Çalışmayan gençler ve çalınan hayatlar

Arzu Erkan - Psikiyatrist, Dr. 

Dilimize yerleşen yeni bir kavram; toplumsal, politik, ekonomik, psikolojik, akademik, tıbbi disiplinleri; kişiler arası ve uluslararası ilişkileri şekillendirecek bir olgu; “ev genci” olmak. Habitat Derneği ve İnfakto RW tarafından 2017 yılında ilki gerçekleştirilen, “Türkiye’de Gençlerin İyi Olma Hali Araştırması Raporu”nda Türkçe alanyazına kazandırılan ev genci tanımı; İngilizcedeki NEET (Not in education, employment or training), “ne eğitimde, ne istihdamda” olan 18-29 yaş arası gençleri işaret ediyor. 

Sayısı tüm dünyada her geçen yıl artsa da, OECD 2020 verilerine göre Türkiye, 6 milyona yaklaştığı düşünülen ev genci nüfusu ile 36 üye arasında ilk sıraya yerleşmiş durumda ve yazık ki –çoğu kadın– her üç gençten biri ev genci! (Bu kavram, bizim kültürümüzdeki “ev hanımı”, “ev kızı”, gibi terimlerle yaptığı çağrışımla, kültürel olarak derdini kolayca anlatıyor görünse de, bireyleri edilgin ve çaresiz bir konuma sıkıştıran, kimliksizleştiren, nesneleştiren bir dizi olumsuz çağrışımın göğsümü sıkıştırdığını, kullanmaktan hayli rahatsız olduğumu belirtmeden geçemeyeceğim. Bu rahatsızlık kuşkusuz, kavramın yarattığı çağrışım kadar, tasvir ettiği ve yüzleştirdiği tablo ile de ilintili. Umarım yerine, soruna işaret etmekle birlikte, daha yüksüz ve güçlendirici kavramlar geliştirebiliriz.)  

Nisan 2021’de dördüncüsü tamamlanan, ülkemizdeki gençlerin yaşam kalitesi üzerine yapılan bu en kapsamlı araştırmaya dönecek olursak, sonuçlar hiç de iç açıcı değil! Gençlerin yaşamdan memnuniyet düzeyleri ve güven algılarının gitgide azaldığını; çevrimiçi eğitimin verimsizliği ve iş olanaklarının azlığı ile birlikte, istihdama katılınamayan sürelerdeki artışın geleceğe yönelik umutları azalttığını, yaşamına/eğitimine başka bir ülkede devam etmek isteyen gençlerin oranının %29-43 oranında arttığını görüyoruz. Her dört gençten biri; kira, elektrik vb giderlerini ödeyemediğini, borçla geçindiğini, pandeminin olumsuzluk ve eşitsizlikleri artırdığını belirtiyor. Sık bilgi alınan ve en çok güven duyulan bilgi kaynağının aileleri olduğu, cinsiyetten bağımsız olarak hava karardıktan sonra “kendilerini güvende hissetme” ve “kendini önceki kuşaklara oranlara daha şanslı hissetme” oranlarının azaldığı kaydedilmiş.  

Sistemsel ve yönetimsel hatalar, olanaksızlık, eşitsizlik ve yılgınlıklar sonucu gelinen noktada, milyonlarca genç, yetişkin oldukları halde kendi düzenlerini kur(a)mamış durumda, ekonomik, fiziksel ve psikolojik olarak ailelerine bağımlı bir yaşam sürüyor olması, geleneksel aile yapılarımıza pek de aykırı olmadığı için (“Ne yapalım, evladımızı sokağa mı atalım?”) yeterince dikkat çekmese de çok önemli bir toplumsal sorun.  (Sorumsuzluk, tembellik ya da aymazlık, bir nedenle özgüvensizlik, beceri eksikliği ya da uyum bozucu bir şemaya bağlı bireysel nedenleri –talep olursa– “bir başka yazının konusu” ilan ederek, bunu kitlesel bir sorun olarak karşımıza çıkaran diğer nedenlere değineceğim.)  

4+4+4 sistemi gibi özellikle kız çocuklarının eğitim hayatına ket vuran, son yirmi yılda gitgide artan sorunlu uygulamalar, sürekli değişen içerikler ve sınav sistemleri, pıtrak gibi çoğalan donanımsız üniversiteler, niteliksiz eğitimler, sosyokültürel ve ekonomik etmenler nedeniyle pek çok genç eğitimini sürdüremiyor ya da “diplomalı işsiz” konumunda. Çoğu; kapasite, yetenek ve ideallerine göre değil; kısıtlı olanaklarına, tektipleştirici yaklaşımlara, uygunsuz ölçme değerlendirme sistemlerine ve rastlantılara göre eğitim alıyor; istemedikleri bölümlerden kendilerini geliştirememiş olarak mezun oluyor. Eğitimleri boyunca; sosyal etkinlikler, hobiler, sportif etkinlikler, sosyal sorumluluk projeleri, staj benzeri mesleki deneyimler, uygun rehberlik ve yönlendirmelere sadece şanslı bir azınlık erişebiliyor. Analitik düşünme, sorun çözme teknikleri, girişimcilik, mesleki beceriler gibi nitelikler kazanma, yaşamlarına anlam katacak değerlerini keşfetme konularında olanak ve rehberlikten mahrum olan gençler, mezun olduğunda sudan çıkmış balığa dönüyor. İş başvurusu aşamasında bocalıyor, kendilerine uygun işler bulamıyorlar. Buldukları işlerdeki düşük ücretler, özlük haklarının olmaması, güvencesizlik; yol, yemek, kendini geliştirme gibi masrafların, alacakları ücretin üzerine çıkması gibi gerekçelerle, çalışmaya değmeyeceğini düşünebiliyorlar. Acımasız bir yarış ve rekabet ortamı var. Ne ümitlerle kazandıkları ve bitirdikleri okullarının ve diplomalarının “bir işe yaramadığını” görmek ciddi bir sarsılmaya, umutsuzluk ve anlam kaybına, denemekten vazgeçmelerine yol açıyor. Yeterli başarıyı göstermelerine karşın atanamama, adaletsiz mülakat ve kadrolaşma sistemleri, liyakatsizlikler, cinsiyetçi ayrımcı yaklaşımlar büsbütün caydırıcı oluyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği de, başta kız çocukları ve LGBTIQ+’ların eğitim hayatlarında kayıplara, istenmeyen bir alanda eğitime/çalışmaya zorlanmasına ya da hak mahrumiyetlerine neden olan bir başka etmen. Tüm bunlar maruz kalanlar için yoksulluk, görünmeyen ev içi emek, güvencesiz, ücretsiz/düşük ücretli işlerde sömürülmek demek. Araştırmada da vurgulandığı üzere pandemi dönemi tüm bu olumsuzluklar ve fırsat eşitsizliklerinin, işsizlik, yoksulluk, ayrımcılık ve şiddetin artmasına neden oldu. Hepimizin bu dönemde bire bir sosyal etkileşimlerimiz azaldı. Dijital etkileşimler artsa da yeterli değil. Duygulanımda donuklaşma, kaygı bozuklukları, depresyon, obezite, yeme bozuklukları, duruş bozuklukları, sağlık sorunları, bağımlılık, kişiler arası ilişkilerde sorunlar, intihar ve diğer kendine zarar verme davranışları bu dönemde karşımıza çıkabilecek olan sorunlardan bazıları.  

(Göğsümün sıkıştığı kadar var!)  

Çözüm için çokboyutlu ve yıllar sürecek çalışmaların gerektiği sır değil. Öncelikli olarak pandeminin ve sosyoekonomik krizlerin gençlerin ruh ve beden sağlığı üzerine olumsuz etkilerinin artacağı öngörülerek bu konuda acilen önlem alınmalı, etkilenen gençlerin ruh sağlığı uzmanından destek alması desteklenmeli. Tüm toplumun olduğu gibi, gençlerin ve tıbben uygun olan çocukların hızla Covid-19 ve takvimlerindeki diğer aşılarını olması ve yüz yüze eğitimin bir an önce başlaması sağlanmalı. Toplumsal bütünleşme ve “iyileşme” için, siyasi otorite, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, eğitimciler, sosyologlar, sağlık ve ruh sağlığı çalışanları, şirketler ve meslek örgütlerinin işbirliğiyle –özellikle fırsat eşitsizliğinin olduğu bölgelerde– atölyeler, yaz kampları, spor, müzik, mesleki beceri, hobiler gibi konularda kurs ve etkinlikler düzenlenmeli, gençlerin ücretsiz olarak geniş katılımları teşvik edilmeli, eksik kalan eğitimleri tamamlanmalı. “Atanmayan” mezunların zaman kaybetmeksizin atanması sağlanmalı, işsizlik ve liyakatsiz istihdamla mücadele edilmelidir. 

Önleyici ve koruyucu yaklaşımların benimsenmesi, ülke politikalarının acilen gözden geçirilmesi, eğitim sisteminin birey ve toplum yararı gözetilerek, alanda deneyimli farklı disiplinlerden uzmanların görüşlerine göre yeniden düzenlenmesi sağlanmalı. Gençlerin öğrencilik yıllarından itibaren staj programları ve yarı zamanlı çalışma gibi yollarla iş yaşamına hazırlanmaları desteklenmeli. Şirketlerin staj programlarının kapasitelerini artırılmalı, gençlerin istihdamını teşvik edilmeli. Ailelerin de gençlerin erken yaşlardan itibaren çalışma hayatının içine atılmalarını ve üretkenliklerini desteklemeleri, yönelim ve tercihlerine saygı duymaları; bağımsızlaşmalarını desteklemeleri, kendi düzenlerini kurmaları için gençlere cesaret ve güç verecektir. 

Araştırmaya son bir kez değinecek olursak, rapor gençlerin önceliklerinin gün geçtikçe değiştiğine; “iyi para kazandıran işler" kadar, toplumsal değer yaratabilecekleri, karar alma süreçlerine katılabilecekleri, başkalarına yardım edebilecekleri ve sosyalleşebilecekleri işlerde çalışmayı hedeflediklerine, sivil toplumu bir kariyer alanı olarak kabul görmeye başladıklarına, kültür ve sanat etkinliklerine katılabilecekleri ve “daha az beton, daha çok yeşil alan ve daha özgür kentler”i arzuladıklarına, sadece bir iş bulmayı değil, yaşam kalitelerini de hayli önemsediklerine dikkat çekmekte. Milyonlarca genç (ve aslında her yaştan insan), ülkelerinden ümidi kesmiş, geçmiş ve geleceklerinin çalındığını düşünüyor, temel hak ve özgürlüklerine erişebileceklerini düşündükleri başka ülkelerde eğitim görmenin ya da yaşamanın hayallerini kuruyor, bunun yollarını araştırıyor, bazıları çoktan göç etti. Kimi zaman eleştirildiklerine tanık oluyorum ki bu da bambaşka bir yazı konusu. Şu kadarını söyleyeyim, insanların elinden hak ve özgürlüklerini, adaleti, yaşama sevincini, umudu ve “anlam”ı alırsanız; sevmelerini, aidiyet hissetmelerini, bağ kurmalarını, başarmalarını ve üretmelerini bekleyemezsiniz! Çalınan hayatları geri alma; eşitlikçi, onurlu ve anlamlı bir yaşam mücadelesini diri tutmak ve beraberce hak aramak hepimizin sorumluluğu! Kim bilir belki o zaman dünyanın hiçbir yerinde hiç kimse, bin bir zorluğu göze alarak, yurdunu terk etmek/kaçmak zorunda kalmaz.