İnsanlık tarihi, gerçeği anlamak, doğru algılamak ve tanımlamak ve öğelerini, anlamlı sınıflandırma olanaklarını doğru ifade edebilme

İnsanlık tarihi, gerçeği anlamak, doğru algılamak ve tanımlamak ve öğelerini, anlamlı sınıflandırma olanaklarını doğru ifade edebilme çabalarına sahne oldu.
Rönesans döneminde, sanat eserlerinin görünür gerçekliğe uygunluğu, doğanın birebir yansıtılması temel kıstastı. Rönesans sanatçısı için ise anlam insanın dışındaki bir nesnel gerçeklikle açıklanıyordu. Aydınlanma ise ‘denenebilirlik’ ve ‘akıl’ ölçütleriyle bilimin, sanatın, politikanın, sosyal bilimlerin, doğa bilimlerinin araştırma yöntemini, insanın dünyayı bilme olanağını açıklamaya çalıştı. Aydınlanma bu bakımdan sanat eserinin de denenebilirlik ölçüsünde nesnel, akılla kavranabilirlik ölçüsünde öznel değerlendirilmesi konusunda olanak sağlamıştı.
Rönesans ve Aydınlanmadan farklı olarak; “Marksizm, sınıfsal öznenin tarihsel bir perspektifle belirlenmiş dönüştürücü ve devrimci etkisi altındaki doğa, ve bu dönüştürme sürecinin tekrar geliştirdiği özne kavramlarıyla indirdiği darbe, sanatçı ve sanat alıcısı bakımından da yeni bir rota çizdi. Öznenin kültürel gelişimini dünyayı değiştirme eylemiyle ilişkilendiriyordu.
Tarihsel materyalizm ise, bu gelişmeye bağlı olarak bir sanat metninin (ister bir resim, ister bir edebiyat ürünü olsun) öznenin sınıfsal hareketine bağlı olarak ve bu sınıfsal ihtiyaçlar kapsamında bugün başka yarın başka türlü okunabileceğini öngörmüş, sanat eserinin anlamının da tarihsel bir perspektifle bakıldığında, kimi zaman çoğullaştırılabileceğini veya geçersizleşebileceğini söylemişti. Belirleyici olan sınıfsal eylem ve bu eylemin hep ileriye doğru giden yönelimiydi. Marksizmin gerçeklik anlayışına getirdiği, karşılıklı birbirini etkileyen bu sınıfsal özne ve nesne diyalektiği, Rönesanstan bu yana süren gerçeklik, nesnellik, öznenin rolü tartışmalarını daha geçen yüzyılda bitirdi ve bu bakış açısını aşan herhangi bir felsefi sistem yeryüzünde ortaya çıkmadı. Bugün gerçeklik algısını değiştirmeye, anlamı hiçleştirmeye çalışan postmodern düşünürler de Marksist yönteme başvurmaktan, Marksizmin analiz tarzını ele almaktan kaçınamıyorlar.” (Nuray Sancar, Postmodernizm ve Marksizm makalesi, Fotoğrafya)
Marksist estetik deyince Marx, Engels ve Plehanov gibi düşünürlerin, sanat eseri ile ekonomik yapı arasındaki ilişkiyi araştırdıkları yani 1934 yılına kadar olan dönem ve sonrasında ise Toplumsal Gerçekçilik kuramının kabul edildiği yıllar akla gelir.
Estetik, gerek Marx ve Engels, gerekse onlardan sonra gelen Marksist filozof ve düşünürlerce en az işlenmiş bir alandır. Klasik estetiğin iki bin yılı aşkın birikimine karşılık Marsist estetik henüz çok genç sayılabilir. O yüzden ‘Estetik’ alanında Marx ve Engels’in çabalarının üzerine katkı koyan Lenin, Plehanov, Çernişevski, C. Coudwel, Lukacs, Brecht gibi düşünürlerin geliştirdikleri aşamalar da incelenmelidir.
Bu yüzden ‘Diyalektik’ sürece yaklaşmak için doğru metodun ‘idealist burjuva estetiklerle mücadele’ içerisinde yapılması gerektiğini düşünüyorum. Yani kuramsal olarak Marx’ın metinlerinden çıkarsama yaparken, idealist estetiklerle mücadele süreci ilkeleri netleştirecektir. Ayrıca ‘toplumsal- tarihsel bir olgu olarak sanat’ı, Marksizm ile sanatı felsefe düzeyinde bir kuram çerçevesinde incelemek doğru bir metot olacaktır. İşte ‘Fotoğraf ideoloji-Algıda Gerçeğin Bozulumu’ isimli kitabımda kavramların diyalektik materyalist açıklamasına dayanarak burjuva sanat anlayışını eleştirme yöntemim bu düşünceye dayanıyordu.
Lukacs, gerçekliği ön yargılardan arınmış bir tutumla gözlemlemenin ve sonrada bu gerçekliğe Marx’ın geliştirdiği yöntemleri uygulamanın; doğru bir Marksist Estetik kuramının ortaya konulabilmesi için zorunlu olduğunu söylüyor.
İsmail Tunalı bilgiselliğin nesnelliğe dayandığını o yüzden doğruluk ve yanlışlığın söz konusu olduğunu ancak estetik yargıların objektifliğe dayanmadığını dolayısıyla onların doğrulukla ve yanlışlıkla ilgili olmadıklarını söyler.
Yukarıdaki bolt karakterle yazılmış yazılara belgesel fotoğraf ve sanat fotoğrafı arasındaki ayrımla ilgili yazdığım yazıyı eklediğimde (BirGün Gazetesi, 28 Ağustos 2008 tarihli yazı ya da Fotoğraf İdeolojisi kitabı sayfa: 38-39) Belgesel Fotoğraf’ın sanat olmadığına ilişkin öngörüde bulunabiliyorum. Sanat eserinin bugün başka yarın başka okunabileceği, estetik yargıların objektifliğe dayanmaması, sıklıkla söylenen ve doğruluğuna inandığım Belgesel Fotoğraf’ın yazıyı da gerektirdiği (yani ne, niçin, ne zaman, neden ve kim sorularının kuşkuya yer vermeyecek şekilde bilgiye gereksinim duyduğu) ve sanat fotoğraflarının subjektif okumalara açık olması savımı destekliyor. Tabii verilen bilginin ve propaganda olmayan görüntünün üreticisinin etik meselesini dikkate alması yani fotoğrafçının tutumunun etik olması önkoşuluyla. Savaş fotoğraflarının ya da vahşet görüntülerinin estetikleştirilmesine ve yoksulluğun pornografikleştirilmesine sebep olan estetik sorunları da dikkate alıyorum elbette. Oysa Belgesel Fotoğraf çağına tanıklık ederken eşlik eden belgesel yazı onu sanatın özneye bağlı subjektif okumalarından çıkarır. Görselliği ve bilgi içeren yazısı ile birlikteki Belgesel Fotoğraf çalışmalarının doğruluğu sınanabilir. Oysa sanat fotoğrafının böylesi bir sınanmaya ihtiyacı yoktur.
İşte bu yüzden de burjuvazi belgesel fotoğrafın tarihin tanıklığından rahatsız olur ve çeşitli yöntemlerle de manüple etmeyi sisteminin sürekliliği için zorunlu görür. Sanat alanına kaydırma gayretleri subjektif olana kaydırma gayretleridir.