2018’de sağlık her vatandaş için çok daha can acıtıcı günlük bir sorun olmaya aday. Eşitlikçi, halkçı, toplumcu donanımla kamucu bir sağlık politikasını, aklın ve bilimin yol göstericiliğinde ete kemiğe büründürerek dillendirmek gerekiyor

Bu cenazeyi biri kaldıracak; yeniyi kim kuracak?

Eriş Bilaloğlu - Eski TTB Merkez Konseyi Başkanı

2017 sağlık ortamından birkaç hatırlatma:

■Şırnak’ın Cizre ilçesinde 2 gün önce sancıları artan ve ambulansla devlet hastanesine kaldırılan 8 aylık hamile Peyruze Pulat, yoğun bakımda 1 saat kaldıktan sonra karnındaki bebeği ile yaşamını yitirdi.

■Batman’da Dr. Engin Karakuş'un, Adana’da Dr. Ece Ceyda Güdemek’in intiharının ardından İstanbul’da Tıp Fakültesi öğrencisi Yağmur Çavuşoğlu yaşamına son verdi. Bir günde yaşanan üç genç doktor intiharı sosyal medyada da gündem oldu. Pek çok kişi ağır ve yoğun çalışma koşulları ile mobbingin intihara sürüklediği yorumunda bulundu.

■Acillere hasta başvurusunun bir türlü azaltılamaması üzerine Bakanlığın “çözüm girişimi”: “Acillerin merkezi yeri olan girişi ve kayıt yerine akıllı kameralar yerleştirilecek, kameralarla yoğunlaşma bize haber verilecek. Program buna imkân verecek. Kameralar aracılığıyla acilde girişte hasta sirkülasyonu tam olarak görülecek. Yoğunlaşma başlıyorsa, program, başhekim, sağlık müdürü, vali ve bizleri uyaracak. Biz de gerekli tedbirleri alacağız.” (Sağlık Bakanı)

■Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın özel doktoru Cevdet Erdöl, ilaçların “helal olmayan” katkılar içerdiğini ve inançları tehdit ettiğini söyledi.

•••

2017’de ne olacağı üç aşağı beş yukarı 2016’da belli olmuştu. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın (SDP) temel ayaklarından olup bizzat Recep Tayyip Erdoğan tarafından “Kamu Hastane Birlikleri (KHB) Pilot Uygulaması Hakkında Kanun Tasarısı”yla 2007’de öyküsü başlayan bir süreç, 2011’de KHK’yle somutlanmış; 2016’ya kadar geçen sürede 6 bakan değiştirmiş ama bir türlü tutmamıştı. Oysa Recep Akdağ, 2010 Aralık’ta yaptığı bütçe sunusunda KHB’yi ‘Yeni Ufuklar’ başlığı altında sunmuş ve ülkemiz şartlarına uygun, kamuya ait, özerk hastanelerle, etkili, verimli, süratli ve kaliteli kamu hizmeti sunulacağını söylemişti. Gel gör ki hedeflerden hiçbirine ulaşılamamıştı. Bu durumda 2017 içerisinde bu meseleye bir “çözüm” gerekiyordu. Kimi zorunlu dengelerden 2016 Mayıs'ında yeniden bakanlık koltuğuna oturan Akdağ bunu yapabilecek durumda değildi, çünkü hemen bütün kadrolarına liyakat ve iş bilme gözetmeksizin kendi adamlarını yerleştirmişti. Sağlık hizmet sunumunda 2.

basamak/hastanecilik böyleyken 1. basamakta da durum iç açıcı gözükmüyordu. SDP’nin hasta/lık yükünün kaliteli, güler yüzlü aile hekimliği sistemi ile hastanelerden 1. basamağa dönüştürüleceği iddiası (da) tutmuyor, bir türlü gerçekleşmiyordu (henüz kamuoyuyla yeni paylaşılan SB 2016 istatistik yıllığında hekime müracaat sayısını gösteren grafik ASM’lere başvurunun sürekli bir azalış içerisinde olduğunu gösteriyor). Sağlık emekçilerinin bir bütün olarak SDP uygulamalarına yönelik memnuniyetsizliği ve özel olarak SDP’nin alameti farikası olarak sunulan performansa dayalı ek ödeme sistemine yönelik olumsuz görüşleri (yeni yayımlanan SB Türkiye Sağlık Personeli Memnuniyet Araştırması bu durumun bir belgesi), yıpranma hakkından emekli maaşlarının düşüklüğüne kadar özlük haklarında hiçbir iyileştirme yapılmaması tükenmiş, SDP’ye inanmayan personeliyle neredeyse “ordusuz” bir pozisyona sokuyordu Sağlık Bakanı’nı… SDP’nin bileşenlerinden geriye kalan ve finans ayağına karşılık gelen Genel Sağlık Sigortası (GSS) ise toplayamadığı pirimlerle baş başa, milyonlarca pirim ödeyemeyen ve sağlık hizmeti alması engellenen insanı “suçlu” konumuna getirmiş bir çıkmazda debeleniyordu. Özel sağlık sigortacılığı, tamamlayıcı sigorta tüm özendirme çabalarına rağmen yerinde sayıyor, 80 milyona yaklaşan ülkede sigorta yaptıran insan sayısı 2 milyon rakamına yaklaşamıyordu bile. İşte bu tabloda Sağlık Bakanlığı’nda ikinci dönemini yaşayan Recep Akdağ 2017 bütçe sunusunda yıllardır kullandığı klasikleşmiş ‘yeni ufuklar, yeni Türkiye’ başlığını kaldırıyor, yerine bir gaz “SDP’de II. faz” diyordu.

Artık sağlıkta (da) ne yeni ufuk ne yeni Türkiye vardı, sadece hükümetin elinde kala kala kamu özel ortaklığı projesi ürünü şifa merkezi görünümünden çok AVM kılıklı şehir hastaneleri inşaatlarıyla sağlık turizmi hedefi kalmıştı.

Bakan gitti!
AKP, 2017’ye sağlığın başında bakan olarak Akdağ ile girdi ama çıkamadı. Muhtemel ki ana gerekçe “bir başka paralel” haliydi. TBMM’de verilen soru önergelerinde Akdağ’ın açıkça bir tarikatın mensupları üzerinden kadrolaştığı iddia ediliyordu ki bu yaygın olarak konuşulan bir durumdu. 19 Temmuz 2017 tarihinde Recep Akdağ yerini yeni Bakan Ahmet Demircan’a bıraktı, deyim yerindeyse başbakan yardımcılığında kızağa çekildi. Yeni Bakan'ın işi zordu ve bunu net olarak -yine bir KHK’yle- KHB’yi kaldırıp 3 ay içerisinde yeni (bir yönüyle eski oluyor!) sisteme geçemeyerek yaşamış oldu; öyle ki 3 ay dolduğunda yeni Sağlık Bakanı illere sağlık müdürü bile atayamadı. Çareyi 3 aylık süreyi uzatmakta ve istifa etme tehdidinde buldu (kuşkusuz bu durumda, herkesin aslında gerçek atama iradesinin kim olduğunu bilmesi ve o iradenin bakan, sağlık müdürü, başhekim yani tek ve her şey olduğunu bilmesi, diğer “iradeleri” takmamasının da rolü çok olsa gerek). Kısacası bakan pozisyonu açısından 2017’nin ilk yarısı sallanan, ikinci yarısı da yerinde sayan bir idmanla geçti. Bu bab’da kayda geçirilmesi gereken SB’de ciddi bir kadrolaşmanın olduğu ve her kim ne yapacaksa bu sorunu çözmesi gerektiğidir, elbette ki bir başka tarikat kadrolaşmasıyla değil.

Genel Sağlık Sigortası (GSS)
SDP’nin temel ayaklarından olan GSS sistemi pirim borcunu ödeyemediği için sürekli olarak suçlu üreten bir tıkanmışlıkla malul. Bu durum, 16 Nisan Referandumu öncesi “taşımakta” zorlanılınca bir manevrayla geçici olarak çözüldü. Hatırlanırsa GSS’nin TBMM’de kabul edildiği tarihten uygulanabilmesine kadar 6 sene geçmişti, geldiği noktada ise yaklaşık 5 milyon kişinin 11.7 milyar lira prim borcu birikmişti. Sağlıkta finansman modeli olarak iflas ettiğini belgelemek üzere 8 Mart 2017 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan bir yasayla GSS primi ödemesi beklenen 4.2 milyon kişi için 71, 213 ve 426 lira şeklindeki 3 ayrı tutar yerine, 53.33 TL olarak tek bir tutarın ödenmesi dönemine geçilmesine karar verildi. Söz konusu yasa, 1 Nisan’da yürürlüğe girdi.

Kamu Hastane Birlikleri (KHB)
2011 yılında KHK’yle kurulan KHB SDP’nin çok önemli, iddialı bileşenlerinden biriydi. Özerk hastanelerle, etkili, verimli, süratli ve kaliteli kamu hizmeti olarak sunulan KHB, iç rekabet üzerinden bu hedeflere ulaşacaktı. Ancak gelinen aşamada yeni Bakan'ın da ifade ettiği gibi ne etkili ne verimli oldu, aksine her yönüyle kaynak kaybına yol açtı, kuşkusuz birilerinin cebini doldurma pahasına. Yönetimde doğan çok başlılığa “paralel bir kadrolaşma” da eklenince yeni bakanın ilk görevi netleşti ve KHB kaldırıldı. Bu durum AKP’nin sağlıkta (da) yönetemediğinin ve kendi ölçütleri üzerinden başarısızlığının bir belgesidir. Çöken bu uygulamayı takiben sağlığın piyasalaştırılmasında/kamunun yeniden yapılandırılmasında halkın yararına bir seyir olacak diye düşünmek iyimserliği aşar. Ancak 2017 içerisinde yapılan bu düzenlemeyle ortada azımsanmayacak bir başarısızlık ve çok açık bir yönetememe durumu olduğunu da saptamak yerinde olur.

ASM ve TSM’ler
Bu alanda yani 1. basamakta 3 yıldır görevde olan Türkiye Halk Sağlığı Kurum Başkanı'nın 15 Aralık’ta görevden alındığını ekleyerek ve tek bir veriyi tekrarlayarak durumu somutlayalım: Hastaların ilk başvuru yeri olarak 1. basamak tercihi her yıl azalıyor. Dolayısıyla SDP’nin iddiası olan etkili bir aile hekimliği ve ilk başvuru yeri olma gerçekleşmediği gibi, herkesin bir aile hekimi yerine herkesin birden çok hastanesi, entegre hizmetin bölünmesiyle daha etkin bir koruyucu hizmet verilmesi yerine başvurunun, hastalıkların, ilaç yazımının artmasıyla maliyetlerin azalması da hayal oldu. 1. basamak dönüşüm, özellikle büyük kentlerde kötürüm oldu kaldı.

Acil!
2003’te SDP başladığında kabaca 3 olan yıllık hekime başvuru sayısı 2017’de neredeyse 9’u geçmek üzere. Bu veriyi vatandaşın sağlık hizmetine ulaşımının kolaylaşması olarak yorumlamak mümkün. Hal böyleyse “Yönetimin bam teli: Acil Hizmetler” gerçeğinin çözüme ermiş olması beklenir. Çünkü sağlık hizmetlerine erişimin kolaylaştığı durumda, kişiler sağlık problemleri acilleşmeden sağlık kurumlarına ulaşabildiğinden dolayı acil servislere başvuru oranlarının düşmesi beklenmektedir. İyi bir yönetim ve sağlık sistemi koşullarında geçerli olan bu beklenti Türkiye’de gerçekleşmemiştir. Vatandaş en çok maddi gerekçelerle acile yönelmektedir. Yeni Sağlık Bakanı da acillere başvuru sorununu çözmek için ‘gerçekçi’ bir yaklaşımın adımlarını 2017'de atmıştır: Acil girişlerine kamera yerleştirme. Bu çözüme diyecek bir şey kalmıyor, gerçekten acil yönetimin bam teli!

Daha fazlası var!
Kuşkusuz 2017 sağlık tablosunu tamamlamak için eklenecek çok şey var: Adeta bir salgına işaret eden başta görüntüleme olmak üzere tetkik, ameliyat sayılarında, ilaç tüketiminde artış, günde –kayıtlı- en az 30 sağlıkçıya yönelik şiddet vakası, iş cinayetlerinde ölümlerin durdurulamadığı, iş güvenliği uzmanı ve iş yeri hekimi bulundurma zorunluluğunun her yeri kapsamasının 2020’ye ertelenmesi, geleneksel ve tamamlayıcı tıp başlığında hükümetçe açılan yoldan fışkıran vajinal sülük tedavisi benzeri uygulamalar, karşı cinsten hastalara bakmak istemediğini söyleyen tıp ve hemşirelik öğrencileri, bunları “yetiştiren” tıp fakülteleri, tarihsel birikim zemininde aklın ve bilimin yol göstericiliğinden uzaklaşarak yüzünü geriye dönen bir gelenek uygulayıcılığının parlatıldığı, her yıl en yetkili makamdan söz verilen sağlıkçıların özlük haklarında iyileştirme yapılacağı, yıpranma payı ve emekli maaşları düzenlemesi vaatlerinin de artık tükenmiş sağlık emekçisinde umut yaratmadığı, SDP’nin iddialarından olan “bilgi ve beceri ile donanmış, yüksek motivasyonla çalışan sağlık insan gücü”nün bütünüyle hayal olduğu, işsiz ve atanamayan on binlerce sağlık emekçisinin ortada kaldığı bir yıl olarak 2017 tablosu hatırlatılabilir.

OHAL’de…
Yeni Bakan’ın SDP’yi ağzına almamaya çalıştığı, ne kadar mümkünse o kadar ‘dün’le bağını kopararak ama aynı yolda yeni gibi yürümeye çabalayacağı bir haldeyiz. Ama aynı zamanda OHAL’deyiz. Öyleki 3350 hekimin ihraç edildiği, sağlığın ön koşulunun yaşam hakkı ve barış ortamından geçtiğini söyleyenlerin sosyal ölü muamelesine maruz bırakıldığı, her koşulda bilerek ve isteyerek sağlık hakkını savunarak insan hakları temelinde hekimlik yapanların cezalandırıldığı bir haldeyiz.

Herhalde!
2003’te başlayan SDP’nin 2017 sonu itibariyle sapır sapır döküldüğü ve bu yıl içerisinde açılan 4 şehir hastanesi ile yeni açılacaklar ve sağlık turizmi “hedefleri” dışında pazarlayacağı bir ürününün kalmadığını söyleyebiliriz. Bu durumu çöküş olarak tanımlamak abartılı olmaz. Ancak bu tanımlama, sermayenin beklentilerini karşılayacak bir toparlanmanın olanaksız olduğunu söylemez.


2018’de sağlık, her vatandaş için çok daha can acıtıcı günlük bir sorun olmaya aday. Eşitlikçi, halkçı, toplumcu donanımla kamucu bir sağlık politikasını aklın ve bilimin yol göstericiliğinde ete kemiğe büründürerek dillendirmek gerekiyor. “İşi” sendika, meslek örgütleriyle sınırlı ve sorumlu görmeden, hatta onlara bırakmadan, politik ve kolektif bir müdahale ve umut odağının çekirdeğinin somutlanarak sorumluluk alması mümkün görünüyor. Ayağımızı ve kuşkusuz aklımızı bağlayan “fazlalıklarımızı” atarak soldan yürüyüşün sağlığa iyi geleceği çok açık.