Britanya’da kabine değişimi ve Cameron
David Cameron (Fotoğraf: AA)

Dr. Eren KORKMAZ

Oxford Üniversitesi

Britanya’da 2010 yılından bu yana Muhafazakâr Parti (Tory'ler) iktidarda olsa da 5 başbakanla ve hiç dinmeyen parti ve hükümet içi krizlerle uğraşarak günümüze geldi. Rishi Sunak yönetiminin de seçimlere 1 yıldan az zaman kalmışken anketlerde İşçi Partisi (Labour) ile arasındaki farkı azaltmak için kabinede değişimler yapması bekleniyordu. Bunu hızlandıran ise İçişleri Bakanı Suella Braverman’in son dönemde Filistin’e destek eylemlerine yönelik açıklamalarının ardından toplumsal muhalefetin daha da yükselmesini tetiklemesi oldu.

Ancak kendi içinde gruplara bölünen, kamuoyu önünde tartışmaktan geri durmayan ve sürekli kabine değişimleri yaşanan bir partide önemli bakanlıklara kimin getirileceği de merak konusu oluyordu. Bunun sonucu ise tatsız bir sürpriz oldu ve eski başbakanlardan David Cameron, milletvekili olmadığı için önce Lord ilan edildi, ardından Lord Cameron sıfatıyla dışişleri bakanlığına atandı.

Cameron’un başbakanlığı nasıl hatırlanıyor, kısaca ona bakalım.

AGRESİF DIŞ POLİTİKA

Cameron yönetimine damgasını vuran Brexit referandumu oldu. Referandumu ilan edip AB’de kalma yönünde kampanya yaptı ama AB’den çıkma kararı alınınca istifa etti. Bu nedenle AB’de kalmayı savunanlar açısından nefret objesi haline geldi. Öte yandan artık Muhafazakâr Parti içinde AB yanlısı bir damar kalmadığı için yeniden kabineye girmesinin hükümetin AB’yle daha yakın ilişkiler kurmaya dönük bir adım anlamına gelmesi ihtimal değil. Ancak bilhassa Ukrayna ve İsrail konusunda açık askeri, istihbarat ve finansal destek verme konusunda mevcut politikaları daha da ileriye taşıması, bu konularda daha aktif bir rol sergilemesi mümkün. Bu iki başlıkta AB’nin genel yönelimi ile ortaklık olduğu için onlarla daha etkin bir işbirliği yapabilir.

Cameron döneminin dış politikası açısından bir diğer konu ise Çin’le daha yakın ilişkiler kurması, Çin’le çok sayıda ekonomik, kültürel ve akademik işbirliğine imza atmasıydı. Hatta Rishi Sunak tarafından Çin yanlısı olmakla da suçlanmıştı. Bu alanda Cameron’un mevcut Çin karşıtı tutumu değiştirmesi veya bu konuda girişimlerde bulunması beklenmiyor.

Cameron dönemi dış politikasının bir diğer öne çıkan özelliği de Libya’ya ve Suriye’ye yönelik askeri müdahalelerde yer alması oldu. Ortadoğu’da Britanya’nın bu ülkelerdeki politikaları sürekliliğini koruyacaktır.

Dolayısıyla Cameron’un dış politikadaki etkin, girişken ve saldırgan bir pratiği olduğunu görüyoruz. İç politikada ise Cameron dönemi tasarruf tedbirleri ile hatırlanıyor. Özellikle kamu harcamalarında ciddi kesintilerle yüksek öğrenci harçları en öne çıkan tepki başlıkları arasında. Başta sağlık ve eğitim olmak üzere son 15 yılda Britanya’da yaşanan ciddi gerilemenin mimarları arasında yer alıyor. Bu politikalar da günümüze kadar varlığını sürdürüyor.

HEDEFİ NE?

Cameron’a dair bir diğer konu da, 2 yıl öncesinde, “danışmanlığını” yaptığı bazı finansal şirketler için hükümet nezdinde lobi çalışması yapmasıydı. Bu etik bulunmamış ve medyada eleştirilmişti. Kendisi de meşru bir iş yaptığını belirtmişti.

Ancak Cameron için “kontaklar”, “networkler” oldukça önemli. Dışişleri bakanlığına atandığında da hem birikiminin hem de kontaklarının önemine değinme ihtiyacı duymuştu. Britanya’nın kurumsal yapısından deneyim aktarımı konusunda mekanizma sıkıntısı olmamasına rağmen Cameron kişisel ve politik bağlantıları üzerinden çalışmalarını sürdürecek. Bunların hayırlı bir sonuç vermesini beklemek ise mümkün değil.

Başbakanlıktan Brexit nedeniyle istifa ettikten sonra köşeye çekilmesi, anılarını yazması, siyasi danışmanlık veya vakıf işleri yapması bekleniyordu. Bunların çoğunu da son yıllarda yaptı. Ancak bu hızlı kariyer değişikliği ile hem Lord hem de Dışişleri Bakanı olarak siyasete aktif şekilde dönmesi, belki de seçim sonrasında Tory’lerin liderliğine oynamasına da neden olabilir.