Zıtların birliğiymiş yaşamak.  Ölüm ve doğumun kardeşliği misali… Böyle biliriz bilmesine ama her ölüm zamansız gelir yine de. Tıpkı Metin ağabeye, Metin Kurt’a geldiği gibi…

Güzel zamanlarda yaşadı o. Olması gereken zamanlarda…

Adını kazıya kazıya çekip gitti…

Hem de çeşit çeşit. Ve hepsi de gurur duyulacak şekilde…

Komünist Metin, Sol Açık Metin, Yoldaş Metin, Çizgi Metin, Emekçi Metin…

O, döneminin en iyilerindendi. Eğer isteseydi, 70’li yılların kendine has bol sıfırlı kontratlarına imza koyması içten bile değildi. Ama onu “Metin” yapan özellikler parayı değil, devrimciliği seçmesini sağladı.

Galatasaray’a gelmesini sağlayan şey de bu kişiliğiydi aslında. Futboldaki yeteneğinin yanı sıra, saha dışı yaşantısı ve yaptığı işe duyduğu saygı, PTT takımından Galatasaray’a geçişinin temel sebebi oldu.

Galatasaray’ın Metin Kurt’tan beklentisi çok büyüktü. Zira kulübün sembol ismi, taraftarların taçsız kralı Metin Oktay, futbolu henüz bırakmıştı ve bu boşluğu adaşı Metin Kurt’la doldurmak istiyorlardı. Doldurdular da…

3 yıl üst üste alınan şampiyonluklarda Metin, inanılmaz katkı sağlamıştı. Ve buna en çok sevinenlerden biri de, onunla gurur duyan ve ağabey bildiği Metin Oktay oluyordu…

Ancak Metin Kurt’un “halka yakın olma isteğini” sadece çizgide oynamaktan ibaret sananlar, ilerleyen yıllarda yanıldıklarını da anlayacaklardı…

Ve tek yapabildikleri Metin’i halkına şikâyet etmekti. Çünkü o yılların jargonuyla “anarşik” futbolcuydu o. Takımının hak ettiği primi alamaması yüzünden başlattığı eylem, bu toprakların gördüğü ilk sporcu eylemi olarak geçti tarihe…

Futbolu bıraktıktan sonra da “Sol açık” olarak yaşamaya devam etti Metin ağabey. Amatör sporcuların örgütlenmesi için dernekler kurdu. En büyük hamlesini de, 2009’un sonlarına doğru hayata geçirdiği sporcu sendikasıyla yaptı…

Borsalardan, arsalara çekemedi belki futbolu ama giderken bıraktığı miras, “Bu iş Metin Kurt’la bitmez” diyen devrimci sporseverle emanet artık. Son yolculuğundaki güzel insanların çokluğu, bana bu umudu aşıladı…

Yaptığın her şey için binlerce kez teşekkür ediyorum sana.

Selam olsun ağabey…

*** *** *** *** ***

Ve ceza sahalardaki Metin Kurt yalnızlığından, yine ceza sahasındaki Burak Yılmaz kalabalığına geçiş. Diğer bir deyişle futbol endüstrisine hoş geldiniz… 

Derbide umulmadık bir Beşiktaş vardı sahada. En azından benim ummadığım!

Hataları kadar cesur bir Beşiktaş…

Kazanacaklarına biraz daha çok inansalardı, Burak Yılmaz da kurtaramayacaktı Galatasaray’ı, Bülent Yıldırım da…

Galatasaray iyi takım. Her ne olursa olsun 3 kere geri düşseler de, yenilmeyecek kadar iyiler!

Maçın sonucu, maçın hakkı olmadı. Belki de hak denen kavramın futbola “yabancı” kalması yüzünden böyle oldu…

Yabancı sayısını düşünenler bunu da düşünsünler biraz.

6+1+1+ hak + adalet + rakibe ve emeğe saygı vs. vs

Bir de Fatih Terim’e 3 metreden edilen hakaretler var. Severiz, sevmeyiz o ayrı şey.

Ama böylesi kabul olmaz…

6222 diyorum…

Sayın Yıldırım Demirören!

Anladın mı bilmiyorum.

Sanmıyorum!

*** *** *** *** ***

Ve tabii; anons rezaleti vardı bir de.

Daha önce çok konuşuldu. Kulüpte ampul değiştirilecek olsa ondan habersiz yapılamaz diyenler çıktı. Otoparktaki arabaların dizilişine bile müdahale ettiği söylendi…

Evet, Aziz Yıldırım’dan bahsediyorum. Anladığım kadarıyla cezaevi süreci çok yıpratmış başkanın sinirlerini. Kınayamam bunu…

Ama bir kulübü bu kadar kişiselleştirmek doğru gelmiyor bana. Her yanlışı çocuk azarlarcasına kendi yöntemlerince çözmek gittikçe sevimsizleştiriyor başkanı.

Kuralları umursamayan bir güç olduğunu ispatlamaya çalışıyor sanki. Ya da kendi kurallarının kabulünün derdinde. Tribündeki kadın ve çocuklara “Yanlış yapıyorsunuz” derken ki öfkesi çok açık…

Hemen akla şu soru geliyor: Yıllar önce Alex’i yuhalayan erkek egemen Kadıköy tribünlerine mesaj vermek için, sadece Alex’i ayakta alkışlamayı seçen başkan, söz konusu kadın ve çocuklar olunca “höyt” demeyi mi uygun buluyor?

Bunun peşine asıl düşmesi gerekenler elbette Fenerbahçe’nin kadın ve çocuk taraftarlarıdır. Ama düşseler bile pek bir şey çıkacağını zannetmiyorum.

Zira “seyircisiz” maçlardaki kadın ve çocukları hiç yerine koyanlar, yapılacak eleştirileri de hiçe sayacaklardır…