitliğin yanından bile geçmeyen seçim şartlarına rağmen, demokrasinin belki de ortada kalan tek unsuru olan sandıkta kazanmayı başarmıştık. Bu büyük bir başarıydı ve sahada aldığımızı masada vermemeye kararlıydık. Hakkımızı yedirmeyecektik.

Gerek SKM’de gerekse İstanbul’un dört yanında onlarca avukat göreve koştu, bir ihtiyaç var mı diye soranlara cevap vermeye yetişememenin mutlu mahcubiyeti vardı herkesin üzerinde. Bilişim ekibi bir köşede durmadan verileri derliyor, raporluyor, herkesi durumdan ve mevcut durum uyarınca oluşabilecek sonuçlardan an be an haberdar ediyorlardı. İl Yöneticileri gece gündüz sırayla nöbette, nöbeti devredesi gelmeyenler fırsat olursa köşedeki kanepede sırayla uyuyorlardı. Kadın kolları, gençlik kolları, eski yeni tüm partililer birdi ve beraberdi. Titrlerin önemi kalmayan nadir zamanlar yaşıyorduk.

Farklı partilerden, kesimlerden, sivil toplum kuruluşlarından da destek yağıyordu. Herkes dayatılan hukuksuzluğun farkındaydı ve herkes haklı olarak “dur” diyordu. Burada dur. Bir seçim yapmıştık ve herkes çıkan sonuca saygı gösterecekti. Hepimiz yapılan işin kıymetini ve önemini biliyorduk. Seçmenin beklentisinin ve yoğun desteğinin hem motivasyonunu hem de haklı baskısını iliklerimize kadar hissediyor ve mahcup olmamak için cümleten, var gücümüzle çalışıyorduk.

Bizim birimin işi itirazları yapıp süreci takip etmek, ayrıca il çapında hukuki destek ve koordinasyon sağlamaktı. İstanbul’un dört yanında gönüllü meslektaşlarımız ve sorumlularımızla sürekli irtibatta, en doğru cümlelerle, en doğru taktikle ve en doğru işlemlerle, üstelik 39 ilçede koordine olmuş şekilde hareket etmemiz gerekiyordu ve ettik. AKP’nin yaptığı akıl dışı itirazları anlıyorduk elbette ama bu itirazların nasıl olup da seçim kurullarında kabul edilebildiğine akıl sır erdiremiyorduk, yine de yılmıyorduk. Karar üstü karar, itiraz üstü itirazlar, dilekçeler üstü dilekçelerle ve elbette ayık kalmak için içilen kahve üstü kahvelerle saatler, günler geçiyordu.

İstanbul’un 39 ilçesinde 77 seçim kurulu ayaktaydı. Seçim kurullarının önü kalabalıklaşamaya başladı. Oyunun karşılığını isteyenler uyumuyordu. Mahalleli kendi arasında nöbet çizelgesi çıkartıyor, seçmen, serinkanlılıkla iradesine sahip çıkıyordu. İnsanlar günler, geceler boyu bitmeyen bitirilmeyen, hukuka aykırı yeniden sayımlarda yorulmadan görev yapıyorlardı. Nöbeti bitenin işi devredip gitmek içine sinmiyordu, aklı kalacağına kendi de kalıyor, 36-48 saatlik nöbetler birbirini kovalıyordu.

CHP Grubu daha ilk günlerden tüm ağırlığıyla geldi ve var gücüyle destek oldu bu nöbete. Anadolu’nun ve Trakya’nın dört yanından milletin vekilleri, kendi yorgunluklarını unutmuş, İstanbul’a omuz vermeye gelmişlerdi. Seçim yorgunluğu üstüne bir de hakkımız olanı alabilmek için 17 gün uykusuz bırakılacağımızı kimse tahmin etmemişti. Yine de kimse görev ricasını ikiletmedi bile. Nöbete gelen AKP’nin bazı hukuka saygılı vekillerinin gözlerinde mahcubiyet görmek de ayrıca kıymetliydi…

Her ilçede, her görüşten demokrasi isteyen yüzlerce, binlerce vicdan sahibi insan günlerce uyumadı. O çuvallara sarılarak bekleyen teyzeler, amcalar, bebeğiyle seçim kurulu önünde nöbet tutan anne babalar. Durumun anlamsızlığının farkında olup bu rezilliğin ne zaman biteceğini merak eden, insani çalışma saatlerinin çok ötesinde çalıştırılıp fazla mesaileri bile ödenmeyen polisler, memurlar, görevliler, en ağır yükü çeken hakimler, ilçe seçim kurulu üyeleri… Binlerce insan sırf AKP kaybettiği ve seçmen iradesine saygı duymak zorunda olduğu gerçeğini kabullenemedi diye yaşadı, bu hukuken anlamsız süreci.

Ama hukuken anlamsız da olsa sürecin bir parçası olan herkes için çok ama çok anlamlıydı, İstanbul’un iradesi için böyle güzel ve böyle meşru bir mücadele vermek! Tüm tartışmaların, tüm görüş ayrılıklarının gerekirse bir kenara konulabileceğini, yüksek sesle irademize sahip çıktığımızda onu kimsenin alamayacağını görmek, cesaretin ne denli bulaşıcı olduğunu ve haklı olmanın ne denli cesaret verici bir şey olduğunu bir kez daha ve bir kez daha hissetmek!

İşte bu duyguyla o mazbata buraya gelecek dedik ve geldi… Haber ne ara geldi, Adliye’ye oradan Saraçhane’ye nasıl yetiştik hatırlamıyorum bile. Saraçhane’de Belediye Binasının balkonundan aşağıda kendiliğinden toplanan o kalabalığa bakıp “iyi ki” diye düşündüğümü hatırlıyorum sadece…

İyi ki bağzıları bu sonucu hazmedemedi

İyi ki ben son 17 günü İstanbul’un iradesine sahip çıkmak için çırpınan koca bir ailenin bir ferdi olarak geçirdim!

Gecenin bir yarısı üşenmeyip gidip evinden kahve makinesi getiren, “bir şey yemediniz” diye elimize meyve tutuşturan, içtiğimiz suya vitamin katan birbirinden güzel, egosuz kimseler, uykusuzluktan kafamız durduğu anda en doğru tespitleri yapıp tekrar işleri yoluna koyan, hukuka dair inancımızı tazeleyen gencecik avukatlar, gençler ve elbette kadınlar… Başta İstanbul orkestrasının şefi, günlerce mücadele verip herkesi her daim tetikte tutan İstanbul’un ilk kadın il başkanı… Kadın yöneticiler, kadın vekiller, kadın avukatlar, gönüllüler ve mutlak cinsiyet eşitliğinin kendiliğinden hakim olduğu bir çalışma ortamı. Kenetlenmiş bir örgüt.

Doğru stratejilerle sadece İstanbul’da değil, saygısız bir sunucunun haddini fersah fersah aşan kahkahalarına inat tek tek saydığı ve aldığı büyükşehirlerin haklı gururunu yaşayan ve yaşatan bir Genel Başkan.

Ve elbette yaratılmak istenen kutuplaşmaya teslim olmayıp tek tek herkesle kucaklaşan, diliyle, sözüyle, duruşuyla, gülüşüyle, samimiyetiyle, azmiyle, inancıyla ve son derece profesyonel ekibiyle İstanbul hayalini mümkün kılan, umudumuzu yeşerten, yüzümüzü güldüren güzel insan, Ekrem Başkan!

Özetle, bilim insanlarının dünyadan 55 milyon ışık yılı uzaklıktaki karadeliğin fotoğrafını çektiği günlerde, bizim ülkemizde seçimi kaybetmeyi kabullenemeyenlerin “içimizde garip bir his var” argümanıyla 17 gün boyunca oy saymanın utancını yaşadık. Halbuki defalarca oyları saydıracaklarına bir kez olsun yasaları ve hukukun üstünlüğünü saysalar yetecekti. İktidarın “Ben kazanırsam şahane, sen kazanırsan şaibe” anlayışı kendi seçmenini dahi utandırdı. İmamoğlu 17 günde, 17 kez kazanarak seçim kazanan bir başkandan fazlasına dönüştü.

Peki, süreç bitti mi?

Neredeyse. İmamoğlu mazbatasını aldı, görevine başladı. Seçim hukukunu tüketen AKP, kamu gücünü Belediye aleyhine kullanmaya devam edeceğinin sinyallerini ilk iki günde verdi bile. Ayrıca Cumhur İttifakı’nın bitmek tükenmek bilmeyen itirazları Maltepe ve Büyükçekmece için sürüyor, iptal başvuruları da henüz YSK tarafından değerlendirilmedi. Yarın görüşülmesi bekleniyor. İptal için verdikleri 44 sayfalık dilekçenin yarısı kanun maddesi, yarısı varsayım. Seçime girme hakkı verdikleri insanlara, seçimi kazanınca “vazgeçtik, yönetemezsiniz” diyebilen bir mercii her daim elbette tedirginlik sebebi.

Ancak hukukun kırıntısı varsa şayet ülkede, bu itiraz reddedilmek zorundadır ve reddedilecektir.

Çünkü, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.