Muhsin Ertuğrul isimli eser bir ülkenin modernleşme hareketlerinin en önemli ayağından biri olan tiyatro ve sinema hayatının en girift yıllarını ele aldığı gibi, bir sanat adamının kimseye taviz vermeyen idealist ruhuna da ışık tutuyor...

Boyun eğmez bir sanat adamı
MUHSİN ERTUĞRUL, Hazırlayan: Gökhan Akçura, İBB Kültür AŞ Yayınları, 2023

Merve KÜÇÜKSARP

Araştırmacı Gökhan Akçura’nın yayına hazırladığı, Efdal Sevinçli, Nesim Ovadya İzrail, Prof. Dr. Murat Tuncay, Sündüz Haşar, Zeynep Miraç, Hilmi Zafer Şahin, İrfan Dağdelen, Orhan Alkaya, Burçak Evren, Oya Kasap Ortaklan, Elif Rongen Kaynakçı, Ali Özuyar, Ali Can Sekmeç  gibi yazar ve akademisyenlerden oluşan değerli bir kadronun yazılarıyla katkıda bulunduğu Muhsin Ertuğrul isimli çalışma İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Yayınları tarafından raflardaki yerini aldı. Eser, Muhsin Ertuğrul’un yaşamını, tiyatro ve sinema ile olan bir ömür süren ilişkisini dönemin tanıklıkları, belge ve fotoğrafları eşliğinde masaya yatırıyor. Ömrünü tiyatro ve sinemaya adamış bir sanat adamının portresini okurla paylaşmanın yanı sıra Türk tiyatro ve sinemasının da en sancılı büyüme yıllarına tanıklık ediyor.

Muhsin Ertuğrul, Alman asıllı Fatma Dilruh (Verdrich) Hanım ve Osmanlı Hariciye Nezareti veznedarlarından Hüseyin Hüsnü Beyin oğlu olarak 1893 yılında İstanbul’da dünyaya gelir. Çocuklarının eğitimine önem veren bir ailede yetişmesi itibariyle iyi okullarda eğitim görür. Tiyatro sevgisi ise daha çocukluk yıllarında içinde yeşerir. Nitekim henüz on beş yaşındayken, biraz da ilan edilen Meşrutiyetin görece özgürlük rüzgarını arkasına alarak Türk tiyatro geleneğinin önemli isimlerinden biri olan Burhaneddin Bey ile tanışıp, onun kumpanyasında Sherlock Holmes piyesinde ilk defa sahneye çıkar. Bunu Napolyon Bonapart, Dreyfus, Othello, Gülnihal, Gave, Haydutlar ve Hamlet piyesleri takip eder.

Muhsin Ertuğrul Avrupa’daki sanat ortamını yerinde gözlemlemek için 1911 yılında gittiği Paris’ten döndükten sonra arkadaşlarıyla birlikte kendi tiyatro topluluğunu kurar, çeşitli piyesleri sahneler. 1914 yılında ise Darülbedayi topluluğunda oyunculuk yapmaya başlar ve 1919 yılında Almanya’ya sinema çalışmaları yapmak amacıyla gidene dek çeşitli temsillerde rol alır.

Almanya’dan döndükten sonra tiyatro çalışmalarına kaldığı yerden devam eden Ertuğrul, bu defa uzun zamandır hayalini kurduğu bir şeyi gerçekleştirir. O da Müslüman kadınların sahneye çıkmasıdır. 1923 yılında İzmir’de sahnelenen Hisse-i Şayia isimli oyunda Bedia Muvahhit, birkaç ay sonra İstanbul’da oynanan Othello uyarlamasında ise Muvahhit’in yanı sıra Neyire Neyir sahneye çıkar. 1924-1925 tarihlerinde ise Ferah tiyatrosunda çağdaş tiyatronun temsilleri arasında gösterilebilecek çok sayıda oyunu sahneye koyar.

Muhsin Ertuğrul 1925 yılında Rusya’ya gider. Tıpkı diğer yurtdışı gezilerinde olduğu gibi bu ziyaretindeki amacı oradaki kültür, sanat ortamını yakından takip etmektir. Ancak dönemin siyasi konjonktüründen dolayı bu ziyareti komünist çevreler tarafından umutla, iktidar kadroları tarafından kaygıyla karşılanır. Zira Ertuğrul Rusya’ya gittiğinde, Ankara İstiklal Mahkemesi’nde 1 Mayıs gösterilerinde komünist ajitasyon yaptıkları ve devrimci broşür dağıttıkları gerekçesiyle otuz kadar işçinin ve aydının davası devam etmektedir. Nitekim başta Nazım Hikmet olmak üzere Türkiye Komünist Partisinden (TKP) pek çok dostu bulunan Ertuğrul da bu atmosferden payına düşeni alır, Rus ajanı olduğuna, komünizm propagandası yaptığına dair çeşitli ithamlarla yaftalanır.

Ertuğrul Rusya’da Ayzenştayn, Meyerhold, Stanislavski, Dançenko, Tretyakov gibi önemli sanat adamları ile ilişkiler kurar. Sinema çalışmaları yapar. Bir yandan da oradaki sanat ortamını gözlemler. Öyle ki, komünizmle birlikte yaşanan zihniyet devriminin Moskova’yı bir ihtilal şehrinden çıkarıp bir sanat Kabe’sine dönüştürdüğünü söyler. Ertuğrul’un komünist bir rejimdeki zihniyet dönüşümlerini yazdığı yazılar ise siyasi propaganda unsurları elinden alınan TKP cenahı tarafından sevinçle karşılanır.

Muhsin Ertuğrul, İstanbul’a döndükten sonra 1927 yılında Darülbedayinin başına sanat yönetmeni olarak geçer. Darülbedayinin her anlamda çağdaş bir tiyatro geleneğine sahip olması için elinden geleni yapar. Avrupa’da kapalı gişe oynayan oyunları Türk seyircisi ile buluşturur. Oyuncuların gerçek bir sanatçı gibi davranmaları için katı ve disiplinli bir tutum geliştirir. Hiç kimseye ayrıcalık gözetmez. Bu disiplinli ve sanatı her şeyin üzerinde tutan tavrını seyirciye karşı da gösterir. Kimi zaman temsil sırasında ikaz ederek, kimi zaman tiyatroda nasıl davranılacağını anlatan broşürler dağıtarak kendi seyircisini yaratır. Ayak tıkırtılarına, koltuk gıcırtılarına, insan fısıltılarına ve seyircilerin paltolarını girişteki vestiyere asmak yerine yanlarına alışlarına hoşnutsuz bir nazarla bakar. Temsil sırasında bir şeyler yiyip içenlere hoşgörüsüz davranır. Tiyatroya geç gelenlerin oyuna alınmasına asla izin vermez. Oyuna, sanata ve sanatçıya gereken saygının gösterilmesi için kimi zaman tepki çekmek pahasına katı bir disiplin sergiler. Öyle ki, Sündüz Haşar’ın kitapta aktardığı gerçek bir hikayeye göre, Ankara Büyük Tiyatro’da sahnelenecek bir temsile gelmesi beklenen dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu oyun başladıktan sonra tiyatroya gelir. Hikayenin geri kalanını ve Muhsin Ertuğrul’un tepkisini ise Devlet Tiyatrosu sanatçılarından Şeref Gürsoy kendi tanıklığı doğrultusunda şöyle anlatır:

“İçeri giremezler, dedi. Saraçoğlu Muhsin Beye haber gönderdi. ‘Muhsin Bey! Biz tiyatroya nasıl saygı gösterileceğini, nasıl girileceğini biliyoruz. Fakat işimiz icabı gelemedik, işimiz de bize bağlı değildi, Reis-i Cumhur’a bağlıydı. Oradan biraz geç kaldık, beş-on dakika geç kaldık. Müsaade etmezler mi, bir daha bizim görmemiz imkansız…’”

Muhsin Ertuğrul’un cevabı ise nettir: “Hayır!”

Nitekim Saraçoğlu kuliste ikinci perdeye kadar bekletilir. Bu olay, Ertuğrul’un sanatı her şeyin üzerinde tutan tavrının yanı sıra dönemin iktidarının sanata ve sanatçıya duyduğu saygıyı anlatan iyi bir örnektir.

Muhsin Ertuğrul tiyatro tarihinde nice oyunun yanı sıra sinemada da çektiği filmlerle pek çok başarıya imza atar. Erken dönem sinema tarihinde önemli bir yer edinir. İstanbul’da Bir Facia-i Aşk, Boğaziçi Esrarı, Ateşten Gömlek, Leblebici Horhor, Kız Kulesinde Bir Facia, Sözde Kızlar, İstanbul Sokaklarında, Bir Millet Uyanıyor, Kaçakçılar, Karım Beni Aldatırsa, Söz Bir Allah Bir, Cici Berber, Naşit Dolandırıcı, Fena Yol, Milyon Avcıları, Leblebici Horhor Ağa, Aysel Bataklı Damın Kızı, Şehvet Kurbanı isimli filmler Ertuğrul’un çektiği filmlerden bazılarıdır.

Muhsin Ertuğrul’un 1908 yılında ilk kez sahneye çıkmasıyla başlayan ve 1979 yılında vefat edene dek süren sanat hayatı, tiyatro ve sinemanın emeklediği ve çağdaş bir forma ulaşmak için çabaladığı sancılı yıllardır aslında. Muhsin Ertuğrul da bu açıdan, sahneye koyduğu sayısız oyunla,  bir sanat yönetmeni olarak tiyatro sanatına getirdiği yeni yaklaşımlarla, açtığı tiyatro okulu ve keşfettiği oyuncularla tiyatro ve sinema sanatının ülkemizdeki kurucu babası olarak sayılabilir. Muhsin Ertuğrul isimli eser bir ülkenin modernleşme hareketlerinin en önemli ayağından biri olan tiyatro ve sinema hayatının en girift yıllarını ele aldığı gibi, bir sanat adamının kimseye taviz vermeyen idealist ruhuna da ışık tutuyor.