Çeviri çok zaman “özgün metne ihanet” olarak değerlendirilir. “Artık birçok dilde bir klişe haline gelen “Çevirmen haindir”, aslında İtalyanca bir atasözü. Ne zaman ortaya çıktığı belli olmayan bu sözü, kimi kaynaklar on dördüncü yüzyıla (‘Trecento’) dayandırırlar.

“Çevirmen haindir!”
Fotoğraf: Unsplash

Aydın AFACAN

‘Sessiz sedasız kaybolan’ değerli çevirmen Kemal Atakay’ın anısına...

Bir metnin farklı çevirilerini karşılaştırıp bunlardan hangisi doğru diye soran eleştirel yazılarla karşılaşmışsınızdır. Bildiğiniz bir metin var. Diyelim ki bir şiir, “sözcüğü sözcüğüne” çevrilmiş olanla, kaynak dildeki söz oyunlarını, mısra ve söyleyiş güzelliğini kısaca “metin müziğini” gözeterek çevrilmiş olandan hangisini tercih edersiniz? Çeviri konusunda Sabahattin Eyüboğlu’na atfedilen ünlü “ya serbest ve güzel ya da sadık ve çirkin” sözü geliyor akla. Tamam, bazı yasal metinlerde veya bir şekilde sözcüğü sözcüğüne çevrilmesi gereken metinlerde aslına sadakat bir “çevirmen yemini” olarak var zaten. Gelgelelim edebi ve felsefi metinlerde durum farklıdır. Bazı durumlarda sözcüğü sözcüğüne çevirmek de kaynak dildeki gerçek anlamı veremeyebilir. Elbette bütün bunlar dilin yapı özellikleriyle ilgili olduğu kadar çevrilen metnin yapısı ve özellikleriyle de bağlantılı durumlardır. Çeviride kayıplar, anlam kaymaları, bağlamın yeterince aktarılamaması gibi sorunlar söz konusu edilir. Özellikle şiir gibi dilin derinlik ve sapmalarını barındıran metinlerin çevirisi, deyimler, eğretilemeler ve “metin müziği” açısından ciddi zorluklar taşır.

“Traduttore, traditore”

Çeviri çok zaman “özgün metne ihanet” olarak değerlendirilir. “Artık birçok dilde bir klişe haline gelen “Çevirmen haindir”, aslında İtalyanca bir atasözü. Ne zaman ortaya çıktığı belli olmayan bu sözü, kimi kaynaklar on dördüncü yüzyıla (‘Trecento’) dayandırırlar. Dante’nin modern İtalyancanın “doğuş” eseri sayılan İlahi Komedya’sının Fransızca çevirilerinin eseri yansıtamadığını ileri süren görüşler üzerine çıkan tartışmalarda ortaya çıktığı iddia edilir. Ayrıca Petrarca gibi şair ve düşünürlerin de katıldığı, dil ve çeviri konusundaki tartışmaların yoğun olduğu bir dönemdir. Çünkü yazı alanında Latincenin ağırlığı büsbütün kaybolmamıştır henüz. Dante’nin önceki eserleri de Latince yazılmıştır nitekim. Belki de “içerideki” Latince-İtalyanca tartışmalarından doğdu, kim bilir? Diğer yandan kutsal kitap tartışmaları işin başka bir boyutudur. Sonuçta insanlığın onsuz edemediği ama bir yandan da bu sözü doğuracak kertede kuşkuyla yaklaştığı bir etkinliktir söz konusu olan.

Kendi içinde tuhaf bir ironi taşıyan bu sözün çevirisi de öğreticidir: Örneğin Türkçe veya İngilizceye birebir aynı anlamda çevrilse de İtalyanca “Traduttore, traditore” sözündeki sözcük oyunu, başka bir deyişle oradaki “müzik” yoktur. (Macarcada da ‘çeviri çarpıtmadır’ anlamında şöyle bir söz varmış: “Fordítás: ferdítés” Evet çeviri uğraşı bu sözlere muhatap olacak ölçüde zorluklarla doludur. Diğer yandan söz yerindeyse bu diyalog dolu ve sert atasözü, çevirinin zorluğuna işaret ettiği gibi çevirmen için de uyarıcı niteliktedir. Çevirmeni sıkı çalışma konusunda motive ederken bir yandan da daha baştan birçok suçlamanın eşikte beklediğini bildirerek motivasyonunu bozabilir. Metnin çevrildiği dildeki “görünmez yazar”dır çevirmen; metni kaynak dilden alarak yeniden var eder. Evet, bu “var ediş” çoğunlukla görülmez bile: Bırakınız günümüzün internet, sosyal medya “paylaşım”larını, bestelenmiş kimi şiirlerin künyesinde bile çevirmenin adına yer verilmemiştir. Bu durumda olsa olsa kendine karşı haindir çevirmen.

“Hain”in işleri…

Çevirinin, hem ülkeler hem dünya ölçeğinde çok önemli bir etkiye sahip olduğu yadsınamaz. Tabii “Dünya Edebiyatı” kavramı çerçevesinde yapılan tartışmalar bu meselenin başka cephelerine de açıldığı için burada değinmek zor. Türkiye’de, 1832’deki Tercüme Odası, 1897’deki “Klasiklerin Tercümesi Meselesi”, 1940’taki Tercüme Bürosu etkinlikleri ve bu çerçevedeki tartışmaların önemli bir yer tuttuğunu da geçerken belirtmek gerekir. Hilmi Ziya Ülken, Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü adlı kitabında çeviri hareketlerinin toplumsal değişmelerdeki rolüne ilişkin çeşitli örnekler sunar. Ülken, ‘dağınık ve tesadüfi’ olarak nitelediği Tanzimat’taki çeviri hareketliliğini bile önemli bulmuştur. Yine Ülken, Avrupa’daki hareketliliğin de etkisiyle “Medeniyet sürekli bir hümanizmadır” diye yazar. Bu yaklaşım 1940’taki çeviri etkinliğinin de çerçevesini çizmiştir. Hasan Âli Yücel’in klasikler dizisindeki sunuşu “Hümanizma ruhu” vurgusuyla başlar. Tabii çeviri etkinliklerine başka açılardan bakışlar da söz konusudur. Yalçın Küçük, soruna ‘dış faktörün abartılması’ açısından bakmaktadır. Türkiye’nin çağdaş aydınının Tanzimat’ın Tercüme Odası’nda doğduğunu söyleyen Küçük, aydının “Tercüme Odası’nda doğduğu için dış faktörü abartma eğiliminde” olduğunu ve bunun etkilerinin zamanımızda da (1980…) sürdüğünü iddia eder. Şu ya da bu biçimde ciddi sonuçları olan bir etkinliğin aktörüdür çevirmen; ne var ki çoğunlukla “görünmez/görülmez” bir aktör…

***

Şiir ‘paragrafı’

Bu ‘paragraf’ın konuğu Berfin Jêle’nin ‘Bu Gece’ şiiri… Bir bellek esintisi gibi anılara değerek akan bir şiir ‘Bu Gece’ (Zazaca adıyla ‘Emşo’, şiiri Türkçeye aktaran Hasip Bingöl). Her şiir, tam da bu yazıda değindiğim gibi başka dile aktarılırken doğal olarak kendi dilindeki bazı özelliklerini yitirir. Çünkü her dilin kendine özgü müziği, ‘satır aralıkları’, ‘söz boşlukları’ var. ‘Bu Gece’, bir tür ‘iç hesaplaşmayı’ söze döküyor, sakin ve olgunlaşmış da olsa acısını saklamadan, yer yer pitoresk çağrışımlar yayarak:

Uçarı akıl
yola geldi sonunda
istedim ki bu gece
unutun her şeyi
kara hülyaları dahil
iyi gün dostlarını
yakıcı dertleri, kayıp yılları
bir de...
ne kaldı ki sana benden geriye.

Bir zamanlar aşk
sabır taşına döndü, her şeyi önüne katıp
ve günler, aylar, yıllar art arda geçti
sayrılı ve pişmanlık dolu.

Uzun zaman sonra...
koparak uçtu gönlümden
gamsız albümlerde şimdi
sararmış yapraklar gibi döküldü
bu hatıralar...
oturup ağladılar gecenin çocukları gibi
gözyaşlarından kayıklar geçti
(ç. Hasip Bingöl)