Geçtiğimiz hafta dünya spor medyasında en çok konuşulan konulardan birisi de FIFA Başkanı Sepp Blatter’in

Geçtiğimiz hafta dünya spor medyasında en çok konuşulan konulardan birisi de FIFA Başkanı Sepp Blatter’in “Futboldaki ırkçılığın el sıkışarak halledilebileceği” üzerine yaptığı zırvalamaydı. Elbette ilk tepki, yıllar boyu bu illetten fazlasıyla nasibini alan Premier League çalışanlarından geldi. Ardından da tüm Avrupa ve dünya liglerinden. Zaten tepkinin boyutunu fark eden Blatter de ilk virajda tornistan edip “Aslında öyle demek istememiştim, ırkçılıkla mücadelemiz sürecek” diye tabiri caizse kıvırıverdi.

Evet, 'racism' yanı ırkçılık, tüm dünyanın başını özellikle sportif müsabakalarda sıkça ağrıtmaya devam etmekte. Ama ne ilginçtir ki; yıllar boyu her türlü rezilliğe bulaşmış olan Türkiye futbolu, bu sorunu hemen hemen hiç yaşamayarak bir şekliyle de olsa başımız dik dolaştırdı bizi!

E tabii güzel olan şeylerin çok fazla hüküm sürmediği bir ülkede yaşadığımızı unutmamak lazım. Zaten unutturmuyorlar da! Kendisine basın mensubu(!) diyen bir zat, BJK TV’de katıldığı bir programda, siyah-beyazlı tribünlerin maç boyunca tepki gösterdikleri Emmanuel Eboue hakkında “Eboue’yi görmek için National Geographic’e bakın!” diyerek, ırkçılığın ne menem bir lanet olduğunu hatırlatıverdi bizlere!

Elbette, henüz insanlığını yitirmemiş her kişi, bu sözler karşısında üzüntü duyup, kendisine edilen bir hakaretmiş gibi tavır gösterir. Ne mutlu ki; adını anmak istemediğim bu “ırkçıya” da çok hızlı bir şekilde toplu bir tavır gösterildi. Gelen tepkilerden sonra kendisi de mecburen birkaç ayrı programa bağlanıp hem Eboue’den, hem de Galatasaray camiasından özür diledi.

Kabul edelim ki; saha dışındaki futbol endüstrisi gerçekten hem çok kalabalık, hem de kontrol edilmesi çok zor bir alan. Bu kadar insanın boy gösterdiği ve hatta canlı yayınlarda yorum yaptığını düşünürseniz, bu tip rahatsız karakterlerin olabileceğini de tahmin edebilirsiz. O yüzden böyle bir olayın olması, kimseyi çok fazla şaşırtmamalı.

Ha, bu olayın şaşırtıcı tarafı yok mu? Var elbette. O da, böyle bir utancın, Beşiktaş televizyonunda yaşanmasıdır. Özellikle de “Hepimiz zenciyiz” diyen bir taraftar topluğuna hizmet eden bir kanal da bu rezillik yaşanmamalıydı!

TERİM’İN DÜŞÜNMESİ GEREKENLER

Karl-Heinz Feldkamp&Cevat Güler işbirliğiyle kazanılan son şampiyonluğun (2007-2008) ardından derin bir uykuya (ki bence serbest düşüş) dalan Galatasaray için, bu senenin geçmişe oranla daha farklı olacağını düşünenlerin sayısı bir hayli fazlaydı.

Ünal Aysal rüzgârından tutun da, Fatih Terim’in yeniden dümene geçmesine kadar birçok faktör, Galatasaray’ın ligin doğal favorisi konumuna yeniden döneceğini işaret ediyordu. Üstelik Fenerbahçe ve Beşiktaş kulüplerinin şike ve teşvik skandalı sebebiyle onarılmaz yaralar aldığı bir sezonda bunun olması kadar normal bir şey de yoktu.

Gelgelelim, kazın ayağı pek de böyle değilmiş. Çünkü onca şöhretli transfere, harcanan paraya ve büyütülen umutlara rağmen doğan çocuk, henüz beklentileri karşılayamamakta. Şimdiden sezon sonu için konuşmanın çok erken olduğu aşikâr. Lakin benim fikrim, Fatih hocanın keskin bir anlayış ve uygulama değişikliği yapmaması durumunda, Galatasaray taraftarının sezonun kalan kısmında da farklı bir takım seyredemeyeceği yönünde. Hatta dost acı söyler, “Galatasaray, bu günleri bile mumla arar!”

O yüzen naçizane fikrim:

1-     Albert Riera ve Colin Kazım gibi çözüm üretemeyen kanat oyuncularından vazgeçmeli.

2-     Mutlak olarak Felipe Melo’nun önüne iş ahlakı Lincoln’den yüksek ama o yetenekte bir futbol zekâsı koyulmalı.

3-      Hızlı oyuna uyum sağlayan sağ ve sol bekler bulunmalı.

4-      Galatasaray kalibresindeki bir takımın mecbur kalmadıkça tek santraforla oynamaması gerektiğini hatırlamalı