Chernobyl, kara propaganda ve gerçekler…

Yaşanan ekonomik krizler, yüksek işsizlik oranları ve artan gelir dağılımı adaletsizliği sebebiyle kan kaybeden küresel kapitalizm son zamanlarda rıza üretmekte güçlük çekiyor. Serbest piyasalar (boş) vaatlerini yerine getirmediği için alternatif arayan gençler sosyalizme yöneliyorlar (bkz. Pew Research ve Ipsos anketleri). Bu yönelimden rahatsız olan merkez ideoloji çareyi endoktrinasyonu sıkılaştırmakta buluyor. Eğlence çağında “Komünist Diktatörlük Müzesi” açmanın pek bir anlamı olmadığı için ideolojik endoktrinasyon daha ziyade üniversiteler, internet, dizi ve sinema üzerinde yoğunlaşıyor. Çoğu Netflix yapımında göze batan anti-Sovyet propagandayı YeniE dergisinin Şubat sayısında bir dosya halinde incelemiştik. Aynı bağlamda, HBO’nun yeni dizisi Chernobyl’in de bir kara propaganda olup olmadığı tartışılıyor.

Öncelikle şunu belirtelim ki ateş düştüğü yeri yaksa bile dumanı tüm mahalleye yayılır. Savaşlarda, kazalarda, endüstri facialarında bir kişi dahi ölmüş olsa bu hepimiz adına bir dramdır. Ölümlerin istatistiksel kıyaslamasını yapmak utanç verici bir şey. Böyle istatistiki hesaplar, ekseriyetle, insan hayatının dolar cinsinden değerini bile kendilerince ölçebilen liberal cenahta yapılır (bkz. Komünizmin Kara Kitabı). Gençleri korkutmak için başka yol kalmamış olsa gerek, Çernobil kazasındaki istatistikler üzerinden yürütülen ideolojik kampanya HBO’nun “Chernobyl” dizisi vesilesiyle tekrar gündeme getirildi. Ben de meselenin izahını, maalesef ve mecburen, aynı düzlem üzerinde yapmaya çalışacağım.

Çernobil felâketinin sebep olduğu toplam ölü sayısı nedir?

Uydurma ve dayanaksız veriler havada uçuşuyor… On binler, yüz binler… En yüksek atanlardan Greenpeace, 93 bin ölümlü kanser vakasını Çernobil kazasına bağlıyor (detaylı raporun linki kırık). Fakat biliyoruz ki kazanın yaşandığı gün, patlamanın şiddetiyle, iki kişi ölmüş. Kurtarma operasyonu sırasında akut radyasyona maruz kalanların da 29’u takip eden günlerde hastanede ölmüş. Yani, kesinlikle azımsamak veya önemsizleştirmek için söylemiyorum ama, Çernobil’deki kazanın anlık faturası 31 ölü. Mesela Sakarya’daki hızlandırılmış tren kazasında 41 kişi ölmüştü. Ya da Fukushima’daki kazanın kurtarma stresi takribî 1600 kişinin canına mâl olmuştu.

Tabii nükleer felaketlerin faturası sadece anlık ölümlerle çıkarılmaz. Radyoaktif serpinti rüzgâr ve yeraltı suları ile etrafa yayıldığından, bölgeden uzakta yaşayan insanlar bile, biraz da rastgele bir şekilde, kansere yakalanabilirler. Yarılanma ömrünü de düşünecek olursak, bu etki, azalarak, uzun yıllar boyunca sürebilir. Dolayısıyla Çernobil kazasının kısa vadeli faturası 31 ölü olsa da uzun vadede çok daha fazla insana zarar verdiği kesin. Peki ne kadar daha fazla?!

Bu bir muamma… Sonuçta insanlar Çernobil’den bağımsız olarak da kansere yakalanıyorlar. Ne yiyip ne içtiğimiz, nasıl yaşadığımız belli değil. Şirketlerin kârlılıklarını arttırmak için kullandıkları raf ömrünü uzatan katkı maddeleri, lezzet ve kıvam arttırıcı kimyasallar, fast-food kültürü, GDO’lu gıdalar, aşırı sigara ve alkol tüketimi vs. nedeniyle zaten kanser oranları eksponansiyel (artarak artan) bir şekilde artıyor. Felaketin ardından insanların daha fazla kontrole gitmeye başlaması ve ilerleyen tıp teknolojisi ile birlikte tetkik ve teşhis oranları da yükseldi. Kısacası, 1986 yılından itibaren Ukrayna ve çevre ülkelerde rastlanan kanser vakalarının ne kadarının Çernobil’den yayılan radyasyon kaynaklı, ne kadarının Çernobil’deki kaza olmasaydı da rastlanacağını tam olarak bilmiyoruz. Hiçbir zaman da bilemeyeceğiz. Fakat tahminlerde bulunabiliriz…

Risk projeksiyon modelleri ile tahmin

Hürriyet gazetesinin arka sayfasındaki beyaz önlük giyen İsviçreli bilim adamlarının tahminlerini veya propaganda istatistiklerini değil, bilimsel modeller ile yapılan eğitimli tahminleri kast ediyorum. Tıp doktoru değilsem de iktisat doktoru olarak istatistik ve ekonometri bilirim. Literatürdeki kalburüstü akademik yayınların çoğunu inceledim. Çernobil kazasının neticeleri üzerine uzmanlaşan onkolog Dr. Elisabeth Cardis ve kanser araştırmaları ekibinin yayınları literatürde ön plana çıkıyor. Antrparantez, Türkiye’nin, civardakiler arasında, Çernobil kazasından görece az etkilenen ülkelerden biri olduğunda bir uzlaşı olduğunu da belirteyim.

Mesela, Cardis ve ekibinin etki faktörü yüksek, itibarlı bir hakemli onkoloji dergisi olan International Journal of Cancer’da yayımlanan ve çok sayıda atıf alan “Estimates of the cancer burden in Europe from radioactive fallout from the Chernobyl accident” makalesinde 40 Avrupa ülkesinde 1986 yılından bu yana rastlanan kanser ölümlerinin çözümlemesi yapılıyor. Çernobil kaynaklı kanser vakalarını diğerlerinden ayıklamak için tarihsel kanser trendleri, ortalama yıllık kanser vakaları, farklı kanser kategorilerinin artış hızları (kan, cilt, tiroid kanseri vs.), Çernobil bölgesine coğrafi yakınlık, cinsiyetlere göre kanser oranları, kanser teşhis yaşı, insidans hızı, radyasyon dozu vesaire gibi faktörler kontrol edilerek bir risk projeksiyon modeli kuruluyor (Poisson regresyonu). Model, diğer basit modellerden farklı olarak, (i) önceki atom bombalarında hayatta kalanların risk modeli parametre tahminlerindeki örneklem değişkenliği, (ii) doz ve doz-oranı etkisi faktöründeki (DDREF) belirsizlik, (iii) tüm kanserlerde farklı temel risklere sahip popülasyonlardaki riskleri tahmin etmek için Japonya’daki atom bombasında hayatta kalanlardaki belirsizlik gibi sübjektif belirsizlik aralıkları ile destekleniyor.

Bu kontrollü risk modeline göre, Çernobil’deki kazanın 1986-2006 yılları arasında Avrupa ülkelerindeki yaklaşık 1000 tiroid kanseri ve 4000 diğer kanser vakasının kaynağı olduğu yüzde 95 güven aralığıyla tahmin ediliyor. Cardis’in rakamları Birleşmiş Milletler (UN) ve Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) resmi raporlarıyla da örtüşüyor. Çernobil’in sebep olduğu tahmin edilen takribî 5000 ölümlü kanser vakası, aynı dönem boyunca Avrupa’da görülen tüm ölümlü kanser vakalarının yüz binde sekizi (0.008%) olduğu hesaplanıyor. 2065 yılına kadar, kümülatif olarak, Çernobil kaynaklı 23 bin ölümlü kanser vakasının görüleceği bekleniyor. 2018 yılında tüm dünyada yaklaşık 10 milyon insan kanserden ölmüştü. Kanser vakalarının yüzde 19’unun sigara, yüzde 7.8’inin obezite, yüzde 5.6’sının alkol, yüzde 4.7’sinin UV ışınları ile ilişkilendirildiği düşünülecek olursa, herhalde tek başına McDonald’s veya Marlboro’nun Çernobil’deki kazadan daha fazla insanın ölümüne sebep olduğunu söylesek abartmış olmayız.

Bhopal faciası neden pek bilinmez?!

1984 senesinde Hindistan’ın Bhopal şehrinde, Amerikan menşeli bir kimya şirketi olan Union Carbide’ın fabrikasından sızan zehirli gaz sonucu, sadece birkaç saat içinde, en düşük rakamlarla 3800, en yüksek rakamlarla 8000 kişi feci şekilde hayatını kaybetmiştir. Kazayı takip eden süreçte ise yaklaşık 12000 kişi daha ölmüştür. Bugüne kadar gazdan etkilenenlerin sayısı 500 bini geçmiştir. Bunların yaklaşık 39 bini geçici sakatlık, 4 bini ise kalıcı ve ciddi sakatlık yaşamıştır. Hâlâ bölgedeki toprakta normalin 6 milyon katı toksik madde bulunmaktadır. 2019 senesinde bile her gün en az bir kişi 35 sene önceki kaza sebebiyle hayatını kaybetmektedir.

Bhopal’de yaşanan trajedi, sonuç olduğu ölümler ve çevreye verdiği zararlar itibariyle, insanlık tarihinin tartışmasız en korkunç endüstriyel felaketidir. Nedeni ise, tek amacı kâr maksimizasyonu olan kapitalist Union Carbide (bugünkü adıyla Dow Chemical Company) şirketinin maliyetleri kısmak için yeterli güvenlik önlemlerini almamış olması. Tıpkı Soma’da olduğu gibi…

Ulyana Khomyuk, dizinin dördüncü bölümünde, “birinin doğruları söylemeye başlaması gerekiyor” diyor. Bunu izleyenler, Sovyet hükümetinin kazayla ilgili açıklama yapmayı geciktirmesi üzerinden sosyalizmi karalıyorlar. Bhopal’deki kazadan sonra Union Carbide şirketi sızan gazın adını bile “ticari sır” diyerek açıklamayı reddetmiş, bu nedenle zehirlenenlere tanı konmakta geç kalınmış ve ölümlerin artması engellenememişti. Bakın, ekşisözlük’te #90477398 no’lu girdi Çernobil kazası için “komünizmin ne kadar kötü bir ideoloji olduğunu gördüğümüz dizi” diyor. Bu minvalde yüzlerce girdi var. Sizce aynı kişiler, Bhopal’deki felaket için “kapitalizmin ne kadar kötü bir ideoloji olduğunu gördüğümüz olay” diye düşünürler mi?!

Kara propaganda nedir, neden yapılır?

Nükleer enerji santrallerini savunuyor değilim. Savunmadığım gibi özellikle karşısında da değilim. Ben, “nükleer reaktörün yanında uyurum” diyen fizikçi de gördüm, “kesinlikle kurmamak gerekir” diyen de… Bu henüz çözülememiş bir bilimsel tartışma ve ben bu tartışmanın uzman bir tarafı değilim. Sadece, kapitalist sistemin Çernobil’deki kazayı bire bin katarak, yalan yanlış verilerle bir anti-sosyalist propaganda haline getiriyor olmasının kritiğini yapıyorum. Burjuva medyasında, kazaya sebep olan ve sonrasında yapılan her yanlışı hızlı bir şekilde sosyalizm ile ilişkilendirip kara propaganda üreten bir mekanizma var. Mesela The New Yorker, The Federalist, The Atlantic, National Review bu vazifeyi başarıyla yürütüyorlar.

Sovyet yetkililerin kazanın gerçek boyutunu gizlemeye çalışması liberaller için sosyalizmi karalama vesilesi olurken WikiLeaks, Panama Papers, Offshore Leaks, Swiss Leaks gibi skandallar ortaya çıktığında aynı cenahın sessiz kalması da bizim için gülme vesilesi oluyor. Daniel Ellsberg, Edward Snowden, Julian Assange ve benzeri “whistleblower” vakalarında zenginlerin, devletlerin ve burjuva siyasetçilerinin ne dümenler çevirdiklerini hiç öğrenmemiş olsak kapitalizmde bütün gerçeklerin zamanında ve eksiksiz anlatıldığını zannedeceğiz.

Amerika’nın Hiroshima ve Nagazaki’ye attığı atom bombaları, yarısı ilk günde olmak üzere, 140 bin ilâ 246 bin kişiyi öldürmüştü. Çernobil faciası, bireysel ve siyasi hatalar yapılmış olsa dahi, bir kazadır. Oysa Hiroshima ve Nagazaki bilinçli yapılmış soykırım tanımına yakın vahşi saldırılardır. Noam Chomsky, Japonya’ya atılan atom bombalarını “tarihin en kelimelerle anlatılamayacak kadar korkunç suçu” olarak niteler. Liberal endoktrinasyona maruz kalan ortalama kişiler, Amerika’nın saldırılarının militarist ve emperyalist kapitalizm ile alâkasını kur(a)maz ama Chernobyl dizisini izlerken akıllarına gelen ilk şey komünizmin ne kadar “şeytanî” bir sistem olduğudur.

Bhopal (ABD/Hindistan), Exxon Valdez (ABD), Seveso (İtalya), Deepwater Horizon (ABD/Panama/Meksika), Texas City (ABD), Three Mile Island (ABD), Piper Alpha (ABD/İskoçya) gibi felaketler iyi birer PR çalışması, türlü siyasi cambazlıklar ve cüzi tazminatlarla hasır altı edildi. Kapitalizmin sebep olduğu büyük faciaların yüksek bütçeli dizileri/filmleri ya çekilmez, ya da çekilse bile alt metninde kesinlikle kapitalist sistem değil psikolojik sorunları olan vatan haini bir mühendis suçlanır, Amerikan kurtarma ekipleri kahramanlaştırılır falan. 1971-1984 yılları arasında SSCB ve ABD haricindeki 14 gelişmiş ülkede, iki ciddi ve 149 potansiyel olarak ciddi nükleer santral kazası yaşanmasına karşın Çernobil diğerlerinden ayrılarak anlatılır. Bunun asıl sebebi ölü sayısının diğerlerinden daha fazla olması değil, kazanın Sovyetler Birliği’nde yaşanmış olmasıdır. Kara propaganda için bulunmaz fırsat…

Çernobil’de bir tesiste kaza yaşandığı zaman sorumlusu, kel alâka bir şekilde, sosyalizm olur ama kapitalist ülkelerde çok daha feci felaketler yaşandığı zaman sorumlusu nedense kapitalizm olmaz. Üstelik bu kazaların çoğu kapitalizmin temel dinamiği olan kâr maksimizasyonu ile direkt olarak ilgiliyken… Ya da Venezüella’da ekonomik kriz yaşanırken “sosyalizm çöktü” olur ama, misal, vaktiyle dünyanın en zengin ülkelerinden İzlanda 2008 yılında battığı zaman nedense “kapitalizm çöktü” olmaz. Üstelik Venezüella sosyalist değilken ve İzlanda tam olarak kapitalist piyasalar sebebiyle iflas etmişken…

Eğer Bhopalfelaketi sosyalist bir ülkede yaşanmış olsaydı kazayı bire bin katarak anlatan dizileri çekilir, ödüllü romanları yazılır, kurbanları için anıtlar dikilir, komünist diktatörlük müzeleri açılır, sağır sultanın bile duyması sağlanırdı. Ama bunun sorumlusu Amerikan kapitalizmi olduğu için, bahse girerim, bugün bu felaketi duymamış profesörler bile vardır.

Dizide anlatılmayan bir başka bilgiyle bitirelim. Kapitalist bir ülke olan İsrail, 1981 yılının Temmuz ayında, Irak’taki Osirak nükleer reaktörünü hava saldırısıyla imha etmişti (Opera Operasyonu). Bunun üzerine, nükleer kazalara özellikle hassasiyet gösteren Sovyetler Birliği yönetimi sabotaj ihtimaline karşılık tatbikatlar yapmaya başlamıştı (bkz. Learning from Chernobyl– Bennet Ramberg, Foreign Affairs, Kış 1986). Bu tatbikatlarda, reaktörlerin güçleri hızlı bir şekilde düşürülüp tekrar yükseltiliyordu. Gerisini zaten biliyorsunuz… Eğer İsrail nükleer santralleri bombalamaya başlamasaydı, acaba Çernobil kazası yine yaşanır mıydı?!