Cannes festivalinde ödül listesine film koymakta zorlanıyoruz. Kawase’nin ‘Hikari’si ise yüzümüzü güldürdü. Umarız genel vasatlık Fatih Akın’a yarar

Cannes’da son günler

Japonya’nın en önemli kadın yönetmeni Naomi Kawase Cannes’da 20. yılını kutluyor. İlk katıldığı 1997’de Altın Kamera’yı alan Kawase, 2007’de Resmi Yarışmanın Büyük Ödülü ile dönmüştü. On yıllık devirlerde ödül alıyorsa, umarız bu yıl yeniden ödül listesinde görürüz. Zira 'Hikari', tek kelimeyle şiir gibi bir film. “Işık olmadan renk olmaz. Işık olmadan imge olmaz. Işık olmadan film yapılamaz, yani neredeyse ışık olmadan sinema olmaz” diyor Kawase filmini tanıtırken.

Görme engelliler için sesli betimleme yapan Misako (çok başarılı bir Ayame Misake), bir sinema filmi için hazırladığı metni, görsel engellilerden oluşan bir danışma grubuna okuyarak test etmektedir. Danışma paneli üyeleri, kibarlık ve incelikle eleştirilerini sunarken, bir tek ünlü bir fotoğrafçı olan ve çok az görebilen Nakamori (Masatoshi Nagase) acımasız eleştiriler getirir. Eleştirilerin çoğu, görüp de anlamamak, ışık varken dünyanın ve duyguların inceliklerini hissedememek doğrultusunda gören Misako’ya “daha anlamlı betimlemeler çıkartması” konusunda gelmektedir. Fotoğrafçı ile çatışmalı ilişki giderek Nakaromi’ye aşık olmasıyla yön değiştirir.

Nakaromi’nin eski fotoğraf kitaplarında gördüğü günbatımında kaybolan babasını anımsayan Misako, bir yandan da tam körlüğe aniden geçen fotoğrafçının bu sürecine destek olmaya çalışmaktadır. Günbatımı karşısında Nakaromi genç kadına “Gözünün önünde ve yok olmak üzere olan şeyden daha güzeli” der. Bu cümle filmin hem ana fikrini, hem de görsel seçimlerini özetiliyor. Bu hayatta her şey anlıktır, güzellik, yaşam, ölüm... Güzel dediğimiz şey belki de kısa olduğu için başımızı döndürür. Mühim olan kanıksayarak hissetmeden bakmak değil, derinlikleri, hüznü ve güzellikleri görebilmek için bakmak. Kawase’nin şiirsel 'Aydınlık' arayışı Ayame Misake’ye En İyi Kadın Oyuncu Ödülü getirebilir (iki filmde birden ekranı kaplayan Nicole Kidman’dan fırsat kalırsa!). Ayrıca Lübnanlı cazcı İbrahim Maalouf'un muziği de filmin şiirselliğine çok şey katmış.
cannes-da-son-gunler-291750-1.
Seçkideki ikinci Koreli Hong Sangsoo 'Geu-Hu-Ertesi Gün' ile yarışıyor. Bu yıl Berlin’de sunduğu 'Plajda Gece Yalnız'ın devamı niteliğindeki 'Ertesi Gün'ün hikâyesi, Kore’nin en önemli edebiyat eleştirmenlerinden orta yaşlı yayınevi sahibinin aşk çıkmazını anlatıyor. Genç Areum, yayınevinde işe başladığı ilk gün, patronunun karısının tacizine uğrar. Genç kadını kocasıyla ilişkisi olduğu bahanesiyle tokatlayan eş, söz konusu sevgilinin bu değil, başkası olduğunu öğrendiğinde bile sakinleşmez. Bir ay önce işten ayrılan eski yardımcısı ve sevdiği kadının yerine aldığı genç kadına karşı mahcup yayıncı, bir yandan karısı, bir yandan birden ortaya çıkan kayıp sevgili ve diğer yandan yeni yardımcısının acımasızca dürüst yorumları karşısında bocalar. Rivayet o ki, Hong Sangsoo gerçek hayatında sevgili olduğu oyuncusuyla karısı arasında muhafazakâr Kore toplumunda ciddi sorunlar yaşamış, genç oyuncu ifşa olan bu ilişki nedeniyle iş bulmakta zorlanmış. Anlaşılan yönetmen filmi hayatındaki kadınlara günah çıkartmak için çekmiş.

'Belli Bir Bakış’ta tam kıvamında bir Cantet
Fransa’nın angaje yönetmenlerinden Altın Palmiyeli (Sınıf-2008) Laurent Cantet, 'Belli Bir Bakış’ın en iyi filmlerinden biriyle karşımıza çıktı. 'L’Atelier-Atölye', Marsilya’nın tersane kasabası La Ciotat’da geçiyor. Hatırlayanlar olacaktır, doksanlı yılların sonunda La Ciotat’daki tanker ve büyük gemi tersaneleri kapatıldığında, büyük bir toplumsal başkaldırı başlamış, sendikalar ve işçiler aylarca boşaltılan tersaneleri işgal etmişlerdi. Bu işgaller sayesinde de yıllar içinde transatlantik ve tanker olmasa da, lüks yat üretimi için tersanelerin yeniden açılmasını sağlamışlar ve yüzlerce işin kurtulmasını sağlamışlardı. Kasabanın toplumsal geliştirme programı çerçevesinde, ünlü bir kadın polisiye yazarı 7 yerel gençle bir kitap (polisiye) yazma atölyesi açar. Farklı etnik ve dinsel kökenden gençler, kitabın her ayrıntısına ortaklaşa karar verecek, bu kitap da gerçek bir yayınevi tarafından basılacaktır. Her şey serbest, tek şart hikâyenin La Ciotat’da geçmesidir. Cantet yaklaşık iki saatte, basit bir öykü etrafında Fransa’da aşırı sağ tehlikesini, ırkçılığı, cehaleti ve bunların getirdiği şiddet tehlikesini öylesine güzel işlemiş ki, Resmi Yarışma'daki kötü filmleri gördükçe neden bu bölüme alınmadığını anlamakta zorlandık. 'Atölye', Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ırkçı faşist adayı alt ettiğini düşüne dursun, utanç verici bir yüzde otuz beş oy alan Le Pen’in nasıl buralara geldiğini de anlamak için bir vesile.