Bölüşüme vergiyle müdahale
Tasarruf imkânı olmayan yoksul kitleler ancak tüm gelirlerini harcayarak yaşama tutunurlar; dolayısıyla tüm gelirleri bakımından genel ve özel tüketim vergilerinin kapanına yakalanırlar. Oysa gelirleri arttıkça tasarruf imkânları artan üst gelir gruplarının (gelirlerine oranla) dolaylı vergi yükleri daha düşük olacaktır.
OĞUZ OYAN
Bölüşüm ilişkileri esas olarak emek-sermaye arasında kurulur. Bölüşüm ilişkileri bu birincil aşamada sonlanmaz. Devlet, bu bölüşümün sonuçlarına, iktisat ve maliye politikaları aracılığıyla düzeltici veya bozucu yönde ikincil müdahalelerde bulunur. Aslında devlet, birincil bölüşüm ilişkilerine de (gene esas olarak sermayenin telkinleriyle oluşan) çalışma hukuku ve emeğin örgütlenmesini ve hak arama mücadelesini düzenleyen (kısıtlayan veya önünü açan) mevzuatla, hatta işgücü piyasasını düzenlemeyerek veya bilinçli boşluklar bırakarak müdahil durumdadır.
Maliye politikalarının iki yüzü vardır: gelir ve harcama politikaları. Bu iki politika farklı yönlerde veya aynı yönde çalışabilir. Başka deyişle, örneğin kamu gelirleri politikası (özellikle vergi politikası) birincil gelir bölüşümünü daha da bozucu yönde çalışırken, harcama politikası (özellikle sosyal yardımlar ayağı) kısmi düzeltmeler yapabilir. Bunun tersi de mümkündür: Düzeltici vergi politikaları, bozucu harcama politikalarıyla eşleşebilir. Her iki politikanın aynı yönde çalışması da mümkündür. Her ikisinin de bozucu yönde çalışması veya toplam net etkinin bozucu yönde olması daha yaygındır.
Türkiye örneğiyle sınırlı kalırsak, maliye politikalarının (harcama ve gelir politikaları) birincil bölüşümün sonuçları üzerindeki toplam net etkisi olumsuzdur.
Sınıfsal olarak bakıldığında, işçi sınıfı ve geniş anlamda emekçi kesimler, devletin maliye politikalarından genel olarak zarar görmektedirler.
Kuşkusuz bireysel düzlemde veya bazı dar gruplar bakımından bu tam olarak böyle olmayabilir. Dolaysız vergi mükellefi olmayıp önemli sosyal yardımlardan yararlanan ve genel sağlık sigortası primini devlete ödeten en yoksul kesimler (daha doğrusu onların bir bölümü) devletin maliye politikalarından kazançlı çıkabilirler. Ama bu kesimler, emekçi sınıflar toplamı içinde azınlık konumundadırlar.
VERGİLEMENİN SINIFSAL ÖZÜ: VERGİ BASKISI
Bir vergi sisteminin en kaba biçimiyle dolaylı-dolaysız vergiler biçimindeki dağılımına bakmak bile, o vergi sisteminin adil mi yoksa gayri adil mi olduğu konusunda ilk fikri verir. Dolaylılar yani tüketim ve işlemler üzerinden alınan vergiler (KDV, ÖTV, vd), tanım gereği “regresif” (gelire göre tersine artan oranlı) yapıdadırlar. Tasarruf imkânı olmayan yoksul kitleler ancak tüm gelirlerini harcayarak yaşama tutunurlar; dolayısıyla tüm gelirleri bakımından genel ve özel tüketim vergilerinin kapanına yakalanırlar. Oysa gelirleri arttıkça tasarruf imkânları artan üst gelir gruplarının (gelirlerine oranla) dolaylı vergi yükleri daha düşük olacaktır. Üstelik dolaylı vergilerde düşük gelirlileri kayırıcı muafiyet ve istisnalar uygulanması da pek zordur. Bu nedenle, dolaylı vergilerin düşük gelirliler üzerindeki oransal yükü daha fazladır.
Türkiye’de 2018 yılı itibariyle dolaylı vergilerin ağırlığı yüzde 66 gibi çok yüksek bir düzeydedir. Oysa henüz 1980’lerin ortalarında bu ağırlık yüzde 45 düzeyindeydi. Yalnızca Gelir Vergisini (GV) alsaydık, bu verginin toplam vergi gelirleri içindeki payı 1989-1993 döneminde yılda ortalama yüzde 41 iken, 2015-2018 döneminde yüzde 19,8’e gerilemiştir. ANAP ve onun yolunu izleyen AKP politikaları, bu adaletsiz dolaylı vergiler ağırlığını yıldan yıla arttırmıştır. Bu, iktidardakilerin hem sınıfsal aidiyetleri bakımından sermaye sınıfını dolaysızlarla vergilendirmeye cüret edememelerinden hem de hep kolaycı yolu seçmelerinden kaynaklanmıştır.
Dolaysız denilen vergilerin (GV, Kurumlar Vergisi-KV ile Motorlu Taşıtlar Vergisi- MTV, Veraset ve İntikal Vergisi, yerel yönetim geliri olan Emlak Vergisi gibi vergilerin) daha adil yük dağıttığı da teorik bir varsayımdır. Uygulamada pekâlâ bunun tersi sonuçlar alınabilir. Özellikle de “artan oranlı” yapısı sorunlu, gelirlerin toplanarak vergilendirilmesine dayanmayan, emek gelirlerinden çok sermaye gelirleri lehine istisna ve muafiyetlere yer veren bir GV’nin merkezde olduğu, KV’nin sermaye lehine ayrıcalıkları tamamlayıcı rolde olduğu bir vergi yapısında, beklenenin tersi sonuçlar alınması doğaldır. Türkiye uygulaması, bu başlangıç varsayımının, emek aleyhtarı tutumlar nedeniyle, bir efsaneden ibaret olduğunun somut örneğini oluşturur.
Türkiye’de GV’nin büyük bölümünün, milli gelir payı çok düşük olan ücretliler tarafından ödeniyor olması, bu verginin adaletsizliğinin en önemli kanıtıdır. Ancak GV’nin ne kadarını hangi toplumsal kesimin ödediği, bize tek başına yeterli bilgiyi vermemektedir. Bizim önerdiğimiz (ve Türkiye’de 30 yıl önce kullanıma soktuğumuz) kavram, “vergi baskısı” kavramıdır. Buna göre, herbir gelir kategorisinin GSYH’dan payına düşen gelir ile toplam GV içindeki vergi payı birbiriyle ilişkilendirilir. Örneğin ücret kategorisinin GSYH içindeki payı 2003-2007 döneminde yüzde 25,8’dir. Oysa aynı kategorinin ödediği GV’nin toplam GV içindeki payı, aynı dönemde yüzde 50,9’dur. Bunun anlamı, ücretlilerin vergi payının milli gelir payının yaklaşık iki katı (50,9/ 25,8= 1,98) olduğudur. Ücretliler üzerindeki vergi baskısı yaklaşık 2’dir.
SİSTEMİN KURGUSU SERMAYEYİ KAYIRMAK
Tanım gereği, bir gelir kategorisi için vergi baskısı katsayısı 1’e eşitse, ideal bir vergi yükü dağılımı gerçekleşiyordur. Yani gelir payı kadar vergi payına sahiptir. Oysa ücret dışı gelir kategorileri yani kâr, faiz, rant gelirleri için bu katsayı ayrı ayrı veya toplam olarak ve bütün dönemler için 1’in altındadır. Dolaylı göstergeler de zaten bunu doğrulamaktadır: Beyanname vererek GV ödeyen ücretliler dışındaki mükelleflere düşen ortalama aylık GV tutarı sadece 556 TL’dir! KV örneğinde de ilk 500 firma KV’nin üçte ikisini öderken, kalanı 785 bin firmaya düşmektedir!
Kurum ortaklarının, aldıkları kâr payları (temettüler) için doğru düzgün GV ödememelerinin yolu da, kaynakta kesinti (tevkifat) ve istisna uygulamalarıyla ardına kadar açık tutulmaktadır. Örneğin yıllık 10 milyon TL temettü geliri (dağıtılmış kâr payı) olan bir şirket ortağının ödediği vergi, değişme öncesi GV tarifesine göre, sadece yüzde 17,4’tür. Oysa asgari ücret düzeyinin hemen üzerindeki ücretliler için GV yükü bunu aşabilmektedir. Çünkü temettü gelirleri önce yüzde 15’lik bir tevkifata tâbi tutulmakta, kâr payının yarısı istisna kapsamına alındıktan sonra geri kalanı GV genel tarifesine tâbi kılınmakta, ancak daha önce ödenmiş olan tevkifat (bu örnekte 1,5 milyon TL) düşüldükten sonra vergi borcu doğmaktadır. Böylece sermaye geliri sahibi toplamda sadece yüzde 17,4’lik GV yüküyle paçayı kurtarmaktadır.
Türkiye’de ücretliler üzerindeki GV baskısı AKP döneminde artma eğilimdedir. 2010-2013 döneminde ücret/GSYH oranı yüzde 24,6 iken, ücret gelirlerinin GV’sinin toplam GV içindeki payı yüzde 56,7 olmuştur. İki yüzdeyi birbirine oranlarsak (56,7/ 24,6 =) 2,31 katsayısı elde edilir. Demek ki, ücretliler artık milli gelir paylarının 2,31 katı GV yükü altına girmişlerdir. Hikayenin burada sonlanmadığı da anlaşılmaktadır. Çünkü 2019 yılı GV hedefleri itibariyle bakıldığında, ücretlilerin GV’nin yüzde 65’ini ödeyeceği anlaşılmaktadır. Oysa bu arada ücret kategorisinin milli gelir payı da küçülmekte yani üzerindeki GV baskısı daha da artmaktadır.
Eğer bu hesaplamayı tanım gereği adaletsiz olan dolaylı vergiler üzerinden yapsaydık, geliri sıfıra yakın olanlar bile dolaylı vergi ödeyicisi olduğundan, bu alanda daha ciddi bir vergi baskısının ücretlilerin veya geniş halk kitlelerinin sırtında olduğunu görürdük.
YENİ VERGİ PAKETİ YAPIYI DEĞİŞTİRİYOR MU?
21 Kasım’da TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaşan ve 14 kanun ile bir KHK’da değişiklik yapan 7193 sayılı yasa, gerçekte bu durumu değiştirecek özellikler taşımıyor. Sistemdeki dolaylı vergi ağırlığını olduğu gibi sürdürüyor. Getirdiği yeni üç vergiden ikisi -Dijital Hizmet Vergisi (Dij.HV) ile Konaklama Vergisi- dolaylı nitelikte; üçüncüsü, Değerli Konut Vergisi, bir mülkiyet vergisi olması bakımından dolaysız niteliktedir.
Bu arada GV tarifesi ile oynanarak yüzde 40 oranlı yeni bir (beşinci) basamak eklenmesi; dördüncü basamak sınırını (500 bin TL) aşan menkul kıymet gelirlerini, telif gelirlerini ve bazı ödeme türlerini (süper lig sporcularına ödenenler gibi) tevkifatla vergilendirmek yerine GV genel tarifesine tâbi kılması gibi yenilikler (ki bu, sınır değer civarında vergi oranlarının müthiş farklılaşmasına yol açmaktadır), dolaysızlara doğru zorunlu bir kaymanın belirtileri olarak görülebilir. Ama bu kayma çok çekingen ve ılımlıdır. Bu şekilde vergi sisteminin dengesiz yapısını değiştirmek olanağı yoktur.
Bunu örneklendirelim: Yukarıda verdiğimiz 10 milyon TL yıllık kâr payı sahibi şirket ortağının GV yükünü yeni tarife üzerinden yeniden hesaplarsak, bu mükellefin ödediği GV oranının yüzde 17,4’ten yüzde 19,6’ya yükselebildiğini görürüz. Oysa 100 bin TL yıllık brüt geliri olan (ayda yaklaşık 5.500 TL net geliri olan) bir ücretlinin ödediği verginin oranı yüzde 23,3’tür!
Bunlar daha önce görülmüş düzeyde yetki aktarımları değildir. “Ölçülülük ilkesi”nin tamamen dışına çıkılmaktadır. Bundan böyle TBMM’ye bu vergilerle ilgili herhangi bir iş düşmeyecektir, çünkü yetkilerini CB’ye devretmiştir. Meclis tatile daha erkenden girebilir!
AKP iktidarı, Gelir Vergisi'nin bir ücret vergisi olarak kalması için elinden geleni yapmıştır. Bu nedenle tarifenin ilk üç basamağındaki dilim aralıkları ile vergi oranlarını aynen korumuştur. Üç işçi konfederasyonunun ortak talepleri dikkate bile alınmamıştır. İlk üç basamaktaki dilimlerin yeniden değerleme oranı kadar genişletilmesi bile gündemde yoktur. Tarifenin ilk üç basamağı 98 bin TL sınırları (ücret gelirleri için 148 bin TL sınırı) içine sıkışmış kalırken, dördüncü dilim adeta sıtmalı bir çocuk karnı gibi 500 bin TL’ye kadar şişmekte ve yüzde 35 vergiye tâbi olmaktadır. 500 bin TL üzerinde gelir beyan edenler için GV oranı yüzde 40’a yükseltilmiştir. Ancak, yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda, sistem içinde kaynakta kesinti (tevkifat) uygulamaları yaygınlığını koruduğundan, bu en üst oranın fiili hükmü zayıftır. Bu orandan kaçınamayacak olanlar arasında sermaye geliri sahiplerinden ziyade üst düzey ücretlileri görürsek şaşırmamalıyız.
YASAMA YETKİLERİ CUMHURBAŞKANINA
Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi ülkenin başına çöreklenene kadar, vergi düzenlemelerinde matrah ve oranlarda belirli sınırlar arasında yetki kullanma Bakanlar Kurulu’na devredilebiliyordu. Şimdi bu yetkiler Cumhurbaşkanına (CB) veriliyor. Ama, ülkenin en üst kuruluna yani hükümete verilen yetkiler bu defa tek bir kişiye tanınmaktadır; ikincisi, eskiden görülmedik genişlikte yetkiler aktarılmaktadır. Örnekler verelim:
Dij.HV’de vergiye tâbi olmak için yurtiçinde 20 milyon TL ve/ veya yurtdışında da 750 milyon avro asgari işlem hacmine sahip olmak gerekiyor. CB bu hadleri sıfıra kadar indirip üç katına kadar çıkarmaya (60 mn. TL ile 2,25 milyar Avro) yetkili kılınmaktadır! Verginin yüzde 7,5 olan oranı da, CB’ca yüzde 1’e indirilip yüzde 15 yükseltilebilecektir!
Konaklama V. oranı yüzde 2’dir. Ama CB yüzde 1 ile 4 oranları arasında dilediğince oynayabilecektir. Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi binde 2 olacaktır; ama CB bunu kambiyo işlemleri için binde 1’e düşürüp binde 20’ye çıkarabilecektir! Menkul kıymetlerde stopaj oranı CB’ca bir katına kadar arttırılabilecektir.
Bunlar daha önce görülmüş düzeyde yetki aktarımları değildir. “Ölçülülük ilkesi”nin tamamen dışına çıkılmaktadır. Bundan böyle TBMM’ye bu vergilerle ilgili herhangi bir iş düşmeyecektir, çünkü yetkilerini CB’ye devretmiştir. Meclis tatile daha erkenden girebilir!
Yeni paketin 54 maddelik hacminde çok sayıda (CHP’ye göre 19) Anayasaya aykırılık tespit edilmesi ayrı bir sorun alanıdır. Bunların çoğu CB’nın Anayasa 104’te yazılı “görev ve yetkileri”nin aşımı bakımından geçerlidir. Ama örneğin “2019 yılında elde edilen ücret gelirlerine yeni tarife uygulanmaz” (geçici m. 22) denilerek ücret geliri dışındakilere uygulanmasının mümkün kılınması hem “kanun önünde eşitlik” (AY, m.10) hem de kanunların geriye yürümezliği bakımından sorunludur.
***
Haklarını yemeyelim, muhalefet partileri bu düzenlemelere çok kapsamlı muhalefet şerhleri yazmışlardır. Ama bu sırada Saray’a hangi CHP’li çıkmış veya çıkmamış tuzağına sazan balığı gibi atlayan bir ana muhalefet yönetimi ve iç muhalefeti oldukça, CB anayasa dışı yetkiler kullanmaya daha çook meyledecektir.