Hatay’da ve korkuyla ama çok da bir şey yapılmadan depremi beklediğimiz İstanbul’da yakın zamanda yerleşik alan içinde ilan edilen rezerv yapı alanları pek çok habere konu oldu ve geç de olsa bu konuları daha yaygın biçimde tartışmaya başladık.

Boş beyaz kâğıtlara biz yokmuşuz gibi çizilen projeler ve Kassandra yazgımız

Ceren Gamze Yaşar - Şehir Plancıları Odası Ankara Şube Yönetim Kurulu Üyesi

Yurttaş olarak son bir yıldır en çok duyduğum sözcükleri sorsalar rezerv alan ve riskli yapı derim; şehirci olarak son bir yıldır en çok duyduğum soruları sorsalar, “yapım riskli ilan edildi başıma neler gelecek, yapabileceğim bir şeyler hiç mi yok? rezerv yapı alanı ne demek? Mahallem rezerv alan ilan edildi şimdi ne olacak?” derim. Cevaplarım da hep şehircilerin Kassandra yazgısını doğrular nitelikte karanlık; umutsuzluğu yatıştırıp, umudu ve mücadeleyi kendime borç bilsem de.

Başlarda sorunun rezerv alan ve riskli yapı meselesindeki kısıtlardan kaynaklandığını ve sadece cevaplarda olduğunu düşünmüştüm açıkçası. Kiracıysak yapabilecek hemen hiçbir şeyimiz yoktu, ev sahibiysek bile durum hiç parlak değildi. başımıza gelenleri ve gelecekleri Şehir Plancıları Odası’nın hazırladığı Afet Yasası kısa değerlendirmesinden  tam olarak öğrenebilirsiniz, çoktan deneyimlemediyseniz, meslek odam da benim gibi gelecekten bütün karanlık haberleri, Kassandra yazgımızla öngörü halinde yazıyor sizin için ara ara.

Hatay’da ve korkuyla ama çok da bir şey yapılmadan depremi beklediğimiz İstanbul’da yakın zamanda yerleşik alan içinde ilan edilen rezerv yapı alanları pek çok habere konu oldu ve geç de olsa bu konuları daha yaygın biçimde (acı biçimde kaçacak yerimiz kalmayınca da olsa) tartışmaya başladık. Ancak bu tartışmalar bizi pek bir yere götürmeden, elimizin kolumuzun ne kadar da bağlı olduğunu bize hatırlatıp umutsuzluğa, umursamazlığa ya da karamsarlığa sürüklüyor gibiydi daha çok. Depremde kaybettiğimiz bir şehrimizle, depremde kaybetmekten korktuğumuz devasa başka bir şehrimizle, yeni  ama pek de güvenemediğimiz evlerimizle, tam erişemediğimiz kentsel hizmetler, şehirler ve kırsal yerleşimlerde toplumsal ölçekte düşük yaşam kalitemizle, çözülmeyen kentsel sorunlarla (ulaşım, kirlilik, yetersiz teknik ve sosyal altyapı, korkunç yükseklikte kiralar ve daha da korkunç yükseklikte ev fiyatları ile kalakalmıştık ve bir de üstüne riskli ilan edilen yapımızın içinde 90 günümüz kalmış, rezerv yapı alanı ilan edilen mahallemizde son 90 günümüzdü.  

Ne yapacaktık? Yasa da bir hak tanımıyordu pek, sahibi olduğumuz evi yıksalar  yeniden yapılacak olana paramız yetmiyorsa borçlanıyor ya da evimizin mülk hakkını kaybediyorduk; kiracı olduğumuz evi yıksalar hiçbir sözümüz, hakkımız yoktu zaten, giderek daralan alım gücümüz aralığındaki konutlar içinde fahiş fiyatlara kiraya çıkmaya çalışıyorduk ya da yaşadığımız mahallelerden kentlerden sürülüyorduk. Hele emekliysek, yaşlıysak, yalnız yaşayan kadınsak, yeni mezunsak, öğrenciysek, ailede tek çalışansak, bekâr anneysek hiç şansımız yoktu, şehir bizi atıyordu bünyesinden.  

Bugün işte tam bu durumdayız, bu sorulara ne cevap versek boş. Tek başımıza pek bir kurtuluşumuz yok zaten ama bu sorularla yola çıkarak bir araya gelsek de bir yere varamıyoruz. Başka sorular sormalıyız, başka cevapların peşinden koşabilmek için ve kısa vadede sorunlarımızı çözemesek de uzun vadede bu bataktan çıkmak için. Diyeceksiniz ki ben şimdi çözüm istiyorum, o zaman daha çok bir araya gelip daha çok ve daha yüksek sesle soracağız: peki ya kent hakkımız? Insanca sağlıklı yaşam hakkımız? İmar hakkımız ya da mülk hakkımız değil; konut hakkımız, güvenli şehir ve güvenli ev hakkımız? Cevapları ince ince öreceğiz ama önce konutu bir yatırım aracı olarak görmekten vazgeçeceğiz. Kanunlar riskli yapıyı uzunca süre ekonomik ömrünü tamamlamış olarak tanımlamışsa (evet afet veya yapı denetimi ile hiç ilişkilendirmeden, düşünün: ekonomik ömür!), kentsel ekonomiler ve hatta bütün ülke ekonomisi kent mekânını bir arpalık rezerv alan olarak görüyorsa, konut pazarı borsadan bile vahşi bir pazarsa ve konut bizim ihtiyacımızdan öte 300’lü 500l’ü evlere sahip köpekbalığı yatırımcıların toplayıp kiraladığı (ya da boş tuttuğu, sonuçta keyfinin kâhyası mısınız köpekbalığının değil mi?) fahiş fiyatlara sattığı bir malsa bunda bizim de “ev en iyi yatırım aracı abilerim”imizin payı var canım kardeşlerim.  

Hep birlikte konut yaklaşımımızı sağlıklaştırmazsak, bunu seslice talep etmezsek, bu kadar “kârlı bir metada” dalavereleri önlemek ve güvenilir yapılar inşa etmek de mümkün değil, sıkıştığımız kent köşelerinin arpalık olarak görülüp el koyulmasını da önlemek maalesef mümkün değil, kiralardaki ödeyemeyeceğimiz artışları da ve hatta üretken olmayan konut pazarı bağımlı ve toprağa para gömen hastalıklı ama dev ekonomimizde TL’nin değer kaybedişini ve alım gücümüzün saat saat eriyişini engellemek mümkün değil.  

Planlı yerleşimler, insanca kentsel yaşam, güvenilir konutlar, sakin ama heyecan ve ilham verici kentsel mekânlar ve bu mekânlarda deneyimleyeceğimiz gündelik yaşam herkes için mümkün ve herkes için hak. Her ne kadar depremden sonra ilk vazgeçilen şehircilik ve planlama olsa da, planlar vakit kaybı olarak görülüp baypass edilse de, yakın dönem şehir planlama sistemimiz üst ölçek-master planlardan, yapısal planlardan ziyade parçacı projeler, mega projeler ve plan tadilatları ile sanki mevcut yerleşime değil uzay boşluğuna yapılıyor gibi yapılsa da, hâlâ planlamaya dönmek için umut var. Daha doğrusu, depremde bunca insanı kaybetmişken, onlar için de yaşamak bu ülkeye borcumuzken, böyle bir umutsuzluğa hakkımız yok. Ya plan yapılacak, ya plan yapılacak. Ya güvenli konut herkesin hakkı diyeceğiz, ya güvenli konut herkesin hakkı diyeceğiz. Ya kent hakkımız, ya kent hakkımız.  

Önümüz yerel seçim, belediye başkanları sizin olsun, ben bir şehirci olarak belediye meclislerinde kent hakkımızı görmek istiyorum artık müteahhitler yerine. İmar hakkımız ya da mülk hakkımızla kısıtlı kalmadan, kent, yaşam ve konut hakkımızı tartışmak, güvenli şehirlerde, güvenli evlerde, deprem sonrası kendini güzel güzel toparlayabilen yerleşimlerde yaşamak istiyorum hep birlikte.