Siz yediğiniz ıstakozları, Maldiv tatillerinizi, olmadı Rolex saatlerinizi sergilemeye devam edin. Biz sınıf kinimizi büyütmeye devam edelim.

Burjuvazi utanmaz

Mustafa Kemal Coşkun - Öğretim Üyesi

Daha baştan söylemek gerekirse sınıflara ayrılmış eşitsiz bir toplumda varolan eşitsizlikleri meşrulaştırmanın en iyi yollarından biri, en alttakileri olabildiği kadar şeytanlaştırmaktan başka bir şey değildir.

Çünkü soyut olarak bakıldığında aslında bir “doğum kazası” sonucu ekonomik açıdan bazıları zirveye yükselirken diğerlerinin en altta kalması insanlara tamamen mantıksız, hatta anlamsız görünebilir, ki mantıksız, anlamsızdır zaten. Ancak bu durumun meşrulaştırılması gerekir. Bu nedenle de Norbert Elias’ın vurguladığı gibi statü düzeni, daha yüksek statülerin sürdürülebilmesinin daha düşük statülerin aşağılanma ve acı ile el ele gidebilmesi uğruna kendi varlığını sürdürebilmesini gerektirir, böylece en alttakileri şeytanlaştırmak bahsettiğim mantıksızlığın ya da anlamsızlığın görülmemesini sağlayacaktır. 

Örneğin modern kapitalist toplumlarda siyasal alandaki her türlü iktidarı, diyelim devlet başkanını ya da mahalle muhtarını bir seçim sistemi aracılığı ile toplumun onaşması yaratır. Ama söz konusu olan mülkiyet ilişkileri ya da zenginlik olduğunda yalnızca doğumun kendisi bu toplumsal onaşma için yeterli olabilir.

Nitekim, diyelim ben ya da bu yazıyı okuyan içinizden herhangi biri, doğuştan, yani toplumun onaşması olmadan insan oluruz, yani insan olarak doğarız. Ancak sınıfsal eşitsizlikler, mesela zenginlik ya da yoksulluk böyle değildir, zira bir toplumsal onaşma gerektirir. Tam da Marx’ın dediği gibi “yalnızca doğum, başka her türlü belirlenimden bağımsız bir biçimde, insanın durumunu dolayımsız olarak belirliyorsa, o zaman onu şu ya da bu toplumsal işlevin görevlisi durumuna da yalnızca kendi bedeni getiriyor” demektir. Bu durumda “bedeni, onun toplumsal hakkı durumuna geliyor” ki kapitalist sistemin sınıfsal ayrımları meşrulaştırması tam da böyle işlemektedir. Çünkü bu durumda örneğin zenginliğin ya da yoksulluğun kendisi eşitsiz toplumsal ilişkilerin bir sonucu değil fakat tıpkı doğanın insanda gözler, burunlar, kulaklar vb üretmesi gibi doğal bir duruma dönüştürülmektedir. Ya zengin doğarsınız ya da fakir ve bu, doğanın işleyişi gereğidir, olması gereken budur falan filan. 

İşte bu noktada artık şunu söyleyebiliriz ki, kimi liberal ideolojilerin iddia ettiğinin tersine, günümüzün modern kapitalist toplumlarında toplumsal sınıfları ayıran çizgiler bulanıklaşmamakta, tam tersine daha da derinleşmekte ve bunun, biraz aşağıda vurgulayacağımız gibi “alttakiler” üzerinde çok önemli bazı sonuçları olmaktadır. İnsanın değerini maddi zenginlik ya da mesleki statüde aramanın sistemin bekası açısından kimi sonuçları mutlaka olur ve iyi ki de olacaktır. 

AKP Milletvekili Şebnem Bursalı’nın Monaco’da ıstakoz yediği paylaşımı ve ertesinde Meclis’te gülerek poz vermesi tepki çekti.

Bütün bunları boş yere söylemememizin nedeni, birkaç gündür ortalıkta gezen ıstakoz, Maldivler, Rolex saatler meselesinden başka bir şey değildir. Öncelikle bu noktada şunu vurgulamak isterim ki, sorun A partisi, olmadı B partisi üyesinin pratikleri meselesi değil, asıl olarak eşitsiz mülkiyet ilişkileri, yani sınıf ilişkileri meselesidir. Daha somut söylersem, bunu ıstakoz yiyen, bilmem ne adasında tatil yapan, olmadı Rolex saat takan AKP’li meselesine indirgemek meseleyi sığ bir biçimde ele almak demektir. Yani sorunu şu ya da bu partililer çerçevesinde düşünerek değil, modern kapitalist sistemin mülkiyet ilişkileri çerçevesinde tartışarak anlamaya çalışmak gerekir.  

Bu nedenle aslında sorunun temeli şu ya da bu partili olmaktan ziyade şöyle bir soru ile ele alınabilir: Ne zamandan beri sahip olunan şeyleri sergilemek bir övünç meselesi olmaktadır? Şimdi şöyle düşünelim: Norbert Elias, modern toplumlarda utancın arttığını, ancak gizlendiğini ileri sürer. Örneğin geleneksel toplumlarda insanların sahip oldukları şeyleri sergilemesi, bir gösteriye dönüştürmesi utanç verici bir şeyken, modern kapitalist toplumlarda sergileyecek bir şeye sahip olmama ya da olamama durumu bir utanç vesilesi olmaya başlar. Ancak sergileyecek bir şeyinin olması övünç duyulacak bir şeydir ki örneğin ıstakoz yediğini herkese gösteren kişi tam da bunu yapmaktadır. Dolayısıyla günümüzün modern toplumlarında televizyonlarda ya da gazetelerde varlıklıların varlıklarını sergilemesine tanık olmamız boş yere değildir. Burjuvazi utanmaz. Hatta daha da önemlisi, orta ve üst sınıflar kendileriyle alttakiler arasındaki farkı çok daha fazla ifade etme ihtiyacı duyarlar. Mesela alt sınıfların tamamı olur ya bir gün Mozart dinlemeye başlasa, orta-üst ve üst sınıflar kesinlikle Mozart dinlemez ve hemen başka bir pratiğe girişirler, zira kendilerini bu yolla diğer sınıflardan ayırırlar. Böylece kendilerinin üstünlüğünü sadece ekonomik varlıkları ile değil “kültürleri” ile de gösterirler ve alttakiler açısından başkalarının üstünlüğü karşısındaki savunmasızlık utanma hissini ortaya çıkarır. Elias’a göre utancın gizlenmesinin ya da baskılanmasının nedeni ise onun baskıyı, hiyerarşileri ve yabancılaşmayı kuran bir duygu olmasındandır. Utandığının ya da utandırıldığının farkında olmayan ya da bunu bastıran insan ise bunu herhangi bir şeye (bir kişiye, bir gruba, topluma, sisteme vb) karşı biriktirilmiş bir öfkeye dönüştürür. 

AKP’li Hüseyin Filiz’in Maldivler paylaşımı tepkiye yol açtı.

İşte varacağımız önemli nokta da budur: Varlıklıların varlıklarını kendilerini meşrulaştırmak üzere bir gösteriye dönüştürmesine karşı alt sınıflarda bir utanç ortaya çıkar ve bu utanç bir öfke, bir hınç, bir sınıf kini ortaya çıkarır. Shanin’in vurguladığı gibi, devrimin tam merkezinde ahlaki öfke, tiksinti ve iktidar sahiplerine duyulan öfkenin yarattığı duygusal bir çalkantı yatar; öyle ki, ne pahasına olursa olsun, bu çalkantıdan kaçmak ya da sessiz kalmak mümkün değildir. Öyleyse siz yediğiniz ıstakozları, Maldiv tatillerinizi, olmadı Rolex saatlerinizi sergilemeye devam edin. Biz sınıf kinimizi büyütmeye devam edelim.