Türban konusundaki samimiyete, ancak benim de din dersinin zorunlu olmasından dolayı duyduğum rahatsızlık anlaşılırsa hoş bakabiliyorum

Baştan bu yana söylediğim gibi, ben herkesin her istediği şeyi, başkasının özgürlüğünü kısıtlayacağı noktaya kadar giymesinden yanayım, defalarca da yazdım. Fakat asıl konu, acaba herkesin her istediğini giymesi kadar basit mi; yoksa dipte, derinde bambaşka bir gerginlik, bir kırılma hattı mı var?

Tüm bu olup biten sözde 'demokrasi' savaşı; türban, tesettür, çarşaf adı her neyse, Türkiye özelinde bakıldığında yeni parlatılıp palazlanmakta olan 'mutaasıp' Anadolu burjuvazisiyle, yıllarca bunca saçmalığa “da” imza atmış Ankara’nın sözde elit Kemalist bürokrasisi arasındaki savaşın, itişip kakışmanın bir sonucudur kanımca. Hatta yaşanan o postmodern darbeden sonraki dönem, birebir bu kavganın en bariz sonucu değil mi?

Niye mesela başını örten kadınların her birinin kendine özgü bir tavrı yok da Oral Çalışlar’ın bile ah vah ettiği First Lady’miz bile hep 'o' şekilde bağlıyor bu çulu? Yakın tarihe bir göz atalım. Genelde tüm sorunlarımızın çözümü orada bulunur. İslami terminolojideki adı 'hicab' olan bu baş bağlama modelini, 70'lerin başında Lübnan'da yaşayan, İranlı üst düzey bir din adamı olan Musa Sadr, güney Lübnanlı Şii kadınları, bölgeye hâkim olan Filistinli gerillaların tacizinden koruyabilmek için tasarlamıştır.

Mevzuyu Türkiye’ye getiren mümtaz insan Şule Yüksel Şenler’dir. Tetikçi yazar Mehmet Şevket Eygi’nin (kendisi hakkında detaylı bilgiyi M. Şahap Tan’ın 1970’te yayımladığı “Bugün’ün Dervişi Mehmet Şevket Eygi Kimdi” adlı kitaptan edinebilirsiniz, günü gelir ben de yazarım belki; ek olarak Münevver Karabulut cinayetinde bu beyin olaya ilişkin yorumlarını da bulup okumanızı öneririm; Eygi, Milli Gazete yazarıdır) Bugün gazetesinden en yakın mesai arkadaşı olan Şenler, patronuyla birlikte 70’lerin başında memleketi dolanarak kadınlara, başlarını bağlamazlarsa cayır cayır yanacaklarına dair nutuklar atarmış.

1965’te, 25 yaşında tesettüre giren Şenler’e, Yeni İstiklal gazetesindeki yazıları nedeniyle dava üstüne dava açılırmış. Bu arada cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, ki söz konusu Kemalist elittendir, “sokaklardaki kapalı hanımların öncüleri cezalarını görecekler" deyince Yüksel bir açık mektup yayınlamış; söz konusu mektupta "cumhurbaşkanı, Allah'tan ve milletten özür dilemelidir" ifadesi nedeniyle anında 9 ay hapisle cezalandırılmıştır. Yukarıda andığım elitlerle, mücahi'd’-müteahhit burjuvazi savaşından bir enstantane. Bağlayın sebepleri, sonuçları birbirine...

Laikçi, liboş kadar tiksindiğim bir kelime de Sıkmabaş. Şule hanımın baş bağlama şekline halk, zamanla 'şulebaş' demeye başlamış; bu gelinbaşı tadı, sonraları sıkmabaşa dönmüş. Ah yaratıcı laik duygulanım!

Şenler, gittikçe bir kahramana dönüşen hayli karizmatik (!) bir isim. Sosyalist kızların ellerinde dahi, memleketimizde hiç görülmemiş, sıkıldığı zaman insanı derhal 24 saat müddetle bayıltan hususi gaz tabancaları bulunduğunu da belirttiği 22 Temmuz 1968 tarihli yazısına dikiz:

“Siz imanlı işçi kardeşlerim, köylü kardeşlerim, memur, esnaf ve talebe kardeşlerim; sizler her biriniz komünist hazırlığının şu en ateşli ve hızlı günlerinde ve solcuların bundan sonraki fiili hareketleri karşısında böyle birer arslan yürekli kahraman mücahid olarak ileri atılmalı, satılmış vatan hainleri ile taşlısopalı anarşistleri bir hamlede ezerek menhus ve menfur planlarını başlarında parçalamalısınız. Vatan hainliğinin cezasının ölüm olduğunu düşünürsek, o halde bu memlekette komüniste hayat hakkı tanımamalıyız."

Bugün devlet kademelerindeki liderlerin eşlerinden tutun da (ki Emine Hanım’ın Tayyip Bey ile tanışmasında payı da olduğu söylenir) yeni Ak Türklere kadar hepsinin baş bağlama şekli, bu coğrafyanın geleneksel tülbentinden farklıysa bunda Şenler’in emeği büyüktür.

Bu örtünme konusunda, “ah bak, parklarda türbanlılar da sevişiyor” kadar, bir kitabı açık seçik bulduğu için yayımcısına dava açanlar da saçmalıktan öte değildir. Çağdaşlık, aydınlık nutukları üzerine kurulan ranttan, 'kapalı ama memeleri görünüyor'a; 'çarşafın altında jartiyer var’dan, şu beylik muasır medeniyetler seviyesine, artık hepten çatırdamış, parça parça olmuş, pazara ve pazarlığa ait bir dolu kavram durmakta hepsi hepsi; bunlar durdukça da yaşadığımız coğrafya parçalanmayacak olsa da her geçen dakika çeşitli gruplara bölünmekte, şiddet gündeme gelmektedir.

Son olarak şu çok önemli detayı belirtmeyim: Türban konusundaki samimiyete, ancak benim de din dersinin zorunlu olmasından dolayı duyduğum rahatsızlık anlaşılırsa hoş bakabiliyorum. Çünkü şüphesiz bu da aynı özgürlük talebinin bir parçasıdır. Mesutbahtiyar takma adlı arkadaşın twitter’da dediği gibi baklava çalmaya 6, ekmek hırsızlığına 5 yıl verildiği; Kürt yumruklayanın serbest bırakılıp Ermeni öldürenin hâlâ sevap işlediği bir ülkede ihtiyacımız olan en temel şeyin, damarlarımızdaki asil kandan öte tarafsız işleyen bir vicdan olduğunu düşünüyorum. Hepsi bu!