Cankara kankara

Erkan Solmaz - Öykücü. 

“Amirim, bizim Mahmut’a bir haller oldu.” 

“Ne oldu?” 

“Önceki hafta özgürlük, heval, eş başkan, kayyum gibi laflar etmeye başladı.” 

“Ee...” 

“Geçen hafta aynı gemide değiliz, yoldaş, grev, sömürü gibi şeyler dedi. Söz, yetki, karar dedi, halk dedi. Şimdi de emek, barış, özgürlük... Savaşa inat barış hemen şimdi diye diye söyleniyor.” 

“Muzır kitaplar mı okuyor yoksa?” 

“Yok amirim, yapmaz öyle şeyler. Sadık polistir o.” 

“Ne oldu peki?” 

“Amirim şey diyorum, Mahmut’u bu mitinglere göndermeseniz.” 

“Niye, ne ilgisi var?” 

“Amirim geçen ay HDP, sonra TKP, ÖDP bugün de burası, bozdu adamı herhalde.” 

“He lan, doğru diyorsun, onu AKP mitinglerine gönderelim artık.” 

“Ak Parti amirim.” 

“Tamam lan tamam, Ak Parti...” diye konuşuyordu polisler, biz önlerinden geçerken. 

Dün akşam hazırladı beni Sevgi, kumaşımı maviye boyadı, üzerine de Savaşa İnat Barış Hemen Şimdi, yazıp çiçeklerle süsledi. Sabah da rulo yapıp attı omzuna ve düştük yola. Üniversiteden arkadaşı İdil’le yürüyor şimdi. 

“Çok ilginç ya, bu kadar polis var ama arama yok.” 

“Alıştık tabii, olmadı mı aranıyoruz.” 

“Bunların da işi zor, dün yine polis vurulmuş, hem de hamile eşinin yanında.” 

İdil elindeki gazeteyi gösterdi: “Evet, çok acı gerçekten.” 

“Bitmedi gitti şu terör, her gün kan her gün gözyaşı.” 

“Bitmez Sevgi, biter mi hiç?” 

“Bitmez mi? Bitmeyecekse biz niye buradayız?” 

“Zaten tek umut, bu insanların bitirmekteki kararlılığı ama başka bir hale geldi artık bu iş. Kurumsallaştı. Terör artık hem teröristlere hem de terörle mücadele eden hükümetlere muazzam imkânlar sağlıyor.” 

“Nasıl oluyor o?” 

“Mesela iktidarsan, iç politikada sıkıştığın her an terör sana yeni alanlar açıyor; şehit haberleri gelirken, grev yapmak, iktidarı protesto etmek nasıl bir hainliktir, ne büyük günahtır değil mi? İnsanımız vergi kaçırır, doktor döver, fırsatını bulsa her haltı yer de devletine karşı asla cesaret edemez böyle bir günaha girmeye. Şimdi sırası mıdır bunun? Çünkü gün, birlik ve beraberliğe...” 

“En muhtaç olduğumuz gündür...” 

“Bak nasıl bildin cümlemin gidişini.” 

“Bilmez miyim, bunu duymakla geçti ömrümüz.” 

“Bir de örgüt tarafı var tabii; terör örgütüysen işin daha kolay, kimse sana oy vermiş değil, hiçbir sorumluluğun yok. Kim ne diyebilir? Tek beklentin yeni insanların katılması ve saflarının diri tutulmasıdır... Elbette bu ancak tarafların iş birliği ile gerçekleştirilebilir. Terör de mücadelesi de birbirine muhtaçtır, terör olmadan mücadele, mücadele olmadan terör olmaz.” 

“Tavuk yumurta ilişkisine döndü bu.” 

“İlk terörü veya sebebi organize etmek çok önemli tabii, sonrası kolay. Süreç geliştikçe ilk iş de sebep de kimin yaptığı da unutulur, gider. Gün artık yeni terörist saldırı ve terörle mücadele etme günüdür. Eğer örgütsen... Şöyle yürüyelim, arkadaşlar orada. Birlikte gideceğiz Sıhhiye’ye.” 

“İdil gel, önce şuraya gidelim. Bak halay çekiyorlar.” 

“Hiç kaçırmazsın değil mi?” 

“Halay mı gördün, gireceksin... Sadece acıya değil neşeye de ortak olacaksın.” 

“Evet ortak, onu diyecektim, eğer örgütsen, pek makbul bir iş ortağısın artık pazarda. Karşı ama dost gibi, dost ama düşman gibi olan, uzak yakın tüm devletlerin gözdesi olursun. Hem silahları vardır bunların, testlerinin yapılması gerekir. Nerede yapacaklar, nerede sergileyecekler ürünlerini?” 

“Ben de mi?” 

“Tabii ki... Harika düzeneklerin var, en uygun saha, en ucuz laboratuvar sende. Fuarlar, mavili kırmızılı tatbikatlar senin elde ettiğin pazarlama etkisini gösteremez. Sen sahicisin, diğerleri sahte kalır. Bazen de bu devletlerin silah depolarının boşaltılması gerekir. Yeni nesil silahlar yerleştirilecek yerlerine. Eskiler ne olacak? Bazen hibe ederler, bazen de pek uygun koşullarda sana satarlar. İşin iş. Örgütsen aynı zamanda ihtiyaç örgütleyicisin, müşteri yaratansın. Kendi değerini bilmeli ucuza tav olmamalısın. Çatıştığın devletin seninle mücadele edebilmesi için elbette antiterör donanımlarına ihtiyacı olacak. Sen yoksan, böyle bir ihtiyaç da yok, silah tüccarları çok iyi bilir bunu. Unutma, camlara taş atan çocuk çalıştırmayan camcı, ancak rüyasında görür kırık camları. Sen o haşarı ve camcısına sadık çocuksun artık. Böylece hem sen kazanırsın hem de camcı devlet.” 

“Tezgâh hep böyle sürer mi? Mahalleli anlamayacak mı camcının dümenini?” 

“Bazen işler sarpa sarabilir tabii; demokrasi, diyalog, barış gibi nahoş kelimeler dökülebilir bazı ağızlardan. Dikkat etmen gerekir, böyle durumlarda zemin birdenbire kayabilir altından. Uyanık olup hemen işe girişmelisin. İlk işi halledersen okkalı bir tokadı yapıştırmış sayılırsın bizim gibi, hani diyorlar ya, Barış romantikleri’ne, Analar ağlamasın’cılara. Ee tabii biraz gizliden gizliye olacak bu işler. Bazen sektördeki rakip aktörler de oyuna dahil edilebilir. Çünkü her şey sektörün bekası içindir.” 

“Ya ölen canlar?” 

“Elbette terör ve terörle mücadele döngüsü için bazı bedeller ödenecektir. Kınalı kuzular, aslan parçaları, bazen kundakta bebeler, yılmaz dirençleri ve sarsılmaz inançları ile özgürlük savaşçıları, bir yanda şehit, diğer yanda etkisiz hale getirilmişler olacaktır. Kayıp canları için, için için yanan analar, yakılan ağıtlar, eşler, çocuklar olacaktır tabii. Olacak ama tolere edilebilir kayıplar olarak bakılacak bunlara. Öyle ki, anneler, babalar, ölen yavruları için ağlamayı bile kendine yediremeyecek hale getirilir. Böylece hem terörle mücadele eden yöneticiler hem de terörist başları böyle moral bozucu ağlak sahnelere maruz kalmaktan kurtulmuş olur. Her şey terör ve terörle mücadele için olduğunda silahları alan da satan da aldıran da sattıran da mutlu olacak, ölen huzurla ve kahramanca ölecek, öldüren de kahramanca ve huzurla öldürecektir. Böylesine her derde deva bir icattan vazgeçilir mi sence? Bu nimet çarçur edilir mi?” 

“O nimet ömrümüzü tüketti ama.” 

“Birileri de o nimet sayesinde var; baksana, bugünkü gazetede gördün mü? Reis dedikleri organize suç örgütü lideri, Rize’de Teröre Hayır mitingi yapıp, Oluk oluk kan akacak, demiş. Teröre hayır ve oluk oluk kan... Nasıl ama?” 

“Ay şiştim vallahi... Gel kız, şu halaya girip havamızı dağıtalım.” 

“Tamam, pankartı şuraya koyalım önce.”  

Beni ve gazeteyi az ilerideki ağacın altına bırakıp halaya katıldılar...  

  

Bu meydan kanlı meydan, bu meydan kanlı mey 

10.04.00 

Savrulan gazete yere düştüğünde manşetinin üstündeki tarih 10 Ekim 2015’i, garın saati ise 10.04.03’ü gösteriyordu. Ambulans azdı, sedye azdı, bol olan; çığlık, kan, gözyaşı ve biber gazıydı... Ayakta kalabilenler sedye yaptılar beni, az önce omzunda olduğum Sevgi şimdi üstümde yatıyor ve koşturuyoruz. Mahmut ise Gaz sık! diyen amirine şaşkın şaşkın bakıyor...