Tamamı parke taş döşeli sokaklar, iki katlı taş yığma evler, her yaşta aydınlık yüzler, tepede dört yel değirmeni ve eski çağlardan gelerek bir ezgiye dönüşen RÜZGÂR; Alaçatı’yı düşündüğümde aklıma ilk gelen cümleler...

Tamamı parke taş döşeli sokaklar, iki katlı taş yığma evler, her yaşta aydınlık yüzler, tepede dört yel değirmeni ve eski çağlardan gelerek bir ezgiye dönüşen RÜZGÂR; Alaçatı’yı düşündüğümde aklıma ilk gelen cümleler...
Son yılların gözde mekânı haline gelen Alaçatı, giderek kalabalıklaşan nüfusu, birbiri ardına açılan yaşama alanları ile yeni bir varoluşun eşiğinde durmakta. Ali bey’in işlettiği sevimli ‘Pazar Yeri’ kahvesinde otururken, bu yeni varoluşun dinamiğini tedirginlikle izliyorum.
Antik Çağda adı ‘Agrilia’ olan Alaçatı, Batı Anadolu tarihinde ‘İonia’ diye adlandırılan, İzmir'in güneyinden başlayıp Menderes Irmağına kadar uzanan bölgenin tam merkezinde yer alır. İonia kenti milattan önce on birinci yüzyılda kurularak günümüze kadar uzanan göstergeleriyle, insanlık ailesinin de tarihçesini oluşturur. Modern zamanlarda küçük bir birim haline gelen Alaçatı/Agrilia’yı, ben bir kent olarak değerlendirmenin doğru olacağını düşünüyorum.
Lewis Mumford, karanlıkta olan kentin kökenlerinin, gelecekte nasıl bir hal alacağını araştırarak ‘İçsel çelişkilerden uzak, insanın gelişimini olumlu yönde etkileyip daha da ileriye taşıyacak yeni türden bir kent kurma imkânı hala mevcut mu?’ sorusuna, kentin dört bin yıllık dönüşümünü inceleyerek, açıklık getiriyordu. Yazarın ‘Tarih Boyunca Kent’ adlı kitabı konun önemli referansıdır. Bu bilgilerden hareketle, bizlerin Alaçatı’yı nasıl kurmaya başladığımızı/kuracağımızı düşünüyorum.
Kapitalizmin vahşi dişlilerinin öğütmeye başladığı Alaçatı’nın, tarihinde olduğu gibi kültür ve spor üzerinden inşası gerçekleşebilecek mi?
Kahvede otururken, taştan sokaklarda dolaşırken beliren görüntüler endişe verici. Ardı ardına açıklan kuyumcular, metropollerde olması gereken biçimsiz alışveriş merkezleri, begonvillerin, akşama sefalarının sökülerek yerine kondurulan yapılar vs.
Bütün bunlar birinci aksı oluştururken, kanımca çok daha güçlü bir başka aks var. Sanatsal, entelektüel üretimin sürdüğü atölyeler, birkaç galeri ve çark plajında bulunan sörf merkezi. Bu ikinci aks Alaçatı’nın yeni fotoğrafının direnç noktaları. Sahip çıkılması gereken... 
İkinci aksa dahil olan direnç noktalarından birine odaklanmak istiyorum. Dikkat celbi yaratan bir nokta... Çarşının içinde konumlu, altı yıllık geçmişiyle Çatı Sanat Galerisi; ısrarlı ve gür sesini rüzgâra, çağlar öncesinden gelen rüzgâra eklemliyor.
ÇATI, Heykeller, seramikler, tuvaller ve çarpıcı enstalasyonlarla Agrilia’nın parçası olduğunu kanıtlıyor. Neslihan Gözen ve Melih Balcıoğlu ortaklığı, güçlenen bir ‘nokta’ olan galeriyi bu günlere taşımış. Birkaç yıldır gözlemlediğim ÇATI’nın projeksiyonu göz alıcı.
Kültür turizmi üzerinden kararlılıkla ilerleyerek sanatçı sakalsını genişleten galerinin sezonda ilk sergisi karma eserlerden oluşuyor. Heykel, desen ve tuvaller bütünlüklü bir dil sunmakta.
Taş duvarlara asıllı Serdar Leblebici’nin çalışmaları oldukça iddialı. Sanatçı, ‘Şehrin Kıyısında’ başlığını taşıyan çalışmalarını, Orhan Kemal’in ‘Cemile’ adlı romanından hareketle üretmiş. Leblebicinin, ışığa hâkimiyeti, tuvallerdeki gölgeler kişiyi uzun seyre kışkırtıyor. Galerinin içinde ama aynı anada romanın içinde... Yaşanılan modern bir deneyim.
Karma sergide bulunan diğer sançtılar; Akın Yıldırım, Murat Güzeldere, Ayhan Taşkıran, Atilla Cengiz Kılıç, Vedat Kaçar, Hakan Esmer, Feriha Tuğran, Ester Nuça Benmayor, Yakup Sadıkov, Julian Jordanov, Ziya Gürel, Zeki Serbest, Orhan Umut, Reyhan Abacıoğlu, Robert Baramov, Hatice Kılıçaslan, Fahri Sümer ve Alİ Atmaca...
Galerinin önümüzdeki günlerde açacağı sergi şimdiden merak uyandırıcı. Adanan Turani sergisinin nasıl olacağı, Alaçatı’da fısıltıyla konuşulmaya başlamış bile.
Yolunuz Agrilia’ya düşerse Çatı Sanat Galerisine bir göz atın. Kuşkusuz deneyim sizi eski çağlara götürecek...
Çatı Art Galery / Mektep sk. No.11 35960
Alaçatı-İzmir/0.232.716 66 30