Her şeye rağmen seviyorum toplu taşıma araçlarını. Bir otobüs ya da minibüsteysem ve en arkada, cam köşesindeki koltuğa

Her şeye rağmen seviyorum toplu taşıma araçlarını. Bir otobüs ya da minibüsteysem ve en arkada, cam köşesindeki koltuğa oturma imkanım olmuşsa eğer daha da çok seviyorum. Hem kendimi herkesten uzak yapayalnız hem de kalabalık içinde hissedebiliyorum. Belki de yaşamımı simgeliyor hayatımdaki bu küçük ayrıntı. Yaklaşık altı yıldır Fransa’da ailemden, arkadaşlarımdan uzak yaşamam ama hâlâ onlarla olmam gibi  belki de… Kalamamak, gidememek, her ikisi arasında bir yerlerde, nerden geldiğini, nerede olduğunu bilmek  ama nereye gideceğini bilememek. Gitmeye alışmak. Bir yerde kalma fikrinden korkmaya başlamak... Farkında olduğum ama hayatımla bir bağlantısını daha önce hiç kurmadığım bu küçük ayrıntı belki de beni anlatıyor.
Eğer bir arabadaysam, trafik de sıkışmışsa gözüm yanımızdaki minibüse ve içindeki yolculara kayıyor. Neredeyse onları kıskanıyorum. Ne kadar çok zaman geçirdim kimbilir o minibüslerde bir yerden bir yere koştururken, büyük ihtimalle hep bir acele içindeyken; bir randevuya geç kalmışken ya da eve dönüş saatimi geçirmişken. Somurtkan yüzümü kimse görmesin diye neredeyse cama yapıştırıp dışarıya bakar görmezken, aklımda komik bir hatıra kahkahâlâra boğulmaktan kendimi alamayıp çevremdekilerin bakışlarıyla karşılaşmamak için ne yapacağımı bilemediğimde,seçtiğim şarkıları sadece pillerin beni götürdüğü yere kadar dinleyebildiğimde ve çantamda bir avuç dolusu bitmiş pil taşıdığım zamanlarda, bir arkadaş sohbetinde, uykusuzluktan gözlerim kapandığında ve düşüncelere dalıp ineceğim durağı unuttuğumda hep en arkadaki, köşedeki koltuktaydım. Evet hiç özlemediğim bir şey varsa o da saatlerce bizi tutsak edebilen trafik. Ama toplu taşıma araçlarını özlediğimi farketmiştim bir gelişimde. Ayakta, kalabalıkta bir saat gitsek bile söylenmeyecektim sanki. Herkesin birbirine para uzatması, nereye gideceğini söylemesi, bu uzayan listeyi unutmadan soföre kadar iletmesi, sonra para üstüyle aynı şeylerin yeniden yaşanması. Gördüğüm insanlara yapıştırdığım kimlikler, onlara yazdığım hayat hikayeleri, kafamı çevirdiğimde camın arkasında gürül gürül akmaya devam eden hayat... Hep hayretlere düşürdü beni bir yerlerden bir yerlere gitmekte olan insan sayısı... O küçük araçlarda kesişen hayatlarımız, bakışlarımız. En ön koltuktaki adamla tanışıyor olma, yanımda oturan kızla aynı şarkıyı dinliyor olma ihtimallerimiz...
Metro İstanbul için çok geç atılan bir adım olacak... Ama biz o minibüs kuyruklarını, ayakta eziş büzüş bir halde bir saate yakın durabilme kapasitemizi, o yakınlıklarda ettiğimiz kavgaları, attığımız kahkahaları, camın dışında gürül gürül akan hayatı unutmayacağız.