- Evet, sevgili seyirciler. Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, günlerdir medyanın ve kamuoyunun merakla beklediği

- Evet, sevgili seyirciler. Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, günlerdir medyanın ve kamuoyunun merakla beklediği “Çılgın Proje”yi açıkladı. Biz de şimdi sokağa çıktık ve İstanbullu vatandaşlarımıza projeyi nasıl bulduklarını sorduk. Acaba “sokaktaki adam” bu projeye ne diyor? Sizi yayına alabilir miyiz, efendim? Başbakan’ın “Çılgın Projesi”ni duydunuz mu?

- I-ıh, duymadım…

- Öyle mi? Affedersiniz o zaman…

- Bi dakka!.. Ama bence bu proce yürümez.

- Nasıl yani?..

- Bunlar 9 yıldır iktidarda değiller mi, kardeşim? Eğer yapacak olsalardı, bu zamana kadar yaparlardı. Bence bu proce aldatmaca…

- Efendim, bu projeyle Marmara Denizi’nin Karadeniz’le birleştirilmesi öngörülüyor…

(Gazetecinin sözünü keserek:)

- Olmaz, kardeşim, olmaz!

- … Böylece İstanbul Boğazı’nın güvenliğinin sağlanması, enerji tankerlerinin bu kanaldan geçmesi amaçlanıyor…

- Bak kardeşim, bunlar dini kullanıyorlar. İşleri güçleri Atatürk düşmanlığı! Böyle demokrasi de olmaz, kanal da yapılmaz!..

- Peki, amcacığım. Çok teşekkür ediyoruz size. Eveeet… Siz ne dersiniz bu “Çılgın Proje” konusunda?

- Bence Erdoğan dediyse yapar! Sözünün eri adam o! Delikanlı lider…

- Efendim, siz projeyi duydunuz mu?

- Hayır… Yani okumadım. Ama duydum yani… Bence Erdoğan memleketi darbeci zihniyetten kurtardı.

- Peki, “Çılgın Proje”?..

- Ben de şimdi ona geliyorum zaten. Bence bu proce, en iyi bir procedir. Ona çılgın demek, muhalefetin iftirasıdır.

- Efendim, Başbakan’ın kendisi “Çılgın Proje” diyor…

- Haa?..

- Yani Erdoğan öyle diyor.

- Bakın, Erdoğan diyorsa bir bildiği vardır. O iktidara geldiğinde dünyada kimse Türkiye’nin yüzüne bakmıyordu. Şimdi Amerika olsun, İsrafil olsun, hepisi karşımızda tir tir titriyorlar. Ben bu çılgınca procemizi sonuna kadar destekliyorum.

- Çok teşekkürler. Hanımefendi, sizin görüşlerinizi alabilir miyiz?

- Marmaray ne oldu, oğlum? Fos çıkmadı mı? Boğaz’a durmadan köprüler dikiliyor. Şimdi de kanallar mı kurtaracak İstanbul’u? Bence bunların hepsi propaganda. AKP, seçim öncesi göz boyuyor.

- Sayın seyirciler, halkımızın tarihi projeyle ilgili değerli görüşlerini almaya devam ediyoruz. Bey amcacığım, siz ne diyorsunuz Kanal İstanbul projesine?

- Bismillahirahmanirrahim. Evladım, kanal manal değil bu mesele. Bunlar hak yolundan ayrılmışlar. Kanal manal dediğin, Hazreti Musa’nın asasını vurmasıyla beraber toprağın, suyun, ne varsa artık, iki yana ayrılmasıdır. Allah korkusu lazımdır bunun için. İman lazımdır. Bunların hepsi aynı zihniyettedir.

- Yani siz projeye karşısınız, öyle mi?

- İmansız proje olur mu hiç? Dozerlerle kanal açsalar bile, günahları kapatır bunların bütün yollarını. Haspinallah…

- Sağolun, dedeciğim. Şimdi mikrofonu şu arkadaşa iletelim lütfen. Hayır, ona değil, şu siyah kıyafetli, sarkık bıyıklı arkadaşa. Evet, o. Siz ne dersiniz projeye?

- Bunların “yeni” dediği proje, ecdadımızdan bize miras kalmıştır. Osmanlı’nın en büyük amaçlarından biridir bu kanal. Bizzat Kanuni Sultan Süleyman bu işin fikir babasıdır.

(Arkadan müdahale ve gülüşmeler:)

- Ha, şu çarşamba akşamlarının “Sülüman”ı mı? O, Hürrem’den, hareminden fırsat bulup da projelerle uğraşabiliyor muydu?

- Kesin lan! Kafamızı kızdırmayın! Televizyonunuzu da, kanalınızı da başınıza geçiririz. Bin Bozkurt yeter hepinize be! Önümüze kattığımız gibi, Başbakan’ınızla birlikte hepinizi kanallara dökeriz!

- Efendim, gerginliğe hiç gerek yok. Lütfen, lütfen… Dışarı alalım arkadaşı…

- Ne Kanuni’si, ne bozkurtu, yahu! Bu proje rahmetli Ecevit’indi. 94’te açıklamıştı. Bakın, bilgisayarla bile değil, kendi daktilosuyla yazmıştı Ecevit bu kanal önerisini. Şimdi AKP’nin yaptığı fikir hırsızlığı değil de nedir, soruyorum sizlere?

- Bir şey diyeyim mi, gazeteci bey? Bence Türkiye hepsini kaldırır. Köprüyü de, Marmaray’ı da, kanalı da… Lafa değil, icraata ihtiyacımız var. Bakın, 80 öncesi turizmi bilmiyorduk. Otobanımız yoktu. Özal nasıl değiştirdi Türkiye’yi! Şimdi de Erdoğan değiştiriyor işte! Kimse kıskanmasın!.. İcraat bunlar, icraat…

- Siz ne söylemek isterdiniz bu konuda? Evet evet, siz. Başından beri sessiz ve dikkatlice bizi izliyorsunuz. Siz de fikrinizi açıklamak istemez misiniz?

- Ee, ö-hö, şöyle söyleyeyim: Mesele yapısaldır. Emperyalizme bağımlı sistem değişmedikçe, kapitalist sömürü düzeni sürdükçe, kanal da emekçilere karşı kullanılır, köprü de…

- Anlaşıldı, teşekkürler. Siz bir şey diyecektiniz galiba?

- Diyecektim ki, kalan yapılırken 152 milyon metreküp hafriyat çıkacakmış. Nereye koyacaklar acaba o kadar hafriyatı?..

- Peki, efendim. Zamanımız dolmak üzere. Canlı yayına son vermeden, uzun süredir arka taraftan el sallayan bir amcamız var, onun yanına gidiyoruz. Eveeet, amcacım, sen ne dersin bu “Çılgın Proje”ye?

- Hah, işte bak şimdi, aslan oğlum. Diyolar ki, Silivri’nin 6 kilometre batısından geçecekmiş Üçüncü Marmaray Ganalı. Bence çok yanlış. Ordaki torpahlar Hazine’nin, eyvallah, emme pek bi verimsiz torpahlar. 3 kilometre doğusuna yapsalar, proce sular seller gibi akar gider. Hem vatana millete hayırlı olur, hem de bütün Müslüman alemine sevap işlenmiş sayılır. O torpağı iki yıl yoklamaya neyin de lüzum yoktur. Ben çok eyi bilirim oranın torpağını. Daha geçen sene oğluma arazi aldık ordan. Hani, demem o ki, memlekete bi faydası olacaksa, devletle masaya oturup ganal için elbirliğiyle gayret ederiz artık. Maksat, Üçüncü Marmaray Ganalı salimen gurulsun... 


***

Hayatın değiştiği an

Hayatımızdaki en kötü gelişmeler hangisi? Birdenbire karşılaştığımız felaketler mi? Yoksa zaman içinde alıştıra alıştıra bizi kuşatan olumsuzluklar mı?

Aniden gelen kötü haberler insanda derin izler bırakır. Bir sevdiğimizin ölümü, bir hastalığın ortaya çıkması, bir ihanetin öğrenilmesi, bir veda mektubunun okunması, bir kaza olması, bir istifa veya işten atılma kararı, bir suç işlenmesi ve bir tutuklama…

Bunlar hayatımızı bıçak gibi keser; bizi sırtımızdan vurur; gafil avlar.
 
Bir de sinsi kötülükler var. Bunlar günlük gelişme sayılmazlar; haber kabul edilmezler. Ani acılar yaratmazlar. En fazla sıkıntı verirler. Yavaş yavaş yaparlar yapacaklarını. Bataklıkta ölüm gibidirler.

Bir bakarsın çok geç olmuş. Artık hiçbir şeyi değiştirmek mümkün değil. Nasıl böyle olabildi, neden önleyemedik?..
 
 
*      *      *

Aşık olduğun günü hatırlarsın belki; ama aşkının öldüğü günü saptayamazsın.

Eski bir dostunla tanıştığın günü bilebilirsin; ama dostluğunun ne zaman eskidiğini söyleyemezsin.

Çocuğunun doğumu, ilk kelimeleri, okula başlaması hafızandadır; ama onunla aranıza kuşak farkının ne zaman ve nasıl girdiğini belirleyemezsin.

İlk işe girdiğin günkü sevincini ve heyecanını unutmamışsındır; ama ne zaman mesai bitimini iple çekmeye başladığını çıkaramazsın.

Yüreğinin tertemiz ideallerle dolu olduğu, neşeli ve iyimser yılların aklındadır; ama zamanla içinin nasıl olup da bencillik ve nefretle kaplandığına, çevrendeki çirkinlikleri nasıl ustaca görmezden gelmeye başladığına kendin bile şaşarsın.

İpin ucu nerede yitiriliyor? Her şey nasıl böyle tanınmaz hale geliveriyor?

Duygusallık ve akıl nasıl yerini para ve kurnazlığa bırakıyor?

İnsan ne zaman adaletsizlikleri, sömürüyü, savaşı doğal karşılamaya başlıyor?

Ne zaman “gemisini kurtaran kaptan” tekerlemesini diline doluyor?

İçine ne zaman kapanıyor?

Vurdumduymazlığı ne zaman seçiyor?
 
 
*      *      *

Ne zaman?..

O zamanı bir bulabilsek… O anı bir anlayabilsek…

Aşklarımızın tükenmeye, dostluklarımızın eskimeye, çocuklarımızın uzaklaşmaya, işimizin sıkıcılaşmaya, yüreğimizin kararmaya başladığı günü bir yakalayabilsek…

İlk tavizi verdiğimizde kendimize bir  “suç üstü” yapabilsek…

Olmuyor. Bir şeyler yolunda gitmiyor. İlişkiler yozlaşıyor. Dostluklar çürüyor. Bir türlü almamız gereken kararları alamıyoruz; vermemiz gereken cevapları veremiyoruz; yapmamız gereken şeyleri yapamıyoruz. Hayatımızın giderek anlamsızlaşmasına engel olamıyoruz. Bunları düşünecek zamanı bulamıyoruz. Hep günlük işler içinde boğuluyoruz.

Dalgalarla boğuşmaktan denizi göremiyoruz.

Oysa yüzümüzü döven dalgaların arkasındaki deniz öylesine engin ve güzel ki…