Türkiye’de polisiyenin önemli isimlerinden Çağatay Yaşmut ile polisiyeyi ve son kitabı Moda Cinayetleri’ni konuştuk. Çağatay Yaşmut, “Romanlarımın artık toplumsal boyutunun olmasını istiyorum. Bunu da polisiyeyle yapmak istiyorum” diyor. ► Edebiyat serüveniniz nasıl başladı? Ben İstanbul Üniversitesi Ekonometri mezunuyum. İş hayatımın birçok döneminde bankacılık yaptım. Onun dışında başka sektörlerde de çalıştım. 2002 yılında yazmaya başladım. Hem […]

Çağatay Yaşmut: Toplumsal meseleleri polisiyeyle anlatmak istiyorum

Türkiye’de polisiyenin önemli isimlerinden Çağatay Yaşmut ile polisiyeyi ve son kitabı Moda Cinayetleri’ni konuştuk. Çağatay Yaşmut, “Romanlarımın artık toplumsal boyutunun olmasını istiyorum. Bunu da polisiyeyle yapmak istiyorum” diyor.

► Edebiyat serüveniniz nasıl başladı?

Ben İstanbul Üniversitesi Ekonometri mezunuyum. İş hayatımın birçok döneminde bankacılık yaptım. Onun dışında başka sektörlerde de çalıştım. 2002 yılında yazmaya başladım. Hem çalışıp hem yazıyordum. Bunun profesyonelleştiği dönem 2008 yılıydı. 2008 yılında ilk kitabım çıktı. Daha sonra 2009’da Şarkılar Susunca, 2012 yılında Beni Yavaş Öldür ve yılında Kadıköy Cinayetleri çıktı. Kadıköy Cinayetleri Altın Sayfa Polisiye ödülüne layık görüldü. Çok motive edici bir şeydi. Fakat 2012 yılında Maltepe Üniversitesi’nde Felsefe bölümünde yüksel lisansa başladım. Böyle olunca felsefe de ağır bir bölüm olduğu için yazmaya bir süre ara vermek zorunda kaldım. Yaklaşık 4 yıl boyunca elime kalem alamadım. Bu dört yıl içerisinde pek elime kalem alamadım. Fakat bu arada yazmadan uzak kalmadım. 221B dergisine küçük küçük öyküler yazdım. Bu öyküler bir kitabı dolduracak kadar olunca bunları değerlendirmek istedim. ‘Doktor Ceyda’yı Kim Öldürdü?’ kitabımda bunları tekrar değerlendirdim. Yüksek lisans bitince Moda Cinayetleri ile romanımla tekrar döndüm.

► Sizin romanlarınızda hep Başkomiser Galip karakteri öne çıkıyor. Sürekli bu çizgide devam etmeyi mi düşünüyorsunuz? Başka karakterler de girecek mi?

Aslında biraz kolaya da kaçıyorum. Bir seri karakter yaratırsanız bir süre sonra huyunu, olaylara bakış açısını çok iyi öğreniyorsunuz. O zaman yazar için büyük bir kolaylık oluyor. Sadece kurguyla uğraşmış oluyorum. Zaten bir zaman sonra karakter kendisini yazıyor. Buna kafa patlatmıyorum. Bu benim için güzel bir şey. Galip ile aramızda bir yakınlaşma var. Zaman zaman onun kontrolden çıktığını görüp onunla hesaplaşmaya gidiyorum. Mesela Kadıköy Cinayetleri’nde yaptım bunu. Onun libidosunu düşürerek perişan ettim. Depresyona soktum ve onunla olan meselemi tatlı sert bir ilişkiye dönüştürdüm. Galip’i çok seviyorum. Bu böyle bir süre daha devam edecek.

► Siz polisiye yazarı mısınız yoksa roman ve öykü yazarı mısınız?

Ben polisiye yazarıyım. Bunu ısrarla söylüyorum. Çünkü “Polisiyeden başka bir şey yazmayacağım” diyorum. Polisiyeyi çok seviyorum. Benim kafam da o yönde çalışıyor. Bana sürekli “Başka şeyler de yaz” diyorlar fakat kurgu yapamıyorum. Kafam sürekli polisiyede, gerilime çalışıyor. Önemli olan da zaten sevdiğin şeyi yazmak.

► Moda Cinayetleri’ni biraz konuşalım. Burada biraz daha güncel konular var. Örneğin kitapta ‘diğer örgüt’ olarak bahsettiğiniz örgüt FETÖ sanırım. Bu diğer kitaplarınızdan biraz daha farklı gibiydi…

Çevremde olup biten meselelere karşı kendi köşkümde duramıyorum. Bir şeyler anlatmak istiyorum. Madem gerçekçi bir roman yazıyoruz, Galip de ete kemiğe bürünmüş cinayet masası büro şefiyse eğer bunları görmeyerek olmaz. Bu da Emniyetin bir gerçeği. Yıllarca yapılanmış bir örgüt. Çok detaylı anlatmadım ama biraz da bahsetmek istedim. Diğer romanlarıma ben de baktığım zaman “Katil kim?” tarzında roman olduğunu görüyorum, Moda Cinayetleri’nde biraz daha toplumsal meselelere girdim. Felsefe Cinayetleri’nde de buna devam edeceğim. Dediğim gibi sırça köşkümde oturup “Katil kim?” romanları yazmak istemiyorum artık. Biraz daha toplumsal gerçekliği öne almak istiyorum. Benim romanlarımın artık toplumsal boyutunun olmasını istiyorum. Bunu da bir suç vurgusuyla anlatmak istiyorum. Ben yalnızca kendi görüşümü anlatmak istemiyorum romanlarımda. Sadece bir tespit yapıyorum. Kendi görüşlerimle okuru yönlendirmek gibi bir niyetim yok. Olan biteni ortaya koyuyorum.

► Sadece FETÖ de değil aslında. Başka olaylar da var. İnşaat şirketleri, rant sistem, o şirketlerin iktidarla kurduğu ilişkiler ve bir yandan tarikatlar var. Bunlar hakkında ne söylersiniz? Bizim hayatımızın ne kadar içinde ve romanda bu kadar yer bulmasının sebebi ne?

Dinle iktidar beraber iç içe geçmiş durumda. Benim burada anlattığım birçok şirket bu şekilde. Çok fazla da kaşımak istemiyorum çünkü herkesin bildiği bir şey. O dergahlarda da bir yanda gerçek dini uygulamaya çalışan bir kesim var, bir yanda da dini kullanan ve zenginleşmiş bir kesim var. Ben onu göstermeye çalıştım burada. Türkiye’nin bir gerçeği de bu.

► Dergâhta bir hoca konuşurken, filozoflardan örnekler vererek konuşuyor. Siz Felsefe eğitimi de almışsınız ve bunu çok güzel aktarmışsınız kitabınıza. Bu eğitim, yazarken sizi ne kadar besliyor?

İlk defa felsefeyi kullandım. Kullanmak istiyordum ama “Nasıl kullanabilirim?” diye düşünüyordum. İşte bu da anlattığım dinsel dünyayı çok besledi. Çünkü ben Felsefe eğitiminde din felsefesi üzerine yoğunlaşmıştım. Tezim de o doğrultudaydı. Onu kullanmak istedim açıkçası. Okuru da sıkmamak istediğim için o hocayı yarattım. Bu hocayı yaratarak orada Platon’dan, Descartes gibi filozoflardan örnekler verdim. Mesela kitapta yer alan Platon’un ruh kanıtlamaları çok ilgili çekicidir ve beni hep heyecanlandırmıştır. Tezimden de parçalar alıp yansıttım. Bu şekilde dinsel dünyayla iç içe yaptım, yakıştığını düşündüm.

► Polisiyenin son zamanlarda Türkiye’de popüler hale geldiğini söyleyebilir miyiz?

Elbette. Çok popüler ve çok okuyan var. Ama şöyle bir sıkıntı var, yerli yazarlar çok okunuyor mu o konuda şüpheliyim. Avrupalı yazarlar, Amerikalı yazarlar okunuyor ama yine de polisiye bayağı yükselişte. Şuradan biliyorum, yayınevlerinde daha çok polisiye roman basılıyor. Kitap eklerinde daha çok polisiyeye yer veriliyor. Birkaç üniversitemizin Türk Edebiyatı bölümlerinde polisiye dersi veriliyor. Kara Hafta festivali yapılıyor. Dünyadan birçok polisiyeci geliyor. Daha çok polisiye konuşuluyor. Bu güzel bir şey. Fakat yerli yazarlara pek fazla şans tanınmıyor. Türkiye Polisiye Yazarlar Birliği kuruldu. Nitelikli eserler veriliyor. Bunlar ön plana çıkmalı. Okurlardan tek istediğim bu.

► Polisiyeye önceden daha soğuk bakılırdı. Bu son dönemde iyice kırıldı diyebilir miyiz?

Polisiye kültürü vardı tabii ki doksanlı yıllara kadar. Fakat doksanlı yıllardan sonra Ahmet Ümit, Celil Oker, Osman Aysu’nun önderliğinde göğsünü gere gere “Ben polisiye yazarıyım” diyen yazarlar çıktı. Eskiden utanılırdı. Peyami Safa bir tarafta Fatih Harbiye’yi, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu yazıyordu, bir tarafta Cingöz Recai yazıyordu. Cingöz Recai de nitelikli bir eser ama diğerlerinin yanında bir edebiyat eseri değilmiş gibi davranılırdı. Utanılırdı bundan. Keza Kemal Tahir de öyle. Ama 1990’lardan sonra başta ben olmak üzere, “Ben polisiye yazarıyım” diyebilen birçok yazar çıktı. Siz bana sorduğunuzda da “Ben polisiyeciyim” dedim. Bunu övünerek söylüyorum. Polisiyenin de diğer edebiyat ürünlerinden pek bir farkı kalmadı. Eğer toplumsal meseleler varsa bizde de var. İnsanı anlatıyorlarsa biz de anlatıyoruz. İstediğinizi anlatabilirsiniz polisiyede. Onun için toplumla ilgili, insanla ilgili bir meseleniz varsa “Polisiye bunu vermez” diyemezsiniz. Çünkü polisiyede de bunu rahatlıkla verebilirsiniz.

► Bir öykü kitabı çıkaracağınızı duydum hangi aşamadasınız?

Öykü kitabı bitti. İlk yazımı bitti, ikinci yazımı da tahminen birkaç ay sürer. Ona bitti gözüyle bakıyorum. Hazır bir metni düzeltmek fazla bir zaman almıyor. Keyifli bir iş. Çabuk bitiyor, hemen arkasından da Felsefe Cinayetleri romanımı yazacağım. Tahminimce 2019 yılının sonunda kadar iki kitap hazır olmuş olacak. Öykü kitabı eylül gibi, roman da tahminimce 2020 yılının ilk aylarında yayımlanır.

► Siz Kadıköy’e özel bir önem veriyorsunuz. Son kitaplarınızın tamamı Kadıköy merkezli. Kadıköy neden bu kadar önemli sizin için?

Kadıköy benim için önemli bir yer çünkü ben 50 yıldır burada yaşıyorum. Doğma büyüme Kadıköylüyüm. Kadıköy Cinayetleri’ne kadar Kadıköy’e çok fazla değinmemiştim. Sadece baş karakterim Kadıköy’de oturuyordu. Fakat Kadıköy Cinayetleri’nden sonra rotayı değiştirdim. Çünkü şuna inanıyorum ben; bir insanın gerek konu, gerek mekân olarak bildiği şeyleri yazması daha doğru. Böyle olursa daha gerçekçi olur roman. İnsanlar da daha fazla adapte olurlar. Bilmediğim yerleri ya da konuları yazdığım zaman birçok araştırma yapmam gerekiyor. O mekânları gezip dolaşıyorum. Kadıköy’de öyle bir şey yapmama gerek yok çünkü buranın havasını, atmosferini, insanını biliyorum. Gerçi Kadıköy eski Kadıköy gibi değil. Çok değişti. Artık hafta sonları özellikle karşıdan da çok insan geliyor. Kadıköy’ün kriminal atmosferini de değiştirdi bu. Eski, sakin Kadıköy yok. Kentsel dönüşüm ve kalabalıklaşma burayı değiştirdi. Her adımda bir kafeyle karşılaşır oluyorsunuz, bu da insan çok demek. “Kadıköy’de de cinayet işlenir mi canım” demiyorsunuz çünkü artık burası da çok kalabalık. Ama baktığımız zaman o huzurlu Kadıköy yok, mazide kaldı.

Polisiyenin de diğer edebiyat ürünlerinden pek bir farkı kalmadı. Eğer toplumsal meseleler varsa bizde de var. İnsanı anlatıyorlarsa biz de anlatıyoruz. İstediğinizi anlatabilirsiniz polisiyede.

► Yine Moda Cinayetleri’ne dönmek istiyorum. Kitapta olası Marmara depremi cinayetin bir konusu haline geliyor. Bunu bilinçli mi yaptınız dikkat çekmek adına?

Bilinçli yaptım evet. Marmara depremi kentsel dönüşüme bağlı bir şey. On yıldır kentsel dönüşümü yaşıyoruz burada. Bunların hepsi depremle ilgili olan şeyler. Romanda da Galip buna karşı çıkıyor. Apartmanda olan biten hep yaşanılan şeyler. İşin işine çıkar, para girdiği zaman komşuluklar, dostluklar bir anda düşman haline geliyorlar. Ben bunu biraz belirtmek istedim. Deprem gerçeğini de vurgulamak istedim çünkü başımıza gelecek bir şey. Bir şekilde hazır olmamız gerek.

► Siz Galip’in gözünden anlatıyorsunuz ve aynı zamanda da üçüncü tekil şahıs Serdar’ı, Mustafa’yı ve diğer karakterleri anlatıyor bize. Bunu neden yapıyorsunuz?

Aslında ikinci kitapta keşfettim. Galip’in gözünden anlattığım zaman sadece Galip ve onun bakış açısından diğer karakterleri anlatabiliyorum. Ama tek bir polisi anlatmıyorum ben, aynı zamanda İstanbul Cinayet Büroyu anlatıyorum. Orada Serdar, Melike, Mustafa var. Üçüncü tekil şahsa girmeseydim eğer her şeyi Galip’in gözünden anlatacaktım. Galip varken onlar var, Galip yokken onlar yok olacaktı. Diğer karakterlerim ete kemiğe bürünmeyecekti. Halbuki onlar da benim karakterlerim. Onların da bir hayatları, duyguları, kederleri, sevinçleri var. Onları da anlatmak istediğim için üçüncü tekil şahıs kullandım. Tek endişem “Okur karıştırır mı?” oldu. Fakat karıştırmadılar çünkü hemen alıştılar. Serdar’ı, Mustafa’yı anlatmaya başladığım an üçüncü tekil şahıs olduğunu anlıyorlar.