Depremin fiziki yıkımının yaklaşık değeri için 25 milyar dolar ile 70 milyar dolar arasında değişen tahminler yapıldı. GSYH’nin yüzde 3’ü ile yüzde 9,5’i arasında değişen bu tahminler arasında büyük fark var.

Büyük depremin ekonomik artçıları
Fotoğraf: DepoPhotos

Oğuz OYAN

“Artık hiçbir şey eskisi gibi yapılmamalı” şiarıyla yola çıkmak ilk öncelik olmalı. İktidar ve muhalefet bunun üzerine düşünce, program ve eylem geliştirmeli. İktidar bunun tam tersini yapacak elbette. Deprem öncesinde, sırasında ve sonrasında adeta haykıran hatalarını ve vurdumduymazlıklarını kabullenmeyecektir.

Kuşkusuz aynı yorum AFAD için de geçerli. AFAD’ın böyle bir felaketle baş edebilecek personel sayısının yetersizliği bir yana; AFAD yöneticilerinin ve personelinin uzmanlık niteliği, iş ve organizasyon becerisi, Saray’dan/bakandan talimat beklemeden davranabilme esnekliği ve müdahale hızı, deprem öncesi hazırlıkları ve özellikle farklı senaryolara dayalı farklı stratejiler geliştirme yeteneği, yerel kurumlarla ve başta belediyelerle işbirliği yapabilme kapasitesi bakımlarından geçer not alamadıkları çok açık olarak ortaya çıktı. Ama bu toplu cinayetlerin daha üst düzeylere, imar aflarına, denetimsizliğe vs. giden kolektif sorumlulukları söz konusudur ve bunların perdelenmesine izin verilmemesi gerekir.

İktidarın işi gücü ise perdelemek üzerine kurulu: Nitekim “asrın felaketi” vurgusuyla sorumluluğu üzerinden atmaya yöneldi bile; depreme müdahalede geciktiği ve yetersiz kaldığına dair somut suçlamaları da “provakatörlere” ve “sorumsuz muhalefete” yüklemek pişkinliğinde de sınır tanımayacaktır. İktidar, genel ekonomide ve halkın ekonomisinde bizzat sebep olduğu tıkanmaları şimdi “asrın afeti” üzerinden gündemden düşürmek üzere harekete geçmiş, bunun için sistemli bir dezenformasyon seferberliğine girişmiştir bile.

Olayın boyutu

Depremin fiziki yıkımının yaklaşık değeri için 25 milyar dolar (J.P. Morgan) ile 70 milyar dolar (TÜRKONFED) arasında değişen tahminler yapıldı. GSYH’nin yüzde 3’ü ile yüzde 9,5’i arasında değişen bu tahminler arasında büyük fark var. Dolayısıyla henüz sağlıklı bir bilanço çıkarılabilecek durumda değiliz. Kaldı ki mesele konut, sınai yapılar ve hatta altyapı yıkımlarıyla sınırlı değil. Ulusal ve kişisel servet kayıpları bunu aşabilir. Olayın manevi boyutuna, iller/bölgeler arası göç boyutuna vb. burada hiç değinmiyoruz bile.

GSYH’yi asıl etkileyecek olan ise üretken sektörler ile hizmetler sektörlerindeki, ihracat ve istihdamdaki kayıplar olacak. Bunlar da 2023’ün ilk çeyreğini daha fazla etkileyecek; izleyen çeyreklerde ise yeniden inşa faaliyetleri vs. yoluyla olumlu etkiler ortaya çıkabilecek. 2023’ün bütününde deprem nedeniyle GSYH gerilemesinin 0,5-1 puan civarında oluşmasını bekleyen yabancı kaynaklar çok yanılmıyor olabilirler.

Deprem bağışları bilmecesi

15 Şubat Çarşamba gecesi itibarıyla 114,6 milyar TL bağış “toplanmıştı.” Bunun 90 milyar 160 milyon TL’sinin yani yüzde 78,7’sinin kamu kurumlarından veya kamunun denetimindeki kurumlardan geldiği görülmekteydi. TCMB dışında, kamu bağışçılarının hemen hepsi aynı zamanda Türkiye Varlık Fonu (TVF) bünyesindeydi!

TCMB’nin nisanda aktarılacak kârını yıllardır yapıldığı gibi bir avans uygulamasıyla erkenden Hazine’ye devretmek gibi bir yöntemi kullanabilecekken, bu tuhaf bağış uygulamasının gereği neydi? Yoksa, TCMB kârını Nisan’da ayrıca aktarmayı planlarken Merkez Bankası’na açıktan (para basarak) kaynak yarattırmak mı?

TCMB dışındaki üç kamu bankası ve uzantılarındaki katılım şirketleri vs. dikkate alınırsa, bunların payları 43 milyar TL’ye yükseliyordu. Oysa Hazine daha geçen yılın sonunda Ziraat, Vakıfbank ve Halkbank’a 20’şer milyar TL destek çıkmamış mıydı? O zaman şu sonuç çıkarılabilir: Ya aralık ayı destekleri gereksizdi ya da önümüzdeki süreçte sessiz sedasız bu bankalara yeniden Hazine desteği yapılacaktır.

İşin hukuki boyutu ayrı bir mesele. Kamu kuruluşlarının gelirleri arasında “bağış” kalemine de yer verilir ama bu (Kızılay gibi dernekler dışında) genelde işlerliği olmayan bir gelir türüdür. Ama kamu kuruluşlarının gider unsurları arasında bağış kalemine yer verilmez. Peki bu aktarmalar nasıl gösterilebilecek? Herhalde kamu kuruluşları arasında transfer biçiminde. Ama adına bağış denmesi gene de mümkün gözükmüyor. AFAD, İçişleri Bakanlığı içinde bir daire başkanlığı. Dolayısıyla bağışlar aslında İçişleri Bakanlığı bünyesinde oluşturulan bir “özel hesaba” yatırılıyor olmalı (Afet Fonu tasfiye edildiği için başka bir seçenek yok gibidir). İyi ama kamu idarelerinin giderleri bütçeleriyle sınırlıdır; bütçede karşılığı olmayan bu gelir ve giderler bir ek bütçe çıkarılmadan nasıl bütçeye dahil edilebilir?

Bağışlara özel şirketler açısından bakılırsa, işin hem halkla dolaysız günlük ilişkiler içinde çalışan şirketler ve bilhassa bankalar açısından zorunlu bir toplumsal sorumluluk tarafı var hem de bağışlar vergi matrahından düşülebildiği için gerçek yükü daha az olacağı gibi teknik bir tarafı var. Bazıları için daha doğrudan ve karşılıklı teşvik-bağış ilişkilerinin kurulması da söz konusu olabiliyor. Canlı bir örneği de 16 Şubat 2023 tarihli Cumhurbaşkanlığı Kararı ile Cengiz Holding’e yapılan teşvik ikramında görüldü; bu afet günlerinde bile adeta “ne kadar teşvik (veya ihale) o kadar bağış” denkleminin kurulabildiği pervasızca cümle aleme gösterilmiş oldu. Bütün bunlara rağmen, özel şirket ve kişilerden gelen bağışların, kamu kurumları üzerinden yapılıyor gösterilen transferlerin üçte birine bile ulaşamamış olması da kayda değer.

Depremin ekonomik, siyasal ve toplumsal artçı şokları

6 Şubat çifte depremi, deprem öncesi nedenlerle de sarsılmış bulunan bütçe dengelerini altüst etmiş durumda. Muhtemelen 2023’te AKP döneminin en yüksek bütçe açıkları verilmiş olacak. Bunları hesaba katan ve bu arada “deprem bağışlarını ve harcamalarını” da dikkate alan bir ek bütçe her zamankinden daha fazla gerekli olmuş durumda. Benzer şekilde, iktidarın 2023-25 Dönemi Orta Vadeli Programı ile Millet İttifakı’nın Ortak Mutabakat Metni’nin de artık geçersiz kalmış olduğunu ve yenilenmeleri gerektiğini belirtmek gerekir.

Millet İttifakı planlamaya, kentleşmeye, toplumsal hizmetleri öne çıkaran kamucu politikalara daha fazla yer ayırmak zorunda kalacak - kalmalı mutlaka. Depremi “siyaset üstü” olarak kabullenmeyip (Yenikapı tuzağına bu defa düşmeyip) iktidarın siyasi sorumluluğuna yüklenen CHP yönetimi, bu konuda da daha radikal olabilecek mi? Bunda ne kadar ileri gidilebileceği, Millet İttifakı’nın angaje olmuş gözüktüğü neoliberal politikalardan uzaklaşmanın ne kadar göze alınabileceğiyle bağlantılı. Aslında çelişkili bir biçimde, ekonominin iyice enkaza dönüştüğü bir ortamda IMF kredilerine ve dış desteklere daha fazla ihtiyaç duyulduğu üzerinden mevcut düzene daha fazla yapışma ve dış politika tavizlerini göze alma riski de var.

Toplumun buna izin vermemesi gerekiyor. Sosyalist solun toplumun önüne farklı bir seçenekle çıkmasının bu bakımdan tam zamanıdır. Elbette sistemin çürümüşlüğünü, sosyalizmin daha da güncellik kazanmış olmasını vurgulamak işin önemli bir boyutudur. Ama öbür yanda, tıpkı deprem sahasında çok etkili bir varlık gösterilmesi ve somut sorunlara somut çözümler üretilmesi yeteneğinin geliştirilmesi ve böylece halkın gözünde bir umut olarak gözükülmesi durumundaki gibi, sosyalist solun radikal bir geçiş programını da halkın gündemine taşıması gerekecektir. Şimdi artık kitleler sosyalist solun ortak programına daha fazla kulak verecek durumdadır. Bu fırsatın kaçırılmaması gerekir.