Neoliberal çağ hızlı yaşanan ve hızlı tüketilen bir çağ. Detaylara odaklanmaya kimsenin vakti yok. Ülkede iktidarın dayattığı siyasi gündemin değişim hızı da bu özle uyumlu. Bir yanıyla meselelerin hepsinin temelinde düzenin yapısından kaynaklı aksaklıklar yatıyor, gündemlerin hepsini doğuran temel etken, düzenin yapısı olmaya devam ediyor. Diğer yanıyla ise her bir sorun yaşandığı zeminde ağır yıkımlara yol açtığı için, o yıkımın ötesine bakmaya, bu yapısal bağa dair kafa yormaya dahi imkân olmayabiliyor.

Neoliberalizmin en keskin temsilcilerinden olan Saray rejimi yıkımına devam ediyor. Ince şeyleri anlamaya vakit bırakmayacak bir yıkım ve gündem yoğunluğu içerisine hapsediyor toplumu.

Sadece birkaç hafta önceydi oysa Z Kuşağı’nın gündemde olması. Z Kuşağı’nın içine doğdukları çağ internet çağı. Yaşamın kendisini üzerinden tanımladıkları mekân sanal dünya. Öğrendikleri, sosyalleştikleri, duygularını ifade ettikleri mekân... Ve işte o mekândan #OyMoyYok diye duyurdular, ‘’dislike’’ düğmesiyle mutsuzluklarını hızlıca ifade ettiler.

Ve Saray rejimi çok uzun süredir artık düzenin yapısal unsuru haline gelmiş olan yıkıcılığı eline alıverdi. Halktan gelen bu sesi dinlemek yerine sesin geldiği zemini yıkmayı seçti. Bizim kuşakların sesini duyurduğu kent meydanlarını özgürlük talebini var eden buluşma mekânları olmaktan çıkarttığı, Cumhuriyet tarihiyle hesaplaşmasının bir parçası olarak yok ettiği gibi şimdi de Z kuşağının özgür kent meydanı olan sosyal medyayı susturmaya girişti.

Bu haftanın gündemi Z Kuşağı değil, özde Z Kuşağı ama değil... Saray’ın yıkıcılığı, üzerimize “sosyal medyanın düzenlenmesi” adı altında ifade özgürlüğünün daha da sınırlanacağı bir Saray sopasına dönüştürüleceği gündemini boca etti. Eş zamanlı olarak bu hafta halk sağlığı profesörü Dr. Kayıhan Pala, Uludağ Üniversitesi Rektörlüğü’nün açtığı soruşturmada bilim özgürlüğünü savunmak zorunda bırakıldı.

Çünkü Saray rejimi nasıl ki Z Kuşağı’nın itirazlarını gerçeklerin ifade edilmesinin önüne set çekerek durduracağını sanıyorsa, aynı gerekçeyle bilimi de susturmayı seçiyor. Çünkü biliyor ki bilim bilgiyi ürettikçe gerçekler ortaya çıkacak, gerçeklik halka ulaştıkça düzene itiraz büyüyecek. Oysa rejimin devamlılığı kurduğu düzenin yapısının sürmesini gerektiriyor. Kendi bekası için düzeni bozmaması gerekiyor. Halkın gerçeklere erişmemesi gerekiyor.

Çünkü halk gerçeklere erişirse ince şeyleri düşünmeye imkânı olacak, yaşadığı sorunların sorumlusu ortaya çıkacak. Iktidarın bilimle, bilim insanlarıyla kavgası da bundan... Düzenin yapısını korumak için, kendi bekası için...

Neoliberalizm post-gerçeklik siyasetini doğurdu. Hızlı tüketilen gündemler, bilgi ve içerikle değil manşetler ve duygularla yürütülen siyaset, detayların değil son dakika haberlerin düzeni. Ve işte o düzen ancak gerçeklerin-ötesinde bir yerden beslenebilirse var olmaya devam edebilir. Bu yüzden gerçekleri ortaya çıkartmanın sorumluluğunu üstlenmiş olan bilim insanlarıyla ve bilgi ile kavgalı. Bu yüzden bugün Kayıhan Pala’ya soruşturma açıyor, dün barış akademisyenlerini ihraç etti, tüm Üniversite yönetimlerini doğrudan Saray’a bağlayacak düzenlemeleri yaptı, TÜBITAK’ı TÜBA’yı siyasetin vesayeti altına aldı.

Bu “duygulara” hitap eden post-gerçeklik siyaseti derin kutuplaşmalar ve ayrıştırmalar yaratıyor. Otoriterleşme ve siyasi kutuplaşma birbirini besleyen unsurlar olarak var oluyor. Ve iktidar kendi iktidarının doğası gereği ayrıştırıcı bir düzen kurmanın yolu olarak da bilimin, insan hayatına değmesinin önüne geçmek istiyor.

Onun için eğitimi siyasileştiriyor, ideolojik bir kavganın aracı yapıyor. Çünkü dayandığı ahbap-çavuş düzeninin devam edebilmesi için eğitimin bilgi temelli olmaması, eğitimin sosyal sınıf hareketliliğinin aracı olmaması gerekiyor.

Kamusal faydanın yerini kişisel faydanın aldığı bir tek adamın parti devleti var. Her şeyin özelleştirildiği bir yerde bilimin kamusal faydaya odaklanan halinden de rahatsız bir düzen bu…

Gerçeğin değil algının siyaseten pazarlandığı bir zemin kuruldu. Bunun devamlılığı için bilimi susturması gerekiyor. Aksi takdirde otoritesi sarsılacak kadar güçsüz bir yapı olduğunu rejimin kendisi de biliyor. Düzenin devamı için otoriterleşmek zorunda, otoriterlik ise halkın bilimin ürettiği bilgiye erişmemesini gerektiriyor.

Hepsi bir bütün. Attığı adımların hiçbirisini gündemi saptırmak, tuzağa düşürmek adına atmıyor Saray rejimi. Kendisini var eden düzeni devam ettirmek ve karşı devrimini tamamlamak için atıyor. Gündemi dağıtmak için yapmıyor yaptığını; gündemi bu. Hiçbirisine sessiz kalmadan, hepsinin ortaklaştığı düzenin itirazında milyonları buluşturacak bir siyasetle nefes alabiliriz. Detayları anlarsak kalın fırçaların hayatımızın üstünü kapatmasına engel olabiliriz...